Edebiyat severler, Shakespeare geekleri; toplanın! Geek Dosya’nın “Kelimelerin Adamı” ayında geldiğimiz üçüncü hafta için, sizlere bu sefer bu şairi tanıma yöntemlerini anlatacağım. Shakespeare kim, nasıl biri, ne tür bir manyak minvalindeki bilgileri, eserlerindeki repliklerden analiz yöntemiyle çekip çıkarmaya ne dersiniz mesela? Öylece salt bilgiye giden kısa beton yol yerine; dolaylı ve tatminlik duygusu uyandıracak renkli taşlarla döşenmiş bir patikaya dalalım mı?
Öncelikle Shakespeare denince aklınıza gelen kavramları düşünmenizi istiyorum. İlk gelen fikir muhtemelen “aşk” temasıyla doğrudan ilişkilidir, hatalı mıyım? Bunun sebebi çok açık: William Shakespeare’in aşkı ele alış şekli, diğer şair ya da yazarlardan çok daha farklıydı. Kelimelerle oynayışıyla bile bu duyguyu değişik bir pencereden yansıtmayı başarmıştı. “Aşk adamı” olan bu ünlü edebi kişilik, peki başka ne tür konularla da tanımlanabilir? İşte tüm yazının amacı da bu aslında: Kısa yoldan Shakespeare’i tanımak ve anlamak. Kişisel olarak seçtiğim üç farklı temada, sizlere vurucu sözlerle bunları yorumlamaya çalışacağım.
Tavsiye Notu: Yazıdan yüzde yüz verim almak için: Lütfen saat beşte, serçe parmağınız havada olarak kavradığınız çay bardağından çayınızı yudumlarken okuyunuz. Dikkatiniz için teşekkürler, iyi okumalar dileriz. (Adım Berna. Gözlerimin rengini bilmiyorum. Biritiş şakalarını severim.)
İlk Not: Dosya konularımda bana ilham olan, yardımcı olan herkese teşekkürü borç bildiğimden, bu seferkini de es geçmek istemedim. Shakespeare’in aşağıda yer alan spesifik eserlerindeki analizleri yapan Ayşegül Deniz Toroser Ateş ve Özlem Karadağ hocalarıma; ve elbette bu yazı fikrinde tuzu bulunan ev arkadaşıma (nanana Ketsili Kadın Deniz!) kucak dolusu sevgiler. Seviliyorsunuz! <3
Aşk Adamı Shakespeare!
Shakespare’in kişiliğinden kopup gelen ilk özellik elbette ki aşk olacaktı. Her sonesinde bağıra çağıra ele aldığı, her oyununda mutlaka olayların gidişatını yakından etkileyen bir unsur olarak belirlediği bu “aşk” konsepti, Shakespeare için başta sayılması gereken özelliklerden biri.
Kişisel hayatı ele alındığında, homoseksüel olmasıyla da beslediği tutkulu duygular da göze çarpan bir etken. Hal böyle olunca, her ne kadar bir kadına yazıldığı bariz olan sonelerini görsek de, bir beyefendiye ithaf edilen sonelerine rastlamak da mümkün oluyor zaman zaman. Sonuç olarak aşk bu, aşk!
Shakespeare’in aşk olgusunu anlamak isteyen insanlar genellikle en klişe yöntem olarak Romeo ve Juliet oyununa bakarlar. Direkt bu olgu üzerine planlanan hikaye, trajik sonuyla da okuyucuya etkilenmesine yol açacak nedenler veriyor. Fakat Shakespeare sadece Romeo ve Juliet’ten ibaret bir aşk adamı değil. Sonelerine bakınca, ne demeye çalıştığımı anlayacaksınız:
(…
Love alters not with his brief hours and weeks,
But bears it out even to the edge of doom.
If this be error and upon me proved,
I never writ, nor no man ever loved.)…
Değişmez aşk kısa da sürse saatler ve haftalar,
Aşk dediğin kıyamete dek yaşar.
Eğer yanlışım varsa ve bu bana kanıtlanırsa,
Demek hiç yazmamışım, kimse sevmemiş asla.
