Google’ı açıyorsunuz. 1980’ler Türkçe Pop şarkıları yazıyorsunuz bir yere. Google kendisi bir şeyler listelemeye başlıyor zaten. Gözünüze hemen çarpanlar var. Sezen Aksu’dan Şinanay. 1989 tarihli. Nilüfer’den Erkekler Ağlamaz, 1985’te çıkmış. Ajda Pekkan var elbette. 1983’te Uykusuz Her Gece’yi çıkartmış. MFÖ orada, unutulmaz Ele Güne Karşı 1984’te çıkmış. Rahmetli Kayahan’ın 1988 tarihli Geceler’i var. Biraz daha folklorik tatlar arayanlar için Destina var 1988’de Yeni Türkü’den gelmiş.
Şimdi ben bunların her birine dikkatli bir göz gezdirmenizi rica ediyorum. Sıralayalım önce. 83’te Pekkan var. Uykusuz Her Gece.
İlham kaynağının disko olduğu çok belli. Arka vokaller, enstrümanlar. Zaten Amii Stewart’ın Working Late Tonight şarkısının baştan aranjmanı. Biraz ileri atlayalım. 85’e gidelim. Nilüfer gelsin. Erkekler Ağlamaz desin.
Arkada belirgin Batılı bir ritm ve yine Batı’ya göz kırparak giden bir takım pasajlar var, ekseriyetle de Akdeniz gitarları duyuluyor aralardan. Nilüfer’in pamuk gibi sesi resmen insanın kulağını okşuyor zaten. Aynı Uykusuz Her Gece gibi.
En sona gidelim. 89. Sezen Aksu gelsin.
Yani bir dinler misiniz gerçekten aradaki farkı? 80’lerin başında disko havasının üstüne dimdik şakınmış bir güfteden, 80’lerin ortasına Akdeniz esintili bir ipeksi vokal şovuna geçtik, yalnız son durağımız arkada bazen herhangi bir enstrümandan olacağına inanamayacağınız seslerin çıktığı ve nakaratının şinanay da yavrum şina şinanay şekli bir beş sene önce akıl hayal almayacak gevşeklikte kelimelerden oluştuğu bir müzik oldu.
Müzik akımları ve anlayışları, kümülatif olarak ilerlerler. Belirli dönemlerde belirli popüler akımlar çıkar. Bu akımlar ortalığı kasıp kavurur. Fakat ardından, bunlara alternatif kültürler çıkar. “Bir dakika abi ne kadar saçma sapan işler yapıyorsunuz?” der, itiraz eder ve farklı bir şey sunarlar. Çoğunlukla bu kontra-kültür akımları küçük çapta kalır ve sadece sevenlerinin aklında yer ederler. Yalnız bazen, doğru zamanda ve doğru yerde duruyorlardır. Bu yüzden de tutarlar. Kendileri ana akım olurlar. Bir gün onlara karşı da bir kontra-kültür oluşur elbette ama, oluşana kadar onların yaptığı şey devrimdir.
Burada paylaştığımız üç şarkıdan ikisi, spesifik olarak da Ajda Pekkan ve Nilüfer’e ait olanları farklılaşmakla beraber çoğunlukla 1970’lerin Türkçe müziğini kasıp kavuran Tanju Okan, Erol Evgin, İlhan İrem tarzı “Hafif Batı Müziği” tarzı, jön sanat icra ediş biçiminin takipçileri. Belirli bir TRT duruş var o şarkılarda. Çok net hissediyorsunuz, Türkiye’nin erken dönemine damga vuran şeklen Batı’ya özenme hâli buram buram sinmiş müziklerin dört bir yanına. Yine bize has tınılar, ezgiler, nağmeler ve vurgular var elbette; ama biraz seçkin. Belli başlı kurallar var uyulması gereken. Belli başlı bir aristokrasi öykünmesi var.
Sezen Aksu ise öteki tarafta hoppa şinanay diyor. Bu arada yanlış olmasın. Kendisinin de birebir bu jön TRT popuna hizmeti var. Bakınız, Haydi Gel Benimle Ol. 84 tarihli.
Ama işte 89’da Şinanay diye dönmüş Sezen Aksu. Daha önce Türkçe müzikte sadece halk müziğinde, aşık ve ozanlarda rastlanan bir doğallık hâli var; ancak o müzikte olduğu gibi kırsal kesime ait bir doğallık değil bu sefer. O dönemin kentleşmeye başlamış kitlesinin ağzı kullanılmış şarkıda. Sokak ağzı yani. Mahalle ağzı. Sonradan Aksu’nun müziğinde daha sert de göreceğiz. Çok filtrelenmemiş, çok elekten geçirilmemiş. Kaldırım üstünde konuşulduğu şekli ve hâliyle plağa kaydedilmiş. Alternatif bir durum. Garip bir durum. Karşı kültür bir durum. Ve elbette Türkiyeli insanlar olarak hikayenin devamını biliyorsunuz, kendisi de sonrasında başlı başına ana akım olmuş bir durum.
