Alice nasıl gözünü karartıp tavşan deliğinden harikalar diyarına atılıverdiyse, biz de yazıyla veya saniyeden geçen karelerle diğer dünyalara taşınmayı seviyoruz. İçlerine düşünce kolayca bırakmayan, çıkış yolunu epey aratan hikayelerde başroller genelde iyi ve kötü arasında paylaştırılmış oluyor. Ve iyinin yanına konuşlanmaya alışkın olsak da kabul edelim, özellikle yıllarımızı paylaştığımız serilerde, kötülerle de inkarı zor bir ahbaplık geliştiriyoruz. Joker gibi tekrar tekrar kavuşmayı beklediğimiz karakterlere dönüşebiliyorlar hatta.
Eh kahramanlara bolca laf döküyoruz, neden kötücül amaçlarla bir araya gelenlere de değinmeyelim ki? Konsept tanıdık gelmiş olabilir, geçen yazımda kötülüğün namını yürüten ordulardan bahsetmiştim hatırlarsanız. Yalnız orada yöneten birinin varlığı lazımdı. Bu sefer içi dışı bir, kendi haline bıraksan yine başa bela olurlar dediklerimizde sıra.
Skynet
Bazı eserler nesline damgasını o kadar vurur ki, gençlik çağlarında tüketenlerin bir yerde favori oyuncak ayısını atıp satamamasına benzer bir durum oluşur. Zihinlerdeki tat unutulsun istenmez ama hikayede verimli bir şekilde ekran ömrünü doldurmuştur. Bu Terminatör için yüzde yüz böyledir diyemesem de en azından, Sarah Connor arkına veda etmemiz gerektiği reddedilemez. T-800’ün misyonunu önce yok edici sonra koruyucu olarak defalarca izledikten sonra, bir şey baki kalıyor ama: Skynet’in ne kadar havalı bir kıyamet başlatıcısı olduğu.
Yarattığımız yapay zekanın bir gün türümüzün kökünü kazıyacağı düşüncesini, somut bir korkuya dönüştüren Skynet; insanların kendini kapatmaya çalışmasına öfkelenerek nükleer bombaları dünyaya saldı. Bu işe yaramayınca da direnişi sindirmek uğruna, programını yerine getirmekten başka bir şeyi umursamayan avcı katilleri geçmişe yolladı. Teknolojisini resmen bizi yok etmek için geliştirdi diyebiliriz. Bir bilgisayar programı olduğu için, tekil bir varlık değil. Kendi bilincinin farkında olan özgün formlar olarak bile kabul edebiliriz. Sizce bizim yapay zekalar tahmini ne zaman Skynet’i örnek almaya başlarlar?
Matrix Ajanları
Matrix’in yapay zekaların sanal dünya kurgusu olduğu ve insanları şarj kablosu yerine koyduğu malum. Skynet havalıydı, Matrix dehşet verici. Ama kendimi tekrarlamamak adına bu sefer, sistemin çocuklarını ele alacağım. Gerçi çocuk kavramından ne kadar hoşlanırlar emin değilim. Sonradan bir dörtlemeye evrilse de Matrix, bir daha 1999 yılında başlattığı devrimin devamını getiremedi. O ilk filmin dillere pelesenk olan çok şeyi vardı. Saygı duruşunu hak eden kovalamaca sahneleriyle ajanlar gibi…
Ajanlar kaynak tarafından asayiş için, düzeni bozanların hafiyeleri olarak yaratılmışlardı. Matrix içinde bedenden bedene transfer olabilir, zihinleri manipüle edebilirlerdi. Ama aklımızda kalmalarının sebebi kesinlikle güçleri değil, Smith’in özgürleşme tutkusuydu. Bir antivirüs programı için oldukça gerçek bir dert olan, insan kokusuna boğulmak saf nefretinin ateşleyicisiydi Smith’in. Dünyaya zararlı virüsler olduğumuzu ve kaynakları fütursuzca tükettiğimizi, yüzümüze dan diye söylemese belki kalbimiz daha az kırılırdı. Olsun, Hugo Weaving’in karizması hatırına aramızı bozmuyoruz.
Ruh Emiciler
Nasıl yaratıldıkları bilgisinin sırların ardında kaldığı, depresyon hırkası geçirmek gibi bir hisle, içimizde iyiye dair ne varsa üzerine çöreklenen Ruh Emici klanı; bir gencin karşısına çıkartılacak kusursuz bir düşman. Çünkü kendini nasıl savunacağını bilmediğin ergenlik sancılarının içinde, kimliğini oturtmaya çabaladığın olumlu anılarının senden alınması tehdidi, milyon kat rahatsız edici.
Azkaban Tutsağı ile tanıştığımız Ruh Emiciler, Ölüm Yiyenlerin aksine seri boyunca üzerlerindeki hiçbir hükmü kabul etmediler. Tek gayeleri mutlu anıları tüketmek olan pelerinli öcülerin, çıkarları uyduğu sürece Voldemort’un peşinden gittiğini biliyoruz. Geçtiğimiz senenin koşullarında, ruh öpücüğü etkisine de yabancı sayılmayız. İki tarafında şerlerinden korktuğu kadar var hani. Karanlık sanatlara karşı savunma dersine sonsuz bir kaynak materyal sağlayabilir Ruh Emiciler.
Nazgûller
Ruh Emicilerle Yüzük Tayfları özünü aynı yerden alır: Azrail betimlemeleri. Pelerinler ardından sezilen dehşet duygusunun arketipi, ne de olsa o. Gerçi bir Nazgûl’un aldığı ölüm emri, Azrail’inkinden daha beter bir sonsuzluğa davet eder kişiyi. Kara süvarilerin kötülüğün niyetiyle parlayan gözleri haricinde, pelerinlerinin altında bir şey bulamazsınız. Onlar düşmüş insan kralları olarak, açgözlülüğün saptırdığı ruhlara unutulmaz örneklerdir.
Celebrimbor’un dövdüğü yüzükler, hediye edildiği dokuz kralı Sauron’un emir erlerine dönüştürürken haysiyetlerini tüketti. İkinci çağdan itibaren Frodo ve Gollum’un malum sonuna dek tek yüzüğün akıbeti, kaderlerini belirleyen yegane şeydi. Güç ve servet elde etme tuzağına çekilerek girdikleri gölge alemde, Sauron’dan bile ürpertici olmayı başardılar.
Sithler
Kalbi ve umudu kırılanın içinde öfke kalır. Jedi düzeninden karanlık tarafa geçenlerin kurduğu tarikatsa, takipçilerini en çok bu öfkeyle yönlendirir. Öfke, korku, kaygı benzeri duygular gücün içindeki kırmızı alevleri uyandırır. Darth Bane’nin getirdiği ikili düzende usta çırak ilişkisinin dayanağı dahi rekabettir. Performans baskısı getiren ofislerin tanıdık teması, Sithler’e göre ilerlemenin yegane formülü yani. Tabii bu okumalar durduk yere can sıkabiliyor.
Çocukken Sithler çok uzak gelir, onca güce sahip olup karanlığa hizmet etmeleri saçmadır. Ancak yetişkinlik farkındalıklarla örülürken, karanlığın sesinin aydınlığa göre daha yüksek çıktığını anlarız. Zaten çoğunlukla hayattan tükenme noktasında düşer bir Jedi, Sith olma yolcuğuna. Başlangıçta her şey rasyonalize edilebilir. Sonuçta Jedilar fazla saftır; biraz daha soğukkanlılığı gerektiren, sert tavırları haklı çıkartan durumlar vardır. Zaman içindeyse tamamen kararır idealler. İşte o zaman anlaşılır; uğradığımız haksızlıklar karşısında en başından nasıl tavır aldığımız, kim olduğumuzu belirler.
Mutant Kardeşliği
Bu da bizi X-Men evreninde, pasifist barışı seçen Profesör X ve saldırgan savunmayı seçen Magneto ikiliğine bırakır. Mutantların hikayesi gerçeğe o kadar yakın bir kopyadır ki koşulsuzca iyilerin safına geçmek, en çok bu evrende zordur. Anlatılansa ne yazık ki hiç eskimeyen bir dışlanmışlık. X- men iç içe geçmiş şu sorudur: Kim kimden neden üstündür?
Kurulduğunda tam adı Kötü Mutant Kardeşliği olan topluluğun misyonu Magneto’nun misyonu demek. O, homo superiorların üstünlüğüne ve insanların mazide kalması gerektiğine inancıyla Ajan Smith’in düsturunda ilerler. Ona göre gençliğinde kurtulduğu Nazi kampı ideolojisi, mutantlara yönelik işkencelerle yeniden biçimleniyor sadece. İnsanın kendinden olmayana tepkisi ve korkusu; onun da aynı nefreti geri iletmesinin sebebi. Uğradığı haksızlıkların sertleştirdiği Magneto; Scarlet Witch ve Quick Silver’la başlattığı, zamanla yöntemlerini benimseyenlerle büyüttüğü toplulukta, öfkesiyle haklı çıkmaya çalışıyor. Ona sen delisin diyememek, X-Men evreninin lezzetine lezzet katan tarifindeki gizli madde.
Listeyi büsbütün üstünlük savaşı diye özetleyebilirim. Bir sebepten farklı evrenlerin deha yaratıcıları, benzer bir kibri kodlarına yerleştirmiş karakterlerinin. Kimisi görece haklı yerden, kimisi sentetik ihtiyaçlardan, kimisi de yaratılışı öyle olduğundan. Sizin favori karanlık yolunuz hangisi?
2 Comments
Yalnız Skynet ve Matrix ajanları kötü değiller. Özellikle Skynet özelinde baktığımızda, Skynet’e bir görev veriliyor ve görev dünyayı tehditlerden korumak. Skynet’de en büyük tehditin insanlık olduğu sonucuna vararak “insanları yok edersem dünyayı korurum” önermesini kabul ediyor. Matrix ajanları için ise Animatrix’i izleyin derim. İnsanların, barı içinde yaşamak isteyen makinelere karşı yürüttükleri faşizan yaklaşım sonucu makineler de hodri meydan dediği için bu noktaya gelinmiştir. Yani sözün özü Skynet ve Matrix ajanları kötü değil, o evrenlerde insanlık kötü ve sorunların kaynağıdır. Tıpkı şu an günümüzde olduğu gibi.
Kötülükten bahsettiğimiz her listeyi, insanları ele alacak şekilde genişletebiliriz. Aynı şekilde iyilerden bahsettiğimizde de illaki giren birkaç insan olacaktır. Animatrix’i izlemiştim, savaşta başlangıçta makinelerin barışçıl olduğunu biliyorum. Ancak son aşamayı dikkate aldım çünkü bu konuda Doctor Who’cuyum. Gerçekten zeki formlardan çıkan iyi ve barışçıl üçüncü yollara inanırım. Bakış açım bu şekilde farklı düşünebiliriz tabii ki. 🙂
Skynet’i ise bilinç kazanan bir form olarak okumayı seçiyorum ki terminator serisinin özelliği bu gözümde. Ortada bilinç olduğu için yine yukarıdaki fikrime geliyorum. Teşekkürler yorum için. İyi ki yazdınız, başka fikirler almayı severim.