Birkaç yüzyıl öncemizden, fersahlarca uzağımızdan, denizin gerisindeki karlı ovalardan; güzel bir tezatlıkla içimizi umutla ısıtan Anne With An E isimli bir diziden bahsediyordum size en son, rast geldiniz mi? Gelmediyseniz, bu diziyi izlemek için önünüze sebepler koyduğum şu yazıya göndereyim sizi. Bugün ise, diziye ismini veren alev saçlı küçük kızı konuşmak istiyorum.
Dizinin başkahramanının ismi Anne, anladık. Anne, küçük bir kız onu da belirttik. Çilli miliydi, kızıl mızıl saçlıydı, onu da söyledik. Sonra bu dizi pek çok şeyi istemeyerek de olsa itiraf etmeme sebep oluyor, ben çocukları da hiç sevmem. Sevimliymiş, yemek yerken “Aaaaa” diyormuş, kuş görünce “Eeeee” diyormuş, bana göre değil. O zaman bu neyin illa da Anne, billa da Anne tatavası?
Cevabım hem basit hem de iddialı: Anne, son yıllarda izlediğim yapımlarda gördüğüm en iyi yazılan karakterlerden biri. Bu durumda elbette dizinin kitaptan uyarlama olmasının da etkisi vardır. Tek başına iyi yazılmış bir karakter çok bir şey ifade etmiyorsa sizin için, bir artısı daha olduğuna dikkat çekmek isterim, çocuk karakter yazmak gerçekten zordur, bunu biliyorum. Elimden geldiğince Anne’i anlatarak dediklerimi açıklamaya çalışacağım.
Anne Shirley ve Özdeşlik
Anne’in ilk bakışta göze çarpan birkaç özelliği var. Beyaz tenli, cılız, çilli ve kızıl saçlı bir kız çocuğu Anne. Yetiştiği ve yaşadığı bölgenin güzellik standardına uymadığı için, kızıl saçlarından kurtulmak istiyor.
Görünüşü sebebiyle kendine olan güveni eksik, bazen kendisini kimsenin istememesini çirkin oluşuyla açıklıyor. Yer yer de görünüşünden memnuniyetsizliği başına iş açmasına sebep oluyor. Aslında ne kadar sevimli olduğunu gördükçe, siz yerinizde “Yapma kızım, etme kızım” diye kendinizi yırtıyorsunuz ama Anne, sürekli olarak sarı saçlı, siyah saçlı arkadaşlarına özeniyor.
Anne, ismini de beğenmiyor. İsminin son hecesinin “a” sesiyle değil, “e” sesiyle telaffuz edilmesini istiyor, çünkü böylesinin onu daha soylu ve ilgi çekici kıldığını düşünüyor.
Önceki üç paragrafta saydıklarımın hepsi, Anne’in yaş grubunda olan çocukların özelliklerini de özetliyor aynı zamanda. Beyaz tenli, çilli ve kızıl saçlı olmaktan bahsetmiyorum; Anne’in bu özelliklerine verdiği tepkilerden bahsediyorum.
Çocuklar, çevrelerinde gördükleri her şeyi taklit ederler ve bunların arasından genelde iyi tepkiler aldığını gördüklerini de kopyalarlar. Bu durum onlar cinselliklerini keşfetmeye başladıkça uyum amaçlı, ilgi amaçlı basit taklitlerden öteye gider ve özdeşlik kurmaya dönüşür. Yani odasına ünlü insanların posterlerini asanların, sevdiği oyuncuların söylemlerini taklit edenlerin yahut sevdiği sanatçılara gelen eleştirileri keskin bir dille reddedenlerin çoğunlukla 13 – 18 yaş aralığında olması bir tesadüf değildir. Bu davranışları, birdenbire ve tamamen olmasa bile, yetişkinliğe adım attıkça bırakırız.
Anne’in kendisi gibi yetim olmayan, kendisini seven bir ailesi olan ve yaşıtları arasında ilgi çeken / hoşlanılan diğer kızlar gibi olmaya çalışmasının – yani saçlarını siyaha boyamaya çalışmasının veya ismini daha soylu olduğunu düşündüğü bir biçimde telaffuz ettirmesinin sebebi bu.
Anne Shirley ve Birey Olmak
Anne, ergenliğindeki pek çok kişi gibi hayat içerisindeki yerini tayin etmeye çalışıyor. Bir yandan çevresindekilere uymaya ama bir yandan da sivrilik yaptığı noktaları, çevresine kabul ettirmeye çalışıyor. Yani bir birey olma mücadelesi veriyor. Hepimiz gibi Anne de büyüdükçe, her yeni sezonda, bu sivri kenarlarını budamayı öğreniyor. Ancak bu mücadeleyi veren herkese nasip olmasını dilediğimiz gibi, kendinden de ödün vermeden, kendi üslubuyla yapıyor bunu.
Diğerlerinden sivrilen nesi var Anne’in? Görünüşü sebebiyle kendine olan güveni eksik demiştim ama kesinlikle pasif, pısırık bir karakter değil bir kere. Belki hayalciliği, belki çocuklara özgü cüretkârlığından ötürü, olur olmadık işlere kalkışma konusunda hiç de çekingen değil. Hele birinin başı derde girdiğinde veya birinin hakkı yendiğinde, onun ne kadar cesur olduğunu daha net görüyoruz.
Bir diğer ayırıcı özelliği ise umutsuz bir romantik ve amansız bir hayalci oluşu diyebilirim. Kendi içinde oluşturduğu güzel ve renkli bir dünyası var. Bir gün camdan bakıp kar yağdığını gördüğünde kış kraliçesi oluyor; başka bir gün ağaçların arasında tilkilerle konuşan bir prensese dönüşüyor; ertesi gün ise gecenin bir köründe uyanıp korkusuz bir şövalye olduğunu düşlüyor.
Bütün çocuklar biraz böyledir, karakter yazımının bir başarısı da bu elbette. Ama Anne’de değişik bir şeyler var. Sanki bir görev gibi, içinde kurduğu dünyayı dışarıya yansıtmaya ve çevresindeki herkesi de kendi maceralarına ortak etmeye çalışıyor. Bu görevinde de çoğunlukla başarılı oluyor, bir şekilde, bir günlüğüne yahut bir anlığına bile olsa kış kraliçesi olduğunu insanlara kabul ettirebiliyor.
Edebiyatı, şiiri, romanları, sanatı çok seviyor. Sanırım artık kimsenin video yahut Instagram hikâyesini bırakıp okumadığı bir çağda yaşayan insanlar olarak bizler için, Anne’in en ayırıcı özelliklerinden biri bu gibi gözüküyor. Bugün sosyal medya ve bilgiye erişimin kolaylığı yüzünden okumuyor insanlar; Anne’in yaşadığı zamanlarda da bilginin azlığı yahut bilgiye ulaşımın zorluğu sebebiyle okumuyorlarmış. Sebepler değişiyor ama bu, okur – yazar insanın henüz yaşken eğilmesini ve öyle veya böyle asıl ilerlemeyi de bu insanların gerçekleştirmesini değiştirmiyor. Anne’in ince ruhu ve insanlara sağlayacağı fayda böylece belli ediliyor. Anne, ormanda, yetişkinlerin girmesinin yasak olduğu derme – çatma kulübesinde bir öykü kulübü oluşturuyor.
Topluma karışmadan yani kültüre doğmadan önce, çocukluğumuzda, hepimiz doğaya ait bireyleriz. İnsanlar, toplum, kurallar, çıkarlar ve ilişkiler ağı, büyüdükçe bizi doğallığımızdan koparır. Çocuklar akıllarına geleni söylerler, istediklerini yapar; istemedikleri için direnirler. Anne için de böyle.
Anne, doğa ile bir bütün gibi, açık havada olmayı seviyor, hayvanlarla iletişim kuruyor. Hatta Anne’i bir ormanda veya bir deniz kenarında görseniz, oraya ait olmadığını düşünmeniz çok zor. Hem kendisini, hem çevresini keşfetmek en büyük arzusu gibi. Yeni bir şeyler öğrendiğinde derhal uygulamaya sokuyor, herkese de göstermek ve başarılı olmak istiyor.
