Tanrı’ya şükürler olsun bitti.
Into the Woods’un credits ekranı akarken bunu düşündüm: Tanrı’ya şükürler olsun bitti. Eğer Geekyapar için Oscar ödülleri öncesi törende yarışan tüm filmlerin etraflıca bir değerlendirmesini yapma yolculuğuna çıkmamış olsaydım muhtemelen bu credits ekranını göremezdim. Hayatımın iki saati tamamıyla Into the Woods’a ayrılmazdı. Filmlerle ilgili notları yazdığım defterine -diğer filmler dört beş sayfadan az tutmazken- iki sayfa bir şeyler çiziktirmez, finalini de “Aman yarabbi bu film hakikaten kötü” diye tamamlamak zorunda kalmazdım.
Bakın, filme sebepsiz yere gömdüğümü düşünmenizi istemem. Bilakis, bu Oscar filmleri değerlendirmeleri arasında beni en heyecanlandıran işti Into the Woods. En sevdiği filmler listesinde üç müzikal olan bir adam olarak bu senenin yarışta ciddi anlamda var olan filmlerinden birinin bu janrda olması beni mutlu ediyordu. Üstelik diğer -görece daha- ağır filmlerin arasında beni en mutlu edecek, sorgulamadan eğlendirecek film buymuş gibi gözüküyordu. Üstelik nedendir bilinmez, yıllardır Meryl Streep’in övülen performanslarından birine de denk gelmemiştim. Gelmiş geçmiş en çok Oscar’a aday olan oyuncu rekorunu bu sene genişleten Streep’in ne kadar iyi olduğunu tekrar hatırlamak istiyordum.
Hatırladım da. Film bunu hatırlatmakta pek zaman kaybetmedi. Streep’in girdiği odaya komuta ettiği, sizi izleyici olarak kendisine bağladı tartışmasız bir gerçek. Aynı şekilde bu filmdeki performansıyla Oscar adaylığını hak ettiği de. Meryl Streep’in gerçekten de içinde bulunduğu sahnelere başka bir ışık katmak konusunda inanılmaz bir yeteneği var. James Corden, Emily Blunt ve Anna Kendrick’in başını çektiği kadro hiç de hafife alınacak bir ekip değil, fakat Streep neredeyse hiç efor sarf etmeden her birini ilk kreş piyesine çıkmış çocuklar gibi gösteriyor.
Fakat Streep’in performansı filmi izlemek için yeterli mi? Hayır, değil. Streep’in büyüleyiciliği bir noktadan sonra filmin sıradanlığı içerisinde boğuluyor. Bakın, ben müzikal seven bir insanım ve müzikal sevmeyen genel çoğunluğun nelerden şikayet ettiklerini biliyorum. Şimdiden uyarımı yapıyorum, müzikal sevmiyorsanız bu film size gerçekten de sistematik işkence gibi gelecek. Bir kere, film neredeyse tamamen uç uca eklenmiş şarkılardan oluşuyor.
Bu kağıt üzerinde ciddi bir problem değil. Eğer doğru uygulanırsa (örn: Jesus Christ Superstar) arasında hiç diyaloğun olmadığı bir müzikal cidden sizi sürükleyebilir, kendine hayran bırakabilir. Fakat bunu yapması için şarkıların sağlam olması; daha da önemlisi -hem görsel, hem de işitsel olarak- tonlama ve tempo konusunda değişken olması gerekir. Into the Woods’da, size yemin ediyorum, hangi şarkı ne zaman bitti de yerini yeni bir şarkıya bıraktı anlamanız mümkün değil. Kulağınıza tüm şarkılar bir noktadan sonra birbirinin aynı gibi geliyor, engelleyemiyorsunuz. Rutini kıran bir Hosanna, bir Do You Hear the People Sing, bir Tradition yok burada…
Bu filme korkunç bir monotonluk katıyor ki, bunu kırması için etrafınızda başka bir şeyler görmek istiyorsunuz fakat yok. Cinderella’nın üvey kız kardeşlerinin gardırobu ve başta yapılan birkaç şaka / ima size filmin ilk başta vaat ettiği “bütün masallar toplandık” havasının yetişkin mizah ve görsellerle kırılacağını, çeşitleneceğini düşündürtüyor ama hayır. Filmin varmak istediği ve bu Once Upon a Time vari ön planın dışında kalan bir mesajı var. Fakat oraya gelene kadar yaptıkları, ne öncesinde gelen diğer Broadway uyarlamalarından farklı; ne de sahip olduğu şey size o yolculuk sırasında keyif verebiliyor.
Broadway sahnesinden beyaz perdeye bir şeyler uyarlarken işin içine biraz kara biber katmanız gerekir. Into the Woods bütün çeşniyi alıp kendisine saklıyor. Bu tip, monoton giden ve sırtını şarkıların güzelliğine değil de, sözlerin güzelliğine (saygılar Stephen Sondheim) bağlayan müzikaller sahnenin büyüsüyle ayakta dururlar. Kamera bu büyüyü siler, atar. Sizin onun yerine koyacak bir şeyler bulmanız gerekir; Tom Hooper’ın Les Miserables’daki devasa devrim setleri gibi, Fiddler on the Roof’un harika sinematografisi ve ikonik sahneleri gibi, ya da örneğini vermekten bile ürperiyorum ama en azından Mamma Mia’daki muazzam lokasyon tercihi gibi.
Into the Woods’da bunlar yok. Tüm film birbirine benzeyen setlerde, oyuncular birbirine benzeyen şarkıları söylerken aynı çizgide 2 saat boyunca hiç kıpraşmadan seyrediyor. Dürüst olayım, bir müzikal hayranı olarak pek dargın vaziyetteyim. Maalesef Broadway’den beyaz perdeye uyarlanırken büyüsünü kaybeden müzikallere bir yenisi daha eklendi. Nine, Sweeney Todd, Phantom of the Opera, yer açın bakayım yen arkadaşınıza…
2 Comments
Oscar yarış incelemesi yazıyor da 4 yazıdır gözüm biraz daha somut yorumlar arıyor. En iyi filmde şansı yok yardımcı kadın oyuncuyu alabilir gibisinden. Sonuçta tahmin dehası bir site
onlara daha sonra gireceğiz geeklord. şimdi filmleri teker teker yazıyoruz, sonunda bir oscar tahmini patlatacağız.