Bir takvim yılının daha sonuna yaklaşırken her yıl olduğu gibi bu senenin müzik dünyasında olup bitenlerini bir “2025 müzik rehberi” içerisinde, ana akım medyada görmeye alışık olmadığınız 10 albüm ile birlikte uğurlamak yılın en keyifli aktivitelerinden biri olsa gerek. Keza pek çok iyi albüm dinleyip farklı türlerden rengârenk konserler izlediğimiz, bu son derece karamsar iklimde ve hayatta bize biraz olsun ümit aşılayan sanatçılarla beslenmek ve onlardan ilham almak da insan olmanın en garip ama masum yanlarından biri olsa gerek.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da kısaca müzik dünyasında dünyada yankı uyandıranlara değineceğimiz bu yazıdaki beğeni ve sıralamaların olabildiğince “alternatif” bir eksende şekillenmesini istediğimden, her ne kadar sosyal medya çağında tolere edilmesi zor da olsa, neredeyse hiçbir “yılın enleri” listesine göz atmamaya çalıştım. Göz attığım listeler de genelde bağımsız müzik yazarları tarafından hazırlanan listeler oldu. Bu sonuçla birlikte de listelerimi ve yılın enlerini tamamen hazırladıktan sonra popüler medyaya göz gezdirdiğimde, yabancı müzik basınındaki (birkaç yayın dışında) müzik eleştirisinin (bana göre) bir tık yerinde saydığını hissetmedim de değil. Hep aynı isimlerin sık sık öne çıkarılması, çeşitliliğin hem sanatçıya hem tüketene güç kazandırdığı bir sanat dalı düşünülünce elbette ki elzem değil.
Spotify’ın bolca eleştirildiği, Oasis’in geri dönüşünün coşkuyla karşılandığı, konser biletlerinin yine ve yeniden dudak uçuklattığı 2025 yılından enstantaneleri aktaracağımız bu yazıda hem geride bıraktığımız bu yılı hem de gelecek yıllardaki beklentilerimizin ne yönde şekillenebileceğini mercek altına almaya çalışacağız.

Pop Savaşları:
Yıl sonu listelerinin olmazsa olmazı niteliğindeki başlıklardan biri de şüphesiz ki pop müzik. Geçtiğimiz yıl Charlie XCX’in ve Billie Eilish’in yeni albümleriyle (sırasıyla brat ve Hit Me Hard and Soft) son derece hareketli bir yıl geçiren popun kaderi, bu yıl yayımlanan albümlerin dinleyicileri ikiye bölmesiyle biraz farklı bir yöne savrulmuş gibiydi. Hareketli başlayan yılın ilk aylarından en öne çıkan ismi yeni albümüyle sahalara dönen, tekrardan konser salonlarını dolduran Lady Gaga oldu. Yeni albümü Mayhem ile listelere hızlı bir giriş başlatan dünya yıldızının albümdeki rock ve 80’ler havası, Hollywood’daki çeşitli rollerle de karşımıza çıkan sanatçının kendini tekrardan bulması olarak adlandırılabilir. Bruno Mars ile yaptıkları Die With A Smile’dan Abracadabra’ya yılın en popüler birkaç şarkısını ortaya çıkarmış oldu Lady Gaga.
Eras Tour’un sona ermesiyle tekrardan stüdyoya dönen Taylor Swift’te ise durum biraz farklı. Keza kendisini hiç bu kadar (hem de kendi hayranları tarafından) yerden yere vurulurken ya da sosyal medyada alay konusu hâline gelirken görmemiş olabiliriz. The Life of a Showgirl ile birlikte sıradanlaşan, demode ve çocukça kalan şarkı yazımına yeni neredeyse hiçbir şey ekleyemeyen Swift’in müzikal ilerleyişi, dinleyicilerini sadece birer “tüketici” olarak algıladığı albüm satış stratejisiyle de birleşince birer felaket olmaktan öteye gidemedi. Özellikle pop müzik çerçevesinde bazı müzisyenlerin ve müzik türlerinin kabuk değiştirebileceğini, dönüşebileceğini gördüğümüz bir müzik yılında dünyaca ünlü müzisyenlerin yerinde sayması popüler kültür bakımından da bir eksi yazıyor yıl sonu değerlendirmelerine.
Bu dönüşümlerden bahsetmişken tamamen farklı bir yaklaşımla pop müziğe bakmayı başarmış, yeniyi denerken onu öğrenen ve ayrıca dinlemesi de bir o kadar keyifli bir albüm ortaya koyuvermiş Rosalía’dan da bahsetmesek olmaz. Türler arası gidip gelen, sanatçının hep denemek istediğini vurguladığı birçok farklı türde esintiler taşıyan LUX, pop müzikte yılın albümü olmayı hak ediyor. Popun ihtiyacı olan yeni denemeleri kendisinden daha önce hiç görmediğimiz bir biçimde klasik müzik, opera ve elektronik müzikle harmanlayan Rosalía, yeni albümü LUX’i farklı duygulardan harekete geçilen şarkılarla oluşturulmuş bir duyarlılıkta dinleyiciye sunuyor. Albümün turnesinin açıklanmasıyla da birlikte hayranların ne tür bir canlı performans beklentisi içerisinde olduğu da merak konusu. Önümüzdeki sene konser salonlarını doldurmayı hedefleyen Katalonyalı sanatçının kariyerinde bundan sonra hangi adımları takip ediyor olacağını da izliyor olacağız.
Pop müziğin bağlamından biraz olsun çıkıp uçlarda gezinirsek de bu sefer karşımıza yılın hemen başında yayınladığı Eusexua ile adından söz ettiren FKA Twigs çıkıyor. Tam olarak “pop” diyemesek de deneysel elektronik sulardan pop müziğe yakın olabilecek türlerle budaklanan yeni FKA Twigs albümü, özellikle konsept tasarımıyla oldukça dikkat çekiyor. Yılın şahsi olarak en beğendiğim albümlerinden biri olan Eusexua’da avangarta dalan ve oradan bizi dans pistlerine götüren yaklaşım, albümün neden bu kadar başarılı olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Bir noktada 90’lar İngiltere’sine dinleyiciyi götüren, Orbital gibi öncülerden melodileri bizlere hatırlatan FKA Twigs, Rosalía ile birlikte türün dışında gezmeyi seven sanatçılardan.

Rock’ta Olan Bitenler:
Rock müzikte olup bitenlere bir bakış attığımızda birçok farklı katmandan hikâye dinlemek mümkün oluyor. Yeni grupların özellikle klasman atlayarak festivallerde ön plana çıkar hâle gelmesinde de büyük payı olan bu ufak çaplı rock ayaklanmasının (Fontaines D.C.’nin geçtiğimiz sene yaşadıkları ve yaşattıkları) kalbinde olan birkaç grup var bu yıl listelerimizde. Onlardan birisi şüphesiz ki Turnstile. Hardcore soundlarına inanılmaz canlı performanslarını birleştiren, enerjisi ve düşünsel yapısıyla bu yıl adından pek sık söz ettiren Baltimore çıkışlı grup, yayımladıkları NEVER ENOUGH albümüyle yılın en iyileri listelerine en tepeden giriş yapanlardan. Genç dinleyici kitlesiyle ağır top rock dinleyicisini birleştirmeyi başaran grubun konserlerinden en öne çıkan duygular arasında “tutku” ve “dayanışma” hislerinin öne çıktığını söyleyebilirim. Canlı performanslarına tanıklık etme şansına eriştiğim grubun her ne kadar yerinde duramayan bir seyircisi olsa da, konseri izleyen herkesin bir o kadar da “yardımsever” olduğuna tanıklık etmek de ayrıca önemliydi.
Bu yıl adından söz ettirmeyi tıpkı Turnstile gibi başaran fakat benim biraz medya abartısına yenik düştüğünü gözlemlediğim Geese grubu ise Getting Killed albümüyle neredeyse tüm listelere bir şekilde giriş yaptı. Özellikle Amerikalı müzik yazarlarının takip edilmesini en “enteresan” bulduğu Brooklyn çıkışlı grubun rock’a yeni bir soluk getirmeye çalıştığı aşikâr olsa da, kariyerlerinin ilk adımlarını oynayan fakat kat edilecek daha çok yolu olan Geese’i ileride ne gibi bir albümle karşımıza çıkacaklarını merak içinde bekliyor olacağız. Turneleri açıklanır açıklanmaz birçok şehirde kapalı gişe oynayacağı kesinleşen grubun ileride bir klasman atlaması şaşırtmayacaktır.
Bazı gruplara uzun aralar hiç yakışmasa ve grupların stabilitesini tersine etkilese de 90’ların ikonu Pulp için bu söylediklerim hiç de geçerli değil. More albümüyle kendi müziklerine de yeni bir soluk getiren Sheffield çıkışlı grubun tekrardan yeni müzik üretiyor olmasına tanıklık etmek de etkileyiciydi. Müziksel kalitelerinden hiçbir şey kaybetmemiş Jarvis Cocker önderliğindeki grubun Kuzey Amerika–Birleşik Krallık ekseninde ilerleyen tur takvimi, grubu benim gibi kıta Avrupa’sında canlı dinlemeyi uman seyircisini üzse de Pulp’un görsel dünyasını, insanı kendine hayran bırakan enerjisini tekrar deneyimliyor olmak da bir o kadar keyif verici. Albümün öne çıkan parçalarından Got to Have Love bu yıl en çok dinlediğim şarkılardan biri.
Pulp gibi 90’lara damga vurmayı başarmış bir diğer Britpop efsanesi Suede’nin üretkenlik bakımından janrının en öne çıkan gruplarından biri olduğu söylemek yanlış olmasa gerek. Antidepressants albümüyle istikrarlarını kanıtlayan grubu yıl sonu listelerinde pek göremeyeceğimizi düşünsem de genel anlamda nostaljiye dayanmış Britpop ruhunun yeni üretimlerle desteklendiğini görmek sevindirici.

Bu Yıl Canlı İzlediğim Konserlerden Öne Çıkanlar
Bu yıl geçen seneye nazaran az konsere gitmiş olsam da yıllardır hep görmeyi umduğum grupları canlı dinleme deneyimi yaşadım. En öne çıkanlardan ilki şüphesiz en çok takdir ettiğim ve neredeyse herkes tarafından biliniyor olmalarına rağmen hâlâ yeterince takdir toplamadığını düşündüğüm grup Pixies idi. Oturmalı bilet seçtiğim için biraz kendime kızdığım grubun canlı performansları üst düzeydi. Yıllardır klasikleşen klasiklerinin yanında geçen sene yayımladıkları The Night the Zombies Came albümünden de parçalar çalan grubun sahnedeki uyumu da muazzamdı. Bis yapmamasıyla bilinen grubu ilk kez deneyimlemek yılın enlerinden bir tanesiydi kesinlikle.
Yol hikâyesi tadında anılar ve insanlar biriktirdiğim, bana müzikten çok daha fazlasını armağan etmiş Dublin’deki Oasis konseri de yılın en iyi müziksel anlarından bir tanesiydi. Üzerine bir de yazı yazdığım ve birçok duygunun beni karşıladığı, Oasis klasiklerinin içime işlediği bu anı sanırım hiç unutmayacağım. Ön grup olarak Richard Ashcroft’u izlemek de ayrıca güzeldi. Grubun hem beklentileri yeterince karşıladığını hem de gelecek yazı da canlı müzik anlamında sallayacak gruplardan biri olduğunu düşünmekteyim. Yılın turnesini şüphesiz ki Oasis gerçekleştirdi.
En az Oasis kadar sevdiğim bir diğer grup The Smiths’in iki üyesini de aynı yıl içerisinde izlemek farklı bir deneyimdi. Keza karakterinden ve politik gibi gözüken ama hiç de politik olmayan açıklamalarından hiç keyif almadığım Morrissey ve laf söylemekten çok müziğine odaklanmayı seçen Johnny Marr, canlı performans anlamında hiç de fena değillerdi. Sık sık konser iptal etmesiyle bilinen Morrissey, etkileyici vokal performansını bu yaşta da korumayı beceriyor. Benim için ayrı bir önemi olan “Istanbul” şarkısını canlı sergilemesi de bir o kadar sevindiriciydi. The Smiths’in en şahsına münhasır gitarlarının sahibi Johnny Marr ise ilk dakikadan itibaren seyirciyi etkisi altına almayı başarıyor. The Smiths klasikleriyle kendi solo kariyerinden seçkiler sunan Marr, gitarını en özel kullanan müzisyenlerden bir tanesiydi.
Bu yıl izlediğim en iyi konser olarak belirlediğim performans ise Turnstile’a ait. İlk şarkıdan itibaren yıkıp geçen, sosyal medya kullanımları ve dinleyicileri ile aşırı pozitif bir ilişki içerisinde ilerleyen grubun canlı performansları müziğe dair umduğumuz birçok şeyi fazlasıyla karşılıyor.
TOP 10:
10 – Blood Orange – Essex Honey
Çocukluk anılarının birer yansıması niteliğinde Dev Hynes’ın müzikal kapasitesinin de üzerine çıkan, duygudan duyguya koşturan ve insanı en tepedeki hisleriyle baş başa bırakan Blood Orange, geriye bakıp hüzünlenmeyi bazen de cesaretlenmeyi sevenler için ideal albümü ortaya koymuş.
9 – Yazz Ahmed – A Paradise In The Hold
Listenin belki de en niş albümlerinden birine imza atmış Yazz Ahmed, Arap ve Batı müziği arasında kavrulan ezgilerini müziğine yansıtmakta ustalığa erişiyor. 21. yüzyılda caz odaklı bir farkındalık ve yaratıcılık nasıl ortaya çıkıyor diye düşünürken insanın kendini bulduğu, masalsı bir deneyimin içinde kaybolduğumuz bir albüm yaratıyor Yazz Ahmed.
8 – Baxter Dury – Albarone
Fred again.. ile sosyal medyanın kalbine yerleşen müzikal birlikteliğinin sonrasında son derece canlı ve son derece dinamik bir albümle karşımıza çıkan Baxter Dury, kapalı gişe devam eden turnesinden Avrupa dans hitleriyle yarışacak kıvraklığıyla da büyülemeyi başarıyor. Albarone, elektroniğin ciddi hislerle birleşme noktası.