Bu keşif süreci içerisinde Anne de hepimizin bir dönem düştüğü ikilemlerle boğuşuyor. Bu bütün çocukların geçtiği bir dönem aslında; benmerkezci düşünmenin ardından gelişiyor. Okuduğu hikâyelere taş çıkartacak bir aşk yaşasın istiyor ama evlenmemek de istiyor. İnsanlarla iyi anlaşmak, onlarla arkadaşlık kurmak istiyor ama onlar gibi olmayı istemiyor. Kendisini kabul ettirebilmek istiyor, ev işlerinden tutun da, odun kesmeye kadar gönüllü oluyor ama gururunu ve inadını da asla bırakmıyor. Bazı konularda çok beceriksiz ama her şeyi yapabileceğine inanıyor, bazen de en basit şeyi yapamayacağına kendisini ikna ediyor.
Anne Shirley ve Bam Teli
Anne, yetim kalmış, zor zamanlar geçilmiş, istenmemiş bir çocuk. Dünyada kendisine uygun bir yer olup olmadığından emin değil ama bütün kalbiyle bir yere ait olmak için çabaladığını görüyorsunuz. Küçük yaşında bu kadar şey atlattıktan sonra bile gözlerinin neşeyle ve umutla bakmasından etkileniyorsunuz.
Anne, çocukluğa özgü saflığıyla dünyanın iyi bir yer olabileceğine sizi ikna ediyor. Onunla birlikte tavukları yemesin diye tuzak kurulan tilkiyi korumaya çalışıyorsunuz. Çünkü bir noktada bir tilki, karşınıza çıkabilecek olan insanların hepsinden daha çok dostunuzdur.
Anne, ancak çocukların sahip olacağı bir bilinç haliyle, herkesin içerisinde iyilik olabileceğine sizi ikna ediyor. Onunla birlikte herkese ikinci bir şans vermek, herkesin davranışlarının arkasında nedenler barındırdığını anlamak için çaba harcıyorsunuz. Çünkü bir noktada çoğunuz da böylesiniz, bazen istemediğiniz şeyler söylüyorsunuz veya bir noktada hepinizin tanısanız çok iyi insan olan arkadaşları var.
Anne, bütün çocukluğuyla sizi hayal kurmaya ikna ediyor. Onunla birlikte eğer kalbiniz doğru yerdeyse her şeyin mümkün olabileceğine inanıyorsunuz. Dünyanın en bayağı cümlesini kurmuş olabilirim, önemli değil. Çünkü bir noktada hepimizin böyle “Olsa ne güzel olurdu” diyeceği hayalleri var ve bir noktada hepimiz, olması mümkün olmayan şeylerin gerçekleşmesini isteyebiliyoruz.
Anne, sizi geçmişe götürüyor. Onunla birlikte, hayal meyal hatırladığınız anılarınızı düşünüyor, onun eylemlerinde veya düşünce tarzında kendinizi buluyorsunuz. Çünkü hepimiz bir noktada, eskide bir zamanda mutlu olduğumuzu düşünüyoruz ve o güvenli yere geri dönmek istiyoruz. Bir noktada hepimiz, bizi biz yapan şeyleri hatırlamalıyız. Çünkü, çoğu yazısıyla hayata karşı özgün bakışı hepimize taş çıkartan Aslı’nın şurada dediği gibi, nostalji hissinden daha kalıcı ne olabilir ki?
Bunların da ötesinde, en nihayetinde Anne, bir bölümde olmazsa diğer bölümde, içimizdeki bam teline dokunuyor. En kötü diyor Anne, siz beni istemeseniz bile, almaya gelmeseniz bile, şuradaki elma ağacına çıkar, hayaller kurarak uyuyakalırım.
2 Comments
Çocukken animesini izleyerek sevmiştim. Oradaki Anne daha naif bir hayalciydi belki, buradaki Anne daha fırtınalı.Bu küçük kızın hikayesini izlemeye uzun yıllar devam ederiz umarım.
Dizinin üçüncü sezonu pek beklediğim gibi gitmiyor ama katılıyorum, uzun yıllar boyunca Anne’i tekrar tekrar izlemeliyiz 🙂