116. Sone‘sinden son dört satırı çekip çıkarttım ama; aslında her sonesinde bu tür mesajı bulmanız mümkün. Gerek sevgiliye olan iltifatlar, gerekse aşk için düzülen övgülerle Shakespeare her sonesinde bu temayı çok iyi yansıtıyor. Ele aldığım 116. sonesinde ise, aşka ne kadar değer verdiğinin kanıtını görebilmemiz mümkün. Bu satırları yazabilen, bu sembolleri ve metaforları her sonesine yedirebilen bir adamın, aşktan anlamıyor olduğunu söyleyebilecek tek bir insan evladı tanımam. Aşk olgusunun ne kadar vakit geçerse geçsin, gerçekten hissedilen ve de büyükçe önem verilen bir duygu olduğu sürece insanlığın son gününe kadar sürebilecek bir şey olduğunu söylemesi bu mesajı verebilecek yeterlilikte. Son iki satırdaki iddiaları da, aslında bu aşk adamlılığının ispatı: Eğer bu aşk hususunda hatam varsa, o zaman dünya üzerinde kimse birbirini sevmemiş demektir. Çok çarpıcı, çok iddialı bir beyan. Adem ile Havva’dan bu yana bütün insanlığı ele aldığınızda, bir yüz yılında bile hiçbir aşk duygusunun yaşanmadığını savunabilir misiniz? Hayır hiç sanmıyorum. Zaten şairimizi de davasında ve de kişiliğinde haklı kılan bu: Gözümüzün önündeki gerçeği, kelimelere kattığı değerlerle ispatlaması.
Mağdurların Sözcüsü Shakespeare!
Şu yazımda ele aldığım bir hususu daha ayrıntıya dökmek istiyorum bu maddede aslında. Olayın duyar kasmak, mağdur edebiyatı yapmak ya da bilimum benzeri meseleyle alakası yok, tamamen beni kalbimden yaralayan bir monolog olduğu için her imkanım olan yerde bahsetmeyi arzuluyorum sadece: Shylock’un uzun konuşması.
Kimseyi doyurmasa bile, alacağım intikamı doyurur. Beni aşağıladı, yarım milyondan etti, zararlarıma güldü, kazancımla alay etti, halkımı hor gördü, işlerimi köstekledi, dostlarımı soğuttu, düşmanlarımı kızıştırdı – neden yaptı bunları peki? Ben Yahudiyim de ondan. Yahudi’nin gözü yok mu? Yahudi’nin elleri yok mu; organları, boy posu, duyuları, duyguları, heyecanı yok mu? Aynı yiyecekle beslenmiyor mu, aynı silahla yaralanmıyor mu, aynı hastalığa yakalanmıyor mu, aynı yolla iyileşmiyor mu, aynı kışın ve yazın üşüyüp ısınmıyor mu? Farkı ne Hıristiyan insandan? Etimizi kesince bizim de kanımız akmaz mı? Gıdıklayınca gülmez miyiz? Zehirlenirsek ölmez miyiz? Peki ya bize haksızlık ederseniz öcümüzü almaz mıyız? Her şeyde size benzediğimize göre, bunda da benzeyeceğiz tabii. Yahudi Hıristiyan’a haksızlık edince, karşılığında göreceği iyilik ne? İntikam! Hıristiyan Yahudi’ye haksızlık ederse, Hıristiyan örneğine göre karşılığı ne olmalı? İntikam tabii! Hainliği sizden öğrendim, yine size uygulayacağım. Bu işi sizden çok daha iyi yapacağıma da güvenebilirsiniz. (-Venedik Taciri’nden Shylock)
Şu uzun konuşmayı okuduğumda, içim tek kelimeyle “parçalandı”. Tek başına, herkese aynı derinliği ifade etmiyor olsa da, iddia ediyorum ki o dönem İngiltere’sini ve kitabın kalan hikaye örgüsünü bilen bir okuyucuya mutlaka üzücü duygular kazandıracaktır.
Venedik Taciri’nin Yahudilerin hor görülmesi temasına binaen değil bu duygu sadece; her türlü ezilene, mağdur edilene karşı. Dünya üzerindeki eşitsizliklerin, herkesin kendini bir diğerinden üstün görmesinin ya da saçma sapan ayrımcılıkların bir kez daha su yüzüne çıkmasını sağlayan oldukça başarılı bir monolog bana kalırsa. Kısaca “Siz insansınız da ben değil miyim?” demeye çalışan Shylock, bunu sırf bir Yahudi olduğundan dolayı, kendisinin ve yüz yıllardır diğer her Yahudi’nin maruz kaldığı davranışlardan ötürü söylüyor; fakat mesaj çok çarpıcı, çok vurucu.
Şahsen böylesine bir konuşmayı yazan bir edebiyat insanının, kişiliğinde bir ırkçı, ayrımcı ve bilimum insanları gruplayan tipte biri olduğuna inanasım gelmiyor. Kendisi söylese bile bunu, eserlerinde savunduğu fikirlerle onu yalanlayabiliriz. Yani özetle Shakespeare neydi? Shakespeare, sessiz çığlıkların imdadına yetişen mikrofondu. Shakespare, mağdurların hakkını dama atmayan duyarlı biriydi.