7 – Oneohtrix Point Never – Tranquilizer
Sample’lardan birleştirilmiş bir başyapıt deneyimlediğimiz Tranquilizer, internet çağında tüketim toplumunun bir parçası hâline gelmemizin bir anti-tezi niteliğinde. Kendine bu kadar güvenip, sample’larla harikalar yaratan OPN, yılın “kendin ile baş başa ol” albümüne tanıklık etmemizi sağlıyor.
6 – Stereolab – Instant Holograms On Metal Film
On beş yıl aradan sonra yeni bir stüdyo albümüyle geri dönen Franko-İngiliz ekspresi eski günlerini hiç ama hiç aratmayan bir müzikal dehayla çıkageliyor. Fransızca ve İngilizceyi birleştiren şarkı sözleriyle yıllardır sadık bir takipçi kitlesi kazanan gruptan daha nice albümler dilemek de en doğal hakkımız.
5 – Mulatu Astatke – Mulatu Plays Mulatu
Etiyopya tınılarıyla modern cazı birleştiren efsanevi müzisyen Mulatu Astatke’nin kendi kariyerine 81 yaşında baktığı bu bakış, yeni müziksel icatlara da kapı aralıyor. İnsanı şaşkına çeviren Astatke notalarının arasında yaşama dair kendini sorgulatan bu muazzam albüm, müzisyenlerin kendi kariyerlerine olan bakış açılarını değiştirecek türden bir proje.
4 – Pulp – More
Britpop’un efsanesi Pulp’un efsanevi geri dönüşü More, bir geri dönüş albümünden beklenen her şeyi dinleyicisine sunmayı başarıyor. Yıllar içerisinde klasikleşeceğine emin gözüyle baktığım single’larıyla bu yılın en çok dinlediklerim arasına yerleşen albümün hem gruba hem de grubun hayranlarına çok iyi geldiğini söylemek gerek.
3 – FKA Twigs – Eusexua
Yeni albümüyle kendini tekrar bulan ve müziğinin katmanına yeni bir boyut getiren FKA Twigs, her şarkıda şaşırtan bir ton yakalayarak beğeni toplamanın da üzerine geçiyor. Yıllar geçtikçe daha da pozitif anılacağından emin olduğum bir albüm Eusexua.
2 – Turnstile – NEVER ENOUGH
Bir grubu baştan yaratmayı becerebilen bir albümden daha iyi ne olabilir ki? Şimdiden klasik hâline bürüneceğinden emin olduğum canlı performanslarıyla 2025’e yeni bir renk katan Turnstile, seviye atlamakla kalmıyor, ayrıca rock müziğin tanımlamaların çok ötesine geçebilecek perdeden bir duruşla yılın en özel hikâyelerinden birine tanık olmamızı sağlıyor.
1 – Rosalía – LUX
Sadece bir müzisyenin kariyerini değil bir müzik türü olarak popun da geleceğini yavaştan değiştireceğine inandığım, türler arası kurduğu yapboz oyunbazlığıyla kültürel bir bağ oluşturan LUX, tüm övgüleri fazlasıyla hak ediyor. Pop müziğin dönüşüme ihtiyaç duyduğu bir senede karşımıza çıkıp algıları alt üst eden albüm, 2025’in şüphesiz en büyük müzik olaylarından biri.

Ustalara Teşekkür
Bu yıl Türkçe kaynak olarak okumaktan en çok keyif aldığım iki ilham kaynağımı da bu yazının sonuna iliştirmeden olamayacağını düşündüm. Çekme Kaset ile yıllardır çeşitli müzik dergilerinde harmanladığı müzik hikâyelerini ve listelerini Toronto’dan bizlere aktaran Çetin Cem Yılmaz, hem konser deneyimi alanında elinden gelenin en iyisini yapmaktan hiç çekinmiyor hem de listeleriyle bizlere ilham kaynağı olmaya devam ediyor.
https://www.instagram.com/cekme_kaset/
Bu yıl ilk romanı yayımlanan (Leopar Selim’in Son Günü) ve okurlarına sık sık Londra’dan seslenen Mehmet Tez ise neredeyse her hafta müzik dünyasından derlediği ilginç haber ve gelişmeleri, haftanın öne çıkan ve biraz da kıyıda köşede kalmış albümleriyle birleştirince internetin en okunası bültenlerinden birine götürüyor bizi: Hafif Müzik Bülteni. Yeni keşiflere açık olanlar için son derece keyifli ve bir o kadar da etkileyici.
https://mehmettez.substack.com/
Sizin yıl sonu listeleriniz ne şekilde? Yorumlarda belirtmeyi unutmayın.