Marvel’ın, içerisinde küresel bir salgının da bulunduğu çeşitli nedenlerle üzerimize içerik fırlatmaya verdiği bir yıllık nadas – bu arayı böyle ifade etmeyi sevdik– WandaVision dizisinin ilk iki bölümünün yayınlanmasıyla sona erdi. Çizgi roman evrenini sadece uzaktan bilen, süper kahramanları ise peşi sıra çıkan üçlemeleri, beşlemeleri, dizileri takip eden biri olarak, ilk tanıtımların yayınlanmasından itibaren bu diziyi seveceğime dair bir his duyuyordum. Zira “büyük güçlerimizle birbirimizi dövelim ve arkasından gidip hamburger yiyelim” anlatısı, çoğu zaman beni olması gerekenden fazla içine çekmemişti ancak eski zamanların kahkaha efektli komedi örneklerinin içerisinde; kafa karıştırabilecek, değişik bir hikâyeye kim, nasıl hayır diyebilirdi?
Çizgi romanlar, süper kahramanlar filan derken, WandaVision fırsatını kullanıp, en başından severek yetişebildiğim dördüncü faz için, yazının başına doğrudan oturdum. Buraya kadar açık etmeyi beceremediysem söyleyeyim, WandaVision’ı ilk iki bölümüyle beğendim, alternatif bir iş olduğunu ve tahmin ettiğim gibi ilerlerse potansiyelinin yüksek olduğunu düşünüyorum. İlerleyen bölümleri bilemem ama siyah-beyazlığına rağmen renkli anlatım tarzıyla, bin yıllık klişe sub-urban karı-kocalık, ev hanımlığı, meraklı komşular gibi unsurları kendi evreni içerisinde kullanışıyla, örgüsüne kattığı ve ilerleyen bölümlerde açılacağını düşündüğüm hafif gizemli ve tuhaf havasıyla WandaVision, güzel başladı. Buradan sonra gelin, birlikte bakalım: WandaVision nasıl olmuş, neler vaat ediyor? Şuraya da uyarımı iliştireyim, resimden sonrası spoiler içerecektir.
Spoiler uyarısı yaptım ama aslına bakarsanız ilk iki bölümde, tanıtım filmleri ve diziyle ilgili gelen bilgilerden daha fazla spoiler içerecek bir şey yoktu. Birkaç gönderme haricinde, tam manasıyla tanıtım filmlerinden sonra beklenebilecek iki bölüm izledik. Henüz tam olarak anlamadığımız bir şekilde ilk bölümde Wanda ve Vision’ı, bir Amerikan banliyösüne -burada varoşları değil, Batı tarzı şehirden uzak ikamet merkezlerini kastediyorum- henüz taşınmış şekilde buluyoruz. Wanda ve Vision’un güçleri yerlerinde duruyor, jenerikten itibaren bize bunu anlatıyorlar, o kısımlar alıştığımız gibi. Jenerik Marvel yapımlarından alıştığımız gibi ama orası ayrı, çok tatlı ve görünen o ki bölümlere göre değişecek girişler hazırlamışlar, dizinin genel esin kaynaklarına uygun şekilde. İlk beş-altı dakika içerisinde Wanda ve Vision’ın alışılmadık bir çift olarak, alışıldıktan başkasını ummayan bu kasaba içerisinde kendilerine bir yer bulmaya çalışmalarını; bu esnada da kendi alışılmadık özelliklerinin mizaha yorulacağını anlıyoruz.
