Damon Lindelof; Lost’un yaratıcılarından. The Leftovers’ı da o yapmıştı. Tomorrowland ve Star Trek Into Darkness‘ı yazdı. Şimdi HBO için Watchmen dizisi yapacak. Bunun için hayranlara beş sayfalık bir açık mektup kaleme aldı. Ben çevirmek için elimden geleni yapıyorum. Çünkü hepimizin okuması, anlaması; bence doğru şeyleri beklememiz bakımından çok önemli. Buyurun.
Sevgili Watchmen hayranları,
Merhabalar. Benim adım Damon Lindelof, bir yazarım. Aynı zamanda hepinizin çok sevdiği bir bir şeyi an itibariyle kirletmekle meşgul haysiyetsiz bir piçim.
Ancak olduğum tek şey bu değil.
Ben on iki yaşında bir çocuğum, ilk iki sayıyı babamın elinden alıyorum. “Bunun için hazır değilsin” diyor dişlerinin arasından, gözlerinde bir yaramazlığın izleri var. Annem ve babam yeni boşanmışlar, babam da biraz serseri takılıyor; o yüzden ben kendimi yatakta, fener ışığıyla aydınlanmış sayfalara bakar, Komedyen’i tekrar tekrar düşerken izler buluyorum. Babamın hatası var. Ben buna hazırım. Çünkü bu sadece benim için yazılmış.
Ben otuz sekiz yaşındayım. Bir adam bana Watchmen’i televizyona uyarlama şansını sunuyor. Film uyarlaması çıkalı daha bir sene olmuş, ama bu önemli değil. Ona ilgilenmediğimi söylüyorum, bence uyuyan köpekleri yattıkları yerde bırakmalı ki bir araba lastiği altında ezilsinler ve karınları deşilsin. Bunu diyorum. Göndermeyi anlamıyor.
Babamın tekerlekli sandalyede bir adamla pazarlık yapmasını izliyorum. On beş yaşındayım ve New York’ta bir çizgi roman fuarındayız, bunlar çizgi roman fuarına katılmış olmayı itiraf etmenin seks yapmak isteyen kimsenin kendine yakıştıramadığı bir davranış olduğu günler. Ben kesinlikle başka biriyle seks yapmak istiyorum. Babam tüccarı otuz dolara, yakında bir film olacak Watchmen’in otantik senaryosunu satmaya ikna ediyor. “The Watchmen” senaryosundan parçalar okuyor şimdi, ekip Özgürlük Heykeli’nin önünde teröristlerle kapışıyor. Bir şeyler yanlış. Babamın kaşları çatıyor, önündeki metni hayal kırıklığı ve öfkenin karışımı bir bakışla tarıyor, sanki çocukmuş da Noel Baba ona bu sene hediye alamayacağını söylemiş, ardından da evi soyup ailesini dövmüş gibi. “Bu ne amına koyayım?” diyor babam. İlk defa benim önümde küfrediyor.
Bir başka adam bana Watchmen’i televizyona uyarlamam için fırsat teklif ediyor. Kırk yaşındayım şimdi. Ona bunun bana daha önce teklif edildiğini ve reddettiğimi söylüyorum. Neden reddettiğimi soruyor. Ona açıklıyorum; Alan Moore yıllar içerisinde ısrarlı bir netlikle Watchmen’in çok spesifik bir mecra için yazıldığını, bu mecranın çizgi romanlar olduğunu, hareketli resimlere dönüştürülürse mahvolacağını belirtmiş. Bu Başka Adam bir saniye duruyor, sonra da soruyor – “Alan Moore kim ki?”
Yirmi üç yaşındayım ve Los Angeles’ta yaşıyorum. Babam doğum günüm için New Jersey’e geliyor, elinde bir hediye var. Watchmen “grafik romanının” yeni bir sürümü bu. Bana açıklıyor, yayıncının hakları elinde bulundurabilmesi için bunu yapması gerekiriyor. Bana diyor ki, Dan, Adrian, Jon, Walter, Laurie; hepsi serfler, onlara asla özgürlük vermeyecek bir feodal lord için çalışıyorlar. Babam biraz sarhoş. Daha da ötesinde, riyakarlık yapıyor bana bu yeni sürümü alarak. “Biliyorum, biliyorum…” diyor, gözlerinde o aynı yaramaz bakış, şimdi daha kalın camların arkasında. “Ama o kadar iyi ki.”
Daha Da Başka Bir Adam bana Watchmen’i televizyona uyarlama fırsatı sunuyor. “Sadece bir pilot” diyor, “Çok da coşmayalım”. Artık kırk üç yaşındayım ve Ortodoks Yahudilik’e dair okuduğum bir şeyi anımsıyorum. Çoğu din yayılma ve dönüştürme üzerine odaklanırken, Ortodoks Yahuduilik üye alımı aramıyor. Başka inançtan biri Ortodoks Yahudi olmak isterse, reddediliyor. Eğer ikinci kez soracak kadar inatçıysa, daha da sert bir retle karşı karşıya kalıyor. Ancak eğer üçüncüye soracak kadar yüzsüzse? O zaman kapı aralanıyor. Eğer inanca yeterince zaman, emek ve fedakarlık verecekse gruba dahil ediliyorlar. Neden bunu düşünüyorum? Watchmen’e iki kez hayır dedim. Bu beni Ortodoks Yahudilik yapıyor. Kapıyı aralıyorum. Artık ben de iki yüzylüyüm.
Babamın hasta yatağının başında ayakta duruyorum. Yirmi dokuzum, kendimi son kez ‘genç’ kabul edeceğim yaştayım. Nefes borusu iki saat önce çıkartılmış, doktorlar babamın on beş dakikadan fazla dayanmayacağını söylemişler. Bu bir klişe. Ben bir klişeyi yaşıyorum. Babam bilinçsiz ve bana son bir bilgelik aktaracak, benden gurur duyduğunu söyleyecek durumda değil; zaten bunu hiç yüksek sesle de söylemedi. Zayıflayan kalp ritmlerini duyuracak bir makine yok. Babam makinelerin ötesinde artık. Serin ellerini tutuyor ve Tanrı’ya dua etmemeye çalışıyorum, çünkü babam Tanrı fikrinden bile nefret ediyor. Bunun yerine babamın Tanrı’larına dua ediyorum. Cthulhu’ya dua ediyorum, Sonsuz Kozmik Sayı 42’ye dua ediyorum. Bundan çok daha az karmaşık bir galakside bekleyen Dr. Manhattan’a dua ediyorum. Televizyon açık ve Lakers şampiyonluğu kazanıyor. Babam basketbolla hiç ilgilenmezdi. Kuralları bile bilmezdi. Öldüğünde en sonunda anlıyorum ki ben de kuralları bilmiyorum. Kimse bilmiyor.
Kırk beş yaşındayım ve hayranlara bir mektup yazıyorum. Watchmen’in hayranlarına. Kelime kullanımı aşırı, paylaşım konusunda fazla cömert; ama hiçbir şey insanları sizin tarafınıza çekmek için babanızın öldüğü vakti anlatmak kadar iyi değildir. Böylesi mahrem detayları yabancılarla paylaşmak ilgiye aç ve zavallı ve manipülatif ve yapışkan ve gerekli ve özgürleştiricidir. Aynı zamanda Mr. Moore’dan aldığım bu kuantum gözlemleme yönteminden de uzaklaşmanın zarif bir yöntemini arıyorum, ki hayranlara direkt olarak soğuk, hırsız kalbimden seslenebileyim. Belki de onlara üçüncü şahıs kipleriyle hitap etmeyi bırakıp, ikinciye geçmem, böylelikle de birinciye yaklaştırmam iyi bir fikir olabilir.
Ne dersiniz bu hoşunuza gider mi?
Öncelikle, eğer Watchmen üstünde çalışmam sizi sinirlendiriyorsa, özür dilerim. İçten içe o kadar da ciddi özür dilemediğimi, ciddi özür dileyecek bir durumda olsam bu projeye atlamayacağımı düşünüyor olabilirsiniz. Haklısınız, ancak umarım bu durum özrü boşa çıkarmaz çünkü bunu samimiyet ve saygıyla size sunuyorum.
Saygı. İkinci öncelikle’m bu. Alan Moore’a devasa ebatta bir saygı duyuyorum. O mitolojik seviyede olağanüstü bir yetenek. Ona bir mektup yazdım, kısmen bu mektuba da benziyordu çünkü ona; neden onun isteklerini böylesine açıkça deldiğime dair bir açıklama borçluydum ve ondan üstüme bir lanet koymamasını kibarca rica ettim çünkü o sihir biliyor ve belli ki bunu yapabilir. Cevabı, ya da cevap verip vermediği benimle onun arasında. Söylemeye belki gerek bile yok, Mr. Moore ben mektubu yazmadan da önce kimsenin kendi eserini uyarlamasını istemediğini defalarca söyledi. Uyarlamak bir kibir. Daha da fenası, etik değil.