Şu monoloğu, istediğiniz herhangi bir başka temayı ele alarak tekrardan düzenleyin ve kendinizce yeniden yazın: Göreceksiniz, her türlü mesajı aynı çarpıcılıkla yansıtacak.
Narsizmden Nasiplenmiş Shakespeare!
Her insanın vazgeçilmezi ve neredeyse her edebi kişiliğin suçlu zevki kibre geldi sıra! Shakespeare’e her türlü güzel imaları olan sıfatları sıralamak ne kadar mümkünse, eserlerinden buram buram kokusu yayılan kibirden de bahsetmek bir o kadar mümkün. Çok mu beklenmedik peki? Hayır. Neden? Çünkü çoğunluğukla her başarılı insanda bu minik egosal tatminlik hissiyatı mutlaka barınır, kaçışı olmaz.
(…
And every fair from fair sometime declines,
By chance, or nature’s changing course, untrimm’d;
But thy eternal summer shall not fade
Nor lose possession of that fair thou ow’st;
Nor shall Death brag thou wander’st in his shade,
When in eternal lines to time thou grow’st;
So long as men can breathe or eyes can see,
So long lives this, and this gives life to thee.)…
Her güzel, güzellikten ergeç yoksun kalacak
Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;
Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
Güzelliğin yitmez ki, asla olmaz ki hurda;
Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
İnsanlar nefes alsın, gözler görsün, elverir,
Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.
Bu satırlar, şairimizin en meşhur sonesi olan 18. Sone‘den bir alıntı. “Seni bir yaz gününe benzetsem mi?” diye başlayan hani. Zaten genelinde, sevgiliye döşenen o güzel iltifatlar ve bir sürü güzel söz yer alırken, sonenin sonuna doğru gelen bir kendini övme hissiyatı daha ağır basıyor. Buna, “sonenin dönüş/değişim noktası” da derler edebiyatta. Tam olarak “senin bu güzelliğin, benim şiirim var oldukça yaşamaya devam eder” mesajını veren Shakespeare, bu iyi yazıyor oluşundaki vurguyu neredeyse her sonesinde bizlere gösteriyor aslında.
Bir edebi eser fiziksel olarak kaybolsa da zihinlerden silinmedikçe, insanlık var oldukça; kısacası zamanın sonuna kadar hatırlandığı sürece asla yitip gitmeyecek bir şeydir. Shakespeare’in, sonesinde anlatmaya çalıştığı şey bir bakıma bu. Fakat kendisi “ben o kadar iyi yazıyorum ki, senin güzelliğin de benim yazdıklarım olmasa on para etmez” minvalinde bir temayla bunları kaleme alınca, insan ister istemez Shakespeare’in de hafiften kibri olduğunu inkar edemez hale geliyor
(So is it not with me as with that Muse,
Stirr’d by a painted beauty to his verse;
Who heaven itself for ornament doth use,
And every fair with his fair doth rehearse;
Making a couplement of proud compare,
With sun and moon, with earth and sea’s rich gems,
With April’s first-born flowers, and all things rare
That heaven’s air in this huge rondure hems.
O’ let me, true in love, but truly write,
And then believe me, my love is as fair
As any mother’s child, though not so bright
As those gold candles fix’d in heaven’s air:
Let them say more than like of hearsay well;
I will not praise, that purpose not to sell.)Ben başka bir ozanım. Öbür manzumeciler
Boyalı güzel görür kalemi alır ele
Göğü tutup onunla yazdıklarını süsler
Her güzeli benzetir kendindeki güzele.
Hem de ne şatafatlı teşbihler çifter çifter:
Güneşle ay; toprağın denizin cevherleri
Nisan tomurcuklan nice bulunmaz şeyler
Yeryüzünü kuşatan o cennet çemberleri. ..
Ben gerçeği yazarım benim sevgim gerçek ya:
İnan olsun sevgilim güzellerin güzeli
Ana yavrusu gibi pek parlak olmasa da
Gökyüzünde yanan o altın kandil misali. ..
Onların boş lafları olamaz benim işim:
Satacak değilim ki niçin övecekmişim.
Bu kibirine ek bir örnek olarak da 21. Sone‘sini şuraya komple bırakayım. Ayrıyetten bir analize ihtiyacı olduğunu bile düşünmüyorum ama kısa bir yorum bırakabiliriz sanırım. Bizim Shakespeare özetle, diğer yazar ve şairleri küçümseyen bir bakış açısı ele almış burada. “Benim boş laflarla işim olmaz” diyor adam, daha ne desin? Kim ne kadar başarılı yazarsa yazsın, kendisi kadar içi dolu ve değerli yazmıyor demeye çalışıyor bir bakıma. Fazla söze gerek var mı? Yok. Ama kibir, adamı yargılamadan infaz etmeye değer bir sebep mi? Kesinlikle hayır.