Yazar: Berat Varol
Oyunlar konusunda benim için en önemli şey rol yapmak olmuştur. Bu sebeple, bana göre herhangi bir oyunun değeri, esasında rol yapma oyunu değilse bile, oyuncuya ne kadar rol yapma imkânı sunduğuyla ölçülür. Ve yine bu sebeple; Crusader Kings II, ağırlıkla bir strateji oyunu olmasına karşın, oyuncuya sunduğu rol yapma imkanlarıyla, zannımca -haddim için özür dilemeyeceğim- en iyi rol yapma oyunlarından biridir
Crusader Kings II, sahip olduğu bu yönle, hikâyesi olan bir oyun. Aslında hikâyesi bitmeyen bir oyun. Elbette oyunu nasıl oynadığınıza göre değişmekle beraber, her bir hikâyesinin sizi derinden etkilediği bir oyun. Çünkü aslında amaç o en yüksek skora ulaşmak olmadığı takdirde, o bitmeyen, sayısız hikâyelerini size yazdıran bir oyun.
İlk Buluşma
Bir kış vakti… Belki de bir sonbahar, yahut sıkıcı bir yaz akşamı -aslında tam olarak hatırlamıyorum. Nedense, Crusader Kings II ile tanıştığım vaktin biraz betimlenmeye ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. Bu tuhaf bir düşünce, farkındayım. Ama yok, aklıma bir şey gelmiyor. Bunda pek de suçum yok. O an etrafıma dikkat etmiyordum ki! Bilgisayar var, ekranda bir harita var; ara ara küçük karakter portreleri beliriyor o ekranda, onun dışında bir şeyler dönüyor arka planda, bir de ben varım ekranın karşısında. Başka hiçbir şey hatırlamıyorum. Ben ve Crusader Kings II.
Doğrusu, ilk buluşmada pek bir ilerleme kaydedemedik: Ben öğrenmeye çalışıyorum, çok zor geliyor oyun. Anlamıyorum işte. Birileri ölüyor, topraklar el değiştiriyor, ben ölüyorum. Bir skor ekranı geliyor sonra, diplerdeyim. Eh, skor ekranını ilk ve son kez o zaman umursadığımdan da hiç haberim yok. Özetle, bana bir şeyler oluyor ve benim ne olduğu hakkında pek bir fikrim yok. Tamam, tamam; hiç yok. Ve devam eden iki saat boyunca değişmiyor bu durum. Nihayetinde kapatıyorum oyunu. Beceremediğimi biliyorum, ancak suç bende olamaz ya, oyunu suçluyorum. Sonraki ay boyunca aynı sokaktan dahi geçemiyoruz.
Sürenin bir aydan fazla olduğuna çok eminim ancak tam olarak ne kadar vakit sonra, ilgili forumlarda başka bir oyun için gezerken Crusader Kings II ile ilgili rehberlere rastladığımı hatırlamıyorum. Dayanamıyorum tabii, açıp bir iki şey okuyorum. Bazı şeyler bir anda mantık içine oturuyor. Ve ben borç almayı, savaş açmayı, öldürmeyi öğreniyorum. Daha önce Crusader Kings II adlı bu oyunu hiç deneyimlemeyenleriniz için söylüyorum; evliliği de saymaz isek, nihayetinde Crusader Kings II, savaş açmak, öldürmek ve bunlar için borç almak üzerine kurulu bir oyun. Sadece, bunu kavramak için masumiyetinizi kaybetmeniz gerekiyor. Aslında bu yazı biraz da benim nasıl iyi bir kraldan zalim bir tirana dönüştüğümle ilgili. O halde ilk günahla başlayalım.
İlk Günah
Dediğim gibi, oyunu biraz anlamışım. Oynuyorum da oynuyorum. Sürekli yeniliyor, krallığımı açlık ve sefalet içinde bırakıyorum. Aslında bende bir hata yok. İyi bir kral olmak için her şeyi yapıyorum. Gereksiz savaşlara girmiyorum, ailemi koruyorum, halkıma iyi bir krallık bırakmaya çalışıyorum. Fakat izin vermiyorlar bir türlü; sinirleniyorum. Tam her şey iyi gidiyor, belimizi doğrulttuk, güçlendik derken; içte bir isyan patlak veriyor. Bazı nüfuzlu fakat alçak lordlar kendi aralarında anlaşmışlar; benim yerime kardeşimi tahta çıkarmak istiyorlar. Anlam veremiyorum buna. “Arkadaş, her şeyi doğru yapıyorum, ne istiyorsunuz benden?” diye veryansın ediyorum ama boşuna tabii. Tüm bunlar olurken kardeşimi hiç suçlamıyorum. Birkaç alçağın planları uğruna onunla aramı bozacak değilim ya! Aile içinde öyle şeyler olmaz. Alsınlar tahtımı!
Ve sonra o an geliyor: Artık oyunu orta seviye biliyorum. Artık daha az masumum, sırf para uğruna savaşlara giriyorum. Bazı lordların önünü, onlar güçlenmeden kesiyorum. Akrabalarıma toprak vermiyorum. Bunu ikimiz için de yapıyorum. Tabii yer yer rahatsızlık duymuyor da değilim. -kendimi ne denli rol yapmaya kaptırdığımı görebilirsiniz- ancak tüm iyi niyetlerin sonu geliyor elbet.