Bu tarz yazılarda illa bir şey açıklamam gerekmeyecekse, bölümün olay örgüsünü yazmaktan kaçmaya çalışıyorum. Zaten zorlasak yarım saatten iki bölüm mevcut, yazıyı buraya adamayalım. Elizabeth Olsen ve Paul Bettany, karakterlerini, onları MCU’da izlerken alışkın olduğumuz bazı yönleriyle, alışkın olmadığımız bu 60’lar aile komedisinin içerisine sokmayı başarmışlar. Siyah-beyaz bir Tatlı Cadı tonlamasının içerisindeki yürüyen bilgisayar, süper, insanüstü varlık Vision betimlenmesi, beklediğimden çok daha iyi. Olsen ve Bettany’nin yanında, çizgi romanlardaki Agatha’nın karşılığı olduğunu düşündüğümüz Kathryn Hahn’nın canlandırdığı Agnes, izlemeyi en sevdiğim karakter oldu iki bölümdür. Daha önce Captain Marvel’da Monica olarak izlediğimiz Teyonah Parris’i de gördük ikinci bölümde ancak kendisi hakkında henüz Agnes kadar yorum yapamıyorum. Bu karakterler hakkında bilgi almak için belki şuraya bakabilirsiniz. Agnes ile Monica’nın yanında, Jimmy Woo rolüyle Randall Park’ın ve henüz kendisini göremesek de geleceğini bildiğimiz Kat Dennings’in canlandırdığı Darcy’den hareketle, Wanda’nın zihninde ya da bu yeni gerçeklikte ne oluyorsa, hepsinin failleri olan önemli yan karakterlerin, Marvel evreninde ya da çizgi romanlarda geçen kişiler olduklarını söyleyebiliriz. Bir noktada uyanmalarını bekliyoruz tabii.
İlk bölümlerde Bewitched isimli 1964 yapımı diziden esinlendikleri için buradan gidelim: Tatlı Cadı gibi bir ismi olan, aileyle izlemeye uygun, ek olarak içerisinde kahkaha efekti barındıran ve siyah-beyaz çekilen herhangi bir yapımdan ne beklerseniz hepsi, ilk iki bölümde mevcuttu. Banliyö hayatıyla ilgili yapılabilecek espriler ve geçirilecek göndermelerin, bugün, hem 2021 yılında hem de o kültürün bir parçası olmayarak baktığınızda size çok hitap etmeyeceğini düşünebilirsiniz. Ama az önce de ifade etmeye çalıştığım gibi, ortada Vision’un yürüyen, üstün bir bilgisayar olması, Wanda’nın bildiğimiz Scarlet Witch olması, üzerine her ikisinin de bunun farkında olması ve elbette, bizim seyirci olarak, bu karakterlerin Marvel evrenine ait olduklarını bilmemiz gibi büyük bir yabancılaştırma unsuru var ve bu yabancılaştırma iyi çalışıyor. Başını görüşünüzden sonunu çıkarttığınız espriler; “Hah, şimdi de bu olacak” dediğiniz olaylar, bir meta katmandan diziyi izlediğiniz için zevkli hâle geliyor.
İlk bölümden bir örnek vereyim: Kasabada yaşayan diğer herkesten zeki olduğunu bildiğiniz başrolünüz, sabah, herkesin düşünmeden sadece söyleneni yaptığı işine gidiyor ve burada hepsinden iyi çalışmasına rağmen yeteneğinin yeterince değerlendirilmediğini düşünüyor; daha fazlasını yapmak istiyor. Karşıdaki insanlar ise onun sorularına ve çabasına “Gözlerimi kaparım vazifemi yaparım” çiğliğinde cevaplar veriyorlar, bazen ne dediğini de anlamıyorlar. Yanlış anlamalardan ya da dil sürçmelerinden doğan, klasik, ta Karagöz – Hacivat’tan beri kullanılan bir mizah biçimi. Ama başrolünüz Vision olduğu için, herkesten fazla çalışması, bu bağlamda, masasına koyulan binlerce formun data analizini birkaç dakika içerisinde yapması anlamına geliyor. Yahut bütün gün hamur işi yiyip, o esnada da topluma faydalı bir iş yapıyormuş gibi görünmeye çalışan klasik beyaz erkek tipinin arasına giriyor Vision. Burada “Güvenlik protokolleri ve gözetim stratejileri”nden bahsetmeye başladığında, Vision’un sadece oraya çok da ait olmayan farklı bir kişi olduğunu değil, dünyayı işgal eden uzaylılara karşı binlerce olasılığı eleyen Jarvis’in devamı olduğunu hatırlıyorsunuz. Tabii ki uzun bir zaman bu şekilde giderse, mesela 45 dakikalık 20 bölümden müteşekkil bir diziden bahsediyor olsaydık, yabancılaştırma da etkisini kaybedebilirdi, tadı kaçabilirdi. Fakat ikinci bölümden anladık ki böyle tek formül devam etmeyecek, içimiz rahat olabilir.
Tam bu noktada sizi gerçeklere döndüreyim ve bence dizide şuraya kadar saydıklarımdan daha güzel olan bir şeye geçeyim. Siyah-beyaz yıllar dedik, banliyö yaşantısındaki ‘ufak’ bir sırrı olan alışılmadık çift dedik, iyimser hava dedik diye, her şey tatlı ve sakin değil. Dizinin; sakin ve tatlıdan, ürkünç ve tuhaflığa doğru ani geçişleri var. En azından ilk iki bölüm için böyleydi, umarım böyle de devam eder. Komik bir sahne izlediğinizi düşünüyorsunuz çünkü sahnedeki karakterler komiklikler yapıyorlar, anlatılan hikâye alışkın olduğunuz bir kesite ait, arkaya kahkaha efekti vermişler, bölümde söylenen şarkı bile “Ali Babanın bir çiftliği var” minvalinde. Ama bazen karakterler bir şey söylüyor ya da karakterlerden birine bir şey oluyor ve kimse, o ana kadar yaratılan atmosfere göre davranmıyor. Ufak bir şaşırma anı, hafif bir ürperti havasında bir an, sahnedeki karakterler de bir tuhaflık olduğunu anlayacak gibi oluyorlar ve bitiyor. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bir yabancılaştırma unsuru olarak bunu da sayabiliriz sanırım. İkinci bölüm, ilk bölüme göre daha bu tatlılık-tuhaflık ikilemindeydi bu yüzden ikinci bölümü daha çok sevdim.
Birkaç paragraf önce oyunculuklardan bahsederken dizide gördüğümüz ama henüz bilmediğimiz veya yeni tanıştığımız yan karakterlerin Marvel evreninde ya da çizgi romanlarda geçen kişiler olduklarına değinmiştik, muhtemelen o tuhaf birkaç saniyelik anlarda onlar da, belki Wanda’nın kafası karıştığı için belki de apayrı bir anomaliden dolayı bu gerçekliğe direniyorlar.
Bölümlerdeki göndermelerden bahsetmeliyiz elbette. Bir Marvel yapımından, eninde sonunda da Marvel evreninin en yeni fazını başlatacak olan bir diziden bahsediyorsak, sürüsüne bereket gönderme beklememiz normaldir ve varlar. Bazıları belli ki dizinin ana temasına, olay örgüsüne bağlanacak; bazıları ise hoş bir detay olarak kalacaklar. İki bölümde de yer alan reklamlar, kendi başlarına zaten hoş düşünülmüşlerdi bence ama tost makinesinin Stark Industries‘e, kol saatinin ise Hydra’ya ait olması başka bir boyut kattı, devamını bekliyorum. Stark’ın tost makinesi reklamında, tostun hazır olmasına doğru makinenin yaptığı geri sayım ve kırmızı nokta, muhtemelen çoğunuza benden daha çok şey ifade etmiştir. Hydra’ya ait saat reklamında ise model olarak Strucker ibaresi geçiyordu, bu da bize Age of Ultron kötülerinden, Shield içindeki Hydra ajanı Baron Strucker’ı hatırlatıyor elbette. Strucker’ın Wanda ve Quicksilver’a güçlerini veren deneyden sorumlu olması, Wanda’nın bilinçaltına da iyi bir gönderme.
İlk bölümde üzerine kalp çizilen takvim günü, bölümün olay örgüsü içerisinde bir anlam ifade ediyordu ama bunun yanında pek çok yerde Infinity War yahut Vision’un ölümüyle bağlantılı olabilir diye bir şeyler okudum, ben o kadar dikkatli değilim. Bu varsayım, ne kadar çabalasalar da o tarihin anlamını hatırlayamamaları ama bir doğum gününü ifade etmediğinden emin olmaları ve Vision’un bölümdeki “I can’t for the life of me remember” repliğine dayanıyor. Bunların yanında her iki bölümün sonundaki kayıt sahneleri, ikinci bölümdeki helikopter ve arıcı kıyafetli kişinin üzerlerindeki Sword logosu gözden kaçabilecek gibi değil. Daha ayrıntılı yakalayan varsa yazın. Mutlaka benim yakalayamadığım, bilmediğim yahut ilerleyen günlerde kare kare inceleyen Reddit kullanıcıları sayesinde hepsini öğrenebileceğimiz bir sürüsü daha çıkacaktır.