Şimdi açın Google’ı. Aynı aramayı tekrarlayın, ama bu sefer 1990’lar Türkçe Pop şarkılar yazın. Müzik altyapılarının kafa öğüten perküsyonlarını, anlamsız kliplerini, çok korkunç kostümleri falan geçip sözleri dinleyin. 70’lerde kayda geçilmesi tahayyül dahi edilmeyecek laflar, deyişler, nakaratlar var. Gerçekten, daha yorgan döşek yirmi yıl önce “mutlandırmak” bir pop şarkısında cümle içinde kullanılmış; oraları geçmişiz, sene 1996 ve Gülşen “Tuta tuta çatlayacaksın be adam” diyor.
Tarkan “Kıl oldum abi” diye çıkmış 1992’de, Sertab Erener “Şşt, şşt, sakin ol” diye seslenmiş dinleyicilerine. Bitmiyor da ha, “Tavla beni” diyen bir tarafta, “Roma’yı da yakarım” diyen öteki tarafta, “Bandıra bandıra ye beni doyamazsın tadıma” diyen beri yanda… Hey corç versene borç, olmaz maykıl bende de yok diye şarkı var yani sayın okur. Argo kullanımı, sokak deyimleri, yeni kentselleşmiş lisanın izdüşümü popüler müziği ele geçirdi demek istiyorum esasen. Bir devrim yani bu. Ve gerçekten devrimin göbeğinde tek başına Sezen Aksu duruyor.
Elbette Aksu’yu tek başına kahraman ilan ederken kısmen ayıp edeceğimiz isimler var. Hem Aksu’nun Onno Tunç başta olmak üzere yol arkadaşları, hem de Aksu’yla benzer dönemde hareket edip biraz önce ya da biraz sonra aynı sonuçlara varan dönemdaşları var. Ama Aksu farklı bir konumda duruyor, çünkü hem pop müzikte o yıllarda yaşadığımız kasıntılıktan arınma hâli onun nevi şahsına münhasır deliliğiyle başlamış görünüyor. Üstelik onun sancağını taşıyanlar da onun koyundan kanadından çıkmış isimler. Sertab Erener, Aşkın Nur Yengi, Levent Yüksel mesela; onun öğrencileri, onun prodüktörlüğünden çıkıp geliyorlar.
Ve enteresan olan şey ne biliyor musunuz? Bu argo hâli, bu kademeli gelen gevşek samimiyet Türkiye’ye uluslararası pop müzik dünyasında bir yer açıyor. Sezen Aksu’nun belki de bu geçişin en büyük sembolü olan albümü Gülümse’si Balkanları gezdi mesela, o albümün ilk parçası Hadi Bakalım yurtdışında single olarak çıktı. Sonrasında gelen albümü dünyaya yayıldı. Doğru bir şeyler vardı belli ki bu hissiyat içerisinde, Türkiye’nin o aşamada iyiden iyiye kentleşmeye başlayan ancak hâlâ bir takım kırsal değerleri taşıdığı için kafası fena bir şekilde yanmış olan neslinin dışavurumu karşılık buluyordu çünkü. Sadece sağda solda ufak başarılar da değil üstelik. Aksu’nun bu sokak devrimi, kendi sesinden değil ama, kendi kaleminden Avrupa’da ciddi bir hit de üretti.
Tarkan yakın vakitte, onu Megastar yapan albümün 20. yıldönümüne çok yakın bir döneminde 10. stüdyo albümünü saldı dünyaya. Biz de oradan hatırlayıp geriye bakmaya başladık zaten. 20 yıl önce gelen o albüm, Ölürüm Sana, bu şarkıyla açılıyordu. Avrupa’yı sarstı bir anda Tarkan. Biz o sıralarda dünyadaydık. Türkiye’deydik. Yaşıyorduk. Biz de anlamadık ne olduğunu. Gerçekten, sadece “ben ve saz arkadaşlarım” anlamında söylemiyorum. Yekten Türkiye olarak gerçekten ters ayakta yakalandık bu başarının karşısında. Panik olduk. O panik esnasında Tarkan’ı askere falan çağırdık, olmaz fotoğraflarını falan dolaştırdık, kendi kafamızı da Tarkan’ın kafasını da çok karıştırdık. Reha Muhtar falan da konuya dahil olunca çok uzun sürmedi başarı. Ama 1997 civarında bir süre için Türkiye’nin uluslararası bir yıldızı vardı.
Biz o zamanlar bunun adını koyamamıştık hiçbir biçimde, ama sanıyorum işin aslı buydu. 1980’lerde Türkçe pop müziği, aynı Türkiye’nin geri kalanı gibi şeklen Batı’yı örnek alma yönünde samimiyetsizleştiğini ve yapaylaştığını fark etmiş, bunun da artık dinleyici nezdinde çok karşılık bulmadığını anlamıştı. Farklı bir sokak hâli vardı. O sokak hâlinin tezahürü hem ülkede benimsendi, hem de o temiz samimiyet çok çok bize ait olduğu için Avrupa pazarına var olmayan bir alternatif sundu. O alternatif de kısa bir süre de olsa uluslararası bir başarı elde etti işte.
Eminiz o döneme bakan eskinin jönleri içlerinden şuna yakın bir şey geçirmişlerdir:
“Biz böyle mi gördük babamızdan / Ele güne rezil olduk / Yeni adet gelmiş eski köye bak / Dostlar mahvolduk”.
Öpüyoruz.