Etik olmayan davranışları rasyonalize etmenin milyonlarca yolu var. Örneğin, Mr. Moore’un partneri dahi sanatçı Dave Gibbons’ın da başyapıtına erişim konusunda eşit bir hakkı olduğunu ve kendisinin bu projeyi onayladığını söyleyebilirim. Ya da hatırlatabilirim ki Mr. Moore da başkalarının yaratılarına dişini geçirmişti: Batman, Superman, Captain Britain, Marvelman (benim için asla “Miracleman” olmayacak) Swamp Thing ve League of Extraordinary Gentlemen gibi; en ağırı da zaten Watchmen karakterlerinin Charlton karakterlerinden baz alındığı gerçeğiydi O hâlde ben niye aynısını yapmaya hak sahibi olmayayım?
Değilim. Hak sahibi değilim. Hakkım yok. Ancak yine de…
Mecbur hissediyorum.
Bu projeyi devralmaktan doğacak nefret ve tepkiye rağmen kendimi mecbur hissediyorum. Bu negatif hissiyat özellikle de kaynağından dolayı acı verici olacak. Sizden söz ediyorum.
Gerçek hayranlar.
Vakti zamanında bir kişi bir şeyin gerçek bir hayranıysa, bu şeyden nefret etme hakkının olmadığını savunmuştum. Mühim bir yazar bu söylediklerimi yanlış buldu ve bana sadece dizinin yaratıcısı olduğum için kimin gerçek hayran, kimin olmadığını belirleme hakkımın bulunmadığını söyledi.
O yazar televizyon eleştirileri için Pulitzer aldı. Bana Prometheus için Razzie bile vermediler.
O yüzden bu argümanı da kabul ediyorum. En nihayetinde en azılı, ne örnek versek, mesela New York Jets taraftarı bile belki de Nash Bridges’da çalışırken ilk maaşına tamı tamına denk gelen bir para vererek aldığı replika Namath forması sırtındayken ciğerlerini patlatana kadar “BERBATSINIZ ALLAH KAHRETSİN BERBATSINIZ” diye bağırabilir. Ancak asıl mesele.
Asıl mesele siz Watchmen’i seviyorsunuz. Bu size ondan nefret etme hakkını da veriyor. Çünkü ne olursa olsun…
Siz gerçek hayranlarsınız.
Ancak ölümsüz P.W. Herman’ı alıntılamak gerekirse…
“Biliyorum öylesin, ama ben neyim?”
Ben neyim?
Ben de gerçek bir hayranım. Ve tek başıma değilim.
Televizyonla ilgili en sevdiğim şey, ortaya çıkan son ürünün tek bir kişinin değil, fakat pek çok parlak zihnin kolektif tecrübesinden doğuyor olması. Her gün hayatımda parçası olduğum tüm diğerlerinden daha çeşitli ve kavgacı bir yazar odasında oturma keyfine nail oluyorum. O odada benim gibi Hetero Beyaz Adam çok yok ve Watchmen’i daha önceden sadece bize ait bir şeymiş gibi sandığımız için kadınlar, azınlıklar ve LGBTQ bireylerin perspektifinden farklı potansiyellerine şahit olmak göz açıcı ve nefes kesici. Bunu kameranın önü ve arkasında da yapmaya niyetliyiz. Diziyle ilgili herkesin Watchmen’i çok sevdiğini biliyoruz. Ancak dürüst olmak gerekirse, biraz da…
Rahatsız etmek istiyoruz?
Tabii artık bu kelimeden nefret ediyorum çünkü bu kelime artık eskisi kadar rahatsız edici değil. Üstelik nasıl bir punk rock’mış gibi yapacağım ki şurada Warner Bros, HBO ve DC ile aynı yatakta kaşıklarken? İşin aslı, herkes; özellikle de Geoff Johns (ki kendisi gerçek hayranın dibidir) gerçekten çok destek oldular. Çizgi romanların patronlarını yazar ve sanatçıları sömürdüğü için tekmelemek hep eğlenceli, fakat hepimiz Jack Kirby’ye ne olduğunu bilmemize rağmen her Marvel filmine ilk gün bilet alıyoruz değil mi? Öyleyse… hangi vaktin kendine uyarlamak için uygun olduğuna nasıl karar vereceğiz?
En önemli noktaya geldik. Belki de tek önemli kısım. Bizim kreatif niyetimiz.