Gelelim asıl problem ve gizemi oluşturan soruya: Bütün bu olanlar Wanda’nın zihninde mi gerçekleşiyor yoksa Wanda yeni bir gerçeklik mi yarattı? İlki ise Wanda’yı zihnine bu kadar gömen şey ne oldu, orada nasıl bir hikâye bizi bekliyor? İkincisi ise Wanda bunu isteyerek mi yaptı yoksa bir başkası mı onu buna zorladı? Bu soruların cevabını, bu ilk iki bölümden kesin şekilde alamadık. Fakat özellikle ikinci bölümden yola çıkarak, sadece Wanda’nın etkilendiği ve onun zihninde gerçekleşen olaylardan değil de yeni ve farklı bir gerçeklikten söz ediyoruz. Karakterlerin olması gerektiğinden farklı tepkiler vermeleri, bazen Wanda’dan ya da durumdan korkmaları, siyah-beyazlığın içerisinde renkli gördüğümüz oyuncak uçak; aynı şekilde siyah beyazlığın içerisinde Dottie’nin elinde kırılan bardak sebebiyle renkli gördüğümüz kan, Wanda’nın bir anda zaman atlaması yaşayarak karnı burnunda hamile gözükmesi… Bunların hepsi, Wanda’nın ve muhtemelen diğerlerinin zihninde asıl gerçekliği hatırlatan tetikleyici rolü oynuyorlar.
İkinci bölümün sonunda, bu gerçeklik artık neyse, onun üzerinde Wanda’nın kontrolü olduğunu da anlamış olduk; sadece, bu kontrolün boyutunu henüz bilmiyoruz. Söz konusu yapay gerçekliği kimin yarattığı, daha doğrusu Wanda’nın isteyerek mi böyle bir şey yaptığı yoksa mecbur mu bırakıldığı sorusuna gelirsek; Wanda’ya radyodan seslenen ve Jimmy Woo’ya ait olduğu düşünülen ses, “Sana bunu kim yapıyor?” diye soruyordu. Buradan yola çıkarak, zorunda kaldığı gibi bir sonuca ulaşabilirdik. Fakat diğer yandan da mutlu hamileliğinden sonra, kostümlü kişi kapısında belirince ve işler sarpa sarmaya başlayınca olayları geriye aldı, kendi mutlu bulduğu yerden devam etti. Bu da durumundan memnun olduğunu ya da en azından bir inkârın içerisinde kalmayı tercih ettiğini düşündürüyor. Bunların yanında hâlâ Wanda ve diğerlerinin, bir şekilde Wanda’nın gücü manipüle edilerek bu alternatif gerçekliğe sokulmuş olma ihtimalleri de var bence. Biraz Agents of Shield’ın LMD sezonu gibi bir şeyden bahsediyorum, belki böyle bir şey çıkacak.
Belki bunca şeyin arasında çok önemli değildir, bölümü izleyip gördünüz ki yazının burasına kadar ulaştınız ama görsel anlatımdan bahsetmeden de yazıyı bitirmek istemedim. Belki benim gibi çoğu kişinin aklına da izlemeden önce takılmıştır; nasıl olacak da dizi 60’lar havasında, 60’lar gibi çekilecek ama Vision, MCU’daki gibi görünecek ve Scarlett Witch tüm güçleriyle yer alacak, büyü yapacak diye. İşin açığı, tam olarak 60’lar havasında olması diziyi görsel açıdan rahatlatmış bence. Ufak, pratik efektlerle Wanda’nın büyülerini, yine o eski yapımlarda gördüğümüze yakın şekilde yapmışlar ve genel tonun arasında bunlar insanı hiç rahatsız etmiyor. Mesela yüzük sahnesinde Wanda ve Vision’un elleri, yüzük geldikten sonra önceki konumunda değildi, montajı belli ediyordu tabii ki ama amaç da buydu. Bu dizide şimdiye kadar gördüğümüz şekliyle Wanda’nın güçleri de zaten iş, uzay araçlarının üzerinde tanrıları dövüyoruz boyutuna gelmediği sürece, bu tarz sırıtmayacaktır. Daha ziyade zihinsel süreçlerden ve gerçeklik algısından bahsediyoruz, acımasız ve mel’un patlamalardan değil. O yüzden jenerikten Vision’un vücudunun içindeki çarkların betimlenmesine, oradan Wanda’nın tabakları havalarda uçurmasına kadar, gördüklerimden memnunum. Elbette ki yapımcıların bu diziye dökecek devasa bütçesi var ve daha bugünümüze uygun yapılabilirler fakat Agents of Shield‘ta da zaman zaman övdüğümüz gibi, CGI dayamaktansa küçük, basit ve yer yer akılcılığa zorlayan çözümler daha hoşumuza gidebiliyor.