İngiltere’deyim. Krallığım son on yılını canla başla atlatmış. Onuncu yılın sonunda bazı kuzeyli hainlerle savaşa girmişiz. Varımız yoğumuz alınmış ancak vermemişiz topraklarımızı. Ben biraz üzgünüm. Bayağı para kaybetmişim çünkü. Topraklarımda huzursuzluk kol geziyor. Bir savaş çıksa altından kalkamayacağız, her şey yerle bir olacak. Hazinenin başında kardeşim vardı. Can yoldaşım olarak görüyordum. Uzun yıllar, görevini layıkıyla yerine getirmişti ancak savaş sonrası, o zamanlar anlamadığım bir sebepten dolayı görevini eskisi gibi yapamıyordu. Benimse acilen paraya ihtiyacım vardı. Eh, kardeşimi görevinden alıyorum ancak kıyamadığım için ordularımın başına geçiriyorum. Hazineye ise genç ve yetenekli birini getiriyorum. Gelirimiz artıyor, umut var: Krallıkta tekrardan barışı ve huzuru sağlayacağız!
Şu ana kadar, kendimi nasıl kaptırdığımı, nasıl hastalıklı bir role girdiğimi görebilmişsinizdir umarım, çünkü yazının devamında değineceğim şeylerin saçma gelmemesi, ancak bu şekilde mümkün olacak.
Ben, O ve Fatih Sultan Mehmet
Bir kış vaktiydi… Evet, bundan eminim, çünkü tam o sıralarda ateşkes sürelerine bakıyor ve ne kadar zamanımın kaldığını hesaplıyordum. Benim, yerine kardeşimi geçirmek için görevinden azlettiğim eski mareşalim, bana bilenmiş. Krallık içinde kulisler kurmuş, başkalarını yanına toplamış. Alçaklar, kardeşimi benim yerime tahta çıkartmak istiyorlar. Başta önemsemiyorum ancak sayıları arttıkça artıyor. Nihayetinde isyancıların orduları benim toplayabileceğimin iki katına ulaşıyor. Paralı asker desen, yok o kadar param. Daha borcumu ödeyemediğimden borç da alamıyorum. “Peki,” diyorum. “Ne olacak ki? Krallık bir savaşı daha kaldıramaz, kardeşime bırakayım en iyisi”. Bunu dedikten sonra her şeyimi bırakıp, isyancı lordlardan gelecek ültimatomu bekliyorum. Ancak o ültimatom gelmeden bir şey oluyor.
İstihbarattan sorumlu lordum, kapımı çalıyor ve bana karşı bir suikast saldırısının önlendiğini söylüyor. Araştırmaları sonucunda ise bu saldırının arkasından kardeşimin çıktığını söylüyor. Ben aşırı şaşırıyorum. Aslında neden şaşırdığımı da bilmiyorum, kendimi o kadar iyilik timsali kral rolüne kaptırmışım ki, çıkamıyorum rolden. Bayağı bir üzülüyorum. Sinirleniyorum. Sonra o ültimatom geliyor: “Tahttan in!”. Reddediyorum. Krallık parçalanıyor, her yerden ordular fırlıyor. Baş etmem mümkün değil zaten. Ancak artık taktiksel anlamda beş dakika öncesiyle bir değilim. Kardeşim yeni bir yolu daha aklıma sokmuş. Orduları ne kadar fazla olursa olsun, bu lordların bir araya gelmekteki meşru amaçları kardeşimi tahta çıkarmak. Aklıma Fatih Kanunnamesi geliyor. Beni bir gülme alıyor…
“Ve her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı alem içün katl etmek münasiptir.”
Ve o zamana kadar krallıktaki en büyük destekçim olduğunu düşündüğüm, sık sık hediyeler yolladığım kardeşime, bu sefer bir suikastçı yolluyorum. Kardeşimi öldürüyorum. İsyan sonlanıyor, asi lordlar dağılıyor. Krallığa tekrar barış hâkim oluyor. Ancak bu sefer aynı kral yok karşılarında. Sonraki on beş yıllık saltanatım boyunca tek bir isyan daha çıkmıyor. Arkamdan akraba katili diyorlar, fakat hepsi önümde eğiliyorlar…
Çocuklarımız, Babalarımız, Amcalarımız…
Kardeş ile başlattığı süreci, onunla bitirmiyor Crusader Kings II. Bir kez başladınız mı, sonu gelmiyor. Bu zalim oyun, içinizdeki tiranı ortaya çıkarıyor. Yeri geliyor baba ile oğlun savaşı peyda oluyor, yeri geliyor emanet edildiğin amcan ordularıyla üstüne yürüyor. Yeri geliyor kuzenini ordunla kovalarken kıta değiştiriyorsun, yeri geliyor annen ile toprak için cenk ediyorsun. Yeri geliyor krallıklar almak için düşmanınla evlenerek akraba oluyorsun, yeri geliyor sırf portresini çok beğendin diye bir kadının aşkı için bir imparatorluğu karşına alıyorsun…
Ben iddiamın arkasındayım: Amacınız skoru umursamadan rol yapmaksa, oyunun size sunduğu sayısız olasılık içinde trajik, epik ve dahi komik bir hikâye yazmaksa, Crusader Kings II en iyi rol yapma oyunlarından biridir.