Mr. Moore ve Mr. Gibbons’ın otuz sene önce yarattığı on iki sayıyı uyarlamak gibi bir derdimiz yok. O sayılar kutsal topraklardır. Tekrar yürümek, tekrar yaratmak, tekrar üretmek ya da reboot etmek gibi bir derdimiz yok.
Ancak remixleyeceğiz. Çünkü o şarkılardaki bas çok iyi ve sample’lamamak ahmaklık olur. Orijinal on iki sayımız bizim Eski Ahit’imiz olacak. Yeni Ahit geldiğinde öncesinde gelenleri silmedi, değil mi? Yaratılış. Cennet Bahçesi. İbrahim ve İshak. Sel. Hepsi yaşandı. Watchmen de yaşandı. Komedyen öldü. Dan ve Laurie aşık oldular. Ozymandias dünyayı kurtardı ve Dr. Manhattan Rorschach’ı Antarktika’nın soğuğunda tozlarına böldükten sonra basıp gitti.
Net olacağım. Watchmen dokunulmaz bir külliyattır.
Mr. Moore’un yazdığı, Mr. Gibbons’ın çizdiği, muhteşem John Higgins’in renklendirdiği şekliyle.
Ancak bir “devam” da yazmıyoruz. Bu yaratıcılarının fedakarlıkla yarattığı dünyanın içinde geçen bir hikaye olacak, ancak aynı ona ilham veren işin ruhu gibi, bu da orijinal olmalı. Kendi tektonik plaklarının sismik tahmin edilemezliği içerisinde titremeli. Yeni sorular sormalı ve dünyaya yeni bir mercekle bakmalı. En önemlisi de çağdaş olmalı.
Eski Ahit Seksenlerin Reagan’ına, Thatcher’ına ve Gorbaçov’una münhasırdı. Bizimkisi Trump’ın ve May’in ve Putin’in ve onun üstünde çıplak gezdiği atının frekansında titremeli. Ki atlardan söz etmişken, Dünyanın Sonu da söz konusu değil (THE LEFTOVERS! ŞİMDİ HBO GO’DA!) ki bu da kötü adam ve kahramanlarımızın -sanki fark varmış iki konsept arasında gibi- başka riskler altında top oynadığı anlamına geliyor. Tonumuz taze ve pis ve elektrik ve absürt olacak. Pek çok kişi Watchmen’e karanlık diyor, ancak ben her zaman mizahını sevmişimdir. Bir yandan janraya hayranlık belirtirken, bir yandan da onu trollemek. Böylelikle…
Bazı karakterler bilinmez olacak. Yeni suretler. Onları kapatacak yeni maskeler. Aynı zamanda Kostümlü Serüvenler’in geçmiş yüzyılına şaşırtıcı ancak tanıdık gözlerle bakacağız… Burası da en büyük risklerimizi aldığımız yer olacak. Risk şart. Yüksek bir yerden derinliğini bilmediğin bir suya atlarken yaşadığım o mide hissini hissetmeye ihtiyacım var. Eğer vücudum temasta parçalanacaksa, en azından güzel bir şeyin peşinde yaşanacak bu. Ve dürüst olalım, içinizden küçük bir parça benim karpuz gibi patlamamı izlemek istemiyor mu?
Ancak umarım bir parça da inanılmaz bir şey deneyimlemek istiyordur. Benim ne istediğime gelince? Ben sizin onayınızı istiyorum. Aynı zamanda istememeyi de istiyorum. Twitter’ın afyonkâr yükseklerinden vazgeçtim ama hâlâ Reddit’in başlıklarında metadonumu arıyor ve sabah-sonası özetlerinin sıcak yorumlarını takip ediyorum. Okuyor ve izliyor ve dinliyor olacağım, çünkü her ne kadar istemesem de…
Sizin ne düşündüğünüzü derinden umursuyorum.
Bu da bizi, şükürler olsun ki, mektubumuzun sonuna getiriyor. Sonlar. Biliyorsunuz ki ben HARİKAYIMDIR sonlarda.
Bilge, mavi bir adam hiçbir şeyin asla bitmeyeceğini söylemişti bir gün.
Belki de bilge değildi. Belki sadece korkmuş ve yalnız ve üzgündü diğer her şeyden daha uzun yaşayacağı için, sevdiği her şey ve herkesten. O yüzden umarım bu son yazışmamız değildir sevgili hayranlar, en nihayetinde bu bir pilot ve çok coşmaya gerek yok. Ancak belki de, her şey çalışmasını umduğum gibi çalışırsa ve bana bir fırsat vermeye gönüllüyseniz, belki de son bile değildir…
Bir başlangıçtır?
Saygılı bir kibirle,
Damon