Netice olarak WandaVision, güzel başladı. İkinci bölümün sonunda dünyamız renklendi, bir sonraki bölümde belli ki 60’lardan çıkıp farklı bir zaman diliminden devam edeceğiz. Buradan sonrasında iki ihtimal var: Ya bu sefer de misal 80’ler tarzında bu iki bölüm gibi olaylar izlemeye devam edeceğiz, bir yandan da gizemler bizi takip edecek; ya da cumburlop diye gizemleri dizmeye dalacağız, asıl olaylarımız bunlar olacak, o esnada da misal 80’ler soslu bazı durumlar göreceğiz. Kendi adıma ilkini tercih ediyorum çünkü bu iki bölümü beğendim. Siz ne dersiniz? İlk iki bölümü nasıl buldunuz? Marvel’ın tam gaz devam ettiğine dair bir emare aldınız mı yoksa ‘Düz dizi işte’ mi dersiniz? Yakaladığınız göndermeler, aklınıza yatan teoriler var mı? Yazın, konuşalım.
2 Comments
İlk bölümdeki reklamda tanıtılan “Ekmek Dostu 2000” in çalıştırma sesi Iron Man’in elinden ateş edeceğinde çıkan ses ile aynıydı. Çok alâkasız bir detay ama fark ettiğimde minnak bir tebessüm ettim.
Çocukken Bewitched izlememiş bir nesil için biraz şaşırtıcı olabilecek, Supernatural’ın absurd bir bölümü gibi eğlenceli başlayan fakat bir türlü uyanmadıkları için bu işi sakız gibi uzatacaklarından korkutan bir giriş yaptılar. Tabii bir sitcom geleceği barizdi ancak bunu yaparken arka planda neler olduğuna dair bir şeyler de görebileceğimizi ümit etmiştim. Espriler bin kere gördüğüm şeyler olunca haliyle hiç gülmedim. Zaten çoğu taklidin taklidi gibi gülmemizi değil burada bir şeyler yanlış hissi vermek için yapılmış sanırım fakat bütün sezonu da böyle çekmezsin. İnanılmaz sıkıcı olsa da ikinci bölümün sonundan itibaren olayların gelişeceğine olan inanç ile 6/10 luk bir puanda değerlendirebilirim. Tabii MCU’nun bize bu Phase’de ne vaad ettiğini ortaya koyacak dizi olduğu için biraz ekstra canım sıkılmış olabilir. Yıllar geçiyor ve gıdım gıdım bilgi verip merak uyandırma işi artık tutmuyor. Tekrar on yıl önceye falan dönmedik. Biraz haber takip edenler sonunda nereye bağlanabileceğini tahmin ediyor, o zaman lütfen 60’lar özleminizi bir kenara bırakın (Nedense Wonder Woman 84’e çok benzettim) ve bize dişe dokunur bir şeyler verin artık. Bir dönemi başarıyla taklit ediyorsan et. Etmiyorsan da vakit geçsin diye uzatma. Yorumum WW84 ve onun üstüne izlediğim New Mutants’In hayal kırıklığı ile yoğurulmuştur 🙂 (Not: YT’da reaksiyon videosu izleyip herkesin kahkahalarla güldüğünü görünce kendimden şüphe etmedim değil)