“Sayın yolcular, tren harekete geçmek üzeredir. Sonraki üç durak boyunca yerinizde kalmanızı ve kendinize dikkat etmenizi öneririz. Hat boyunca yaşanacak birtakım tehlikeler ölümünüz ile sonuçlanabilir. Merak etmeyin, böyle bir durum olursa, konuyla alakalı görevlilerimiz vagonlarımızda mevcuttur. Tabii ki çığlıklar atarak kaçmak da her zaman bir seçenek ama bunu yapmamanızı şiddetle tavsiye ederiz. Şaka yapmıyorum, şiddet kullanmaktan çekinmeyiz. Dedektiflerimiz olayları açıklığa kavuştururken, güvenlik görevlilerimiz düzeni sağlamakla meşgul olacaklardır. Olur da ölürseniz yaşayan dünyaya geri gelmeyi deneyebilirsiniz ama başarılı olmanız durumunda en kısa sürede sizi eski cansız halinize döndüreceğimizden şüpheniz olmasın. Şimdi lütfen koltuklarınızda rahat rahat oturun ve dışarıdaki manzaranın tadını çıkarın. Keyifli yolculuklar.”
Çok uzun bir süre sonra ilk kez geçen ay yaptığım bir tren yolculuğunun ardından, trenleri ve demiryollarını ne kadar sevdiğimi bir kez daha gördüm. Tren ile gittiğim şehirler ne kadar güzel olsa da aldığım keyif ne kadar fazla olsa da bütün yolculuğun en güzel kısmı benim için tren yolculuğunun ta kendisiydi. Böylece sonraki dosya konumuz olan trenler ile demiryollarına geliyoruz ve bu konunun ilk yazısında da senaryoların raylar üzerinden aktığı filmleri konuşuyoruz. Tabii ki hikâyelerin vagonların içinde geçtiği bütün filmleri konuşamıyor olacağız ama en azından üç tanesine değinebiliriz.
Sonraki durak…
Doğu Ekspresinde Cinayet
Bugünlerde Doğu Ekspresi deyince aklımız Kars’a kayıyor olabilir ve evet ben de bunu daha yeni öğrenmiş olabilirim. Bir süre boyunca çevremdeki insanların sürekli Kars’tan paylaşımlar yapmasıyla benim için büyük bir sis perdesi oluşturan bu gizemi, oraya giden yeni bir “Doğu Ekspresi” olduğunu öğrendiğimde ancak çözebilmiştim. Yine de Hercule Poirot’un çözmeye çalıştığı gizemli cinayet Kars’a giden bir trende değildi. İstanbul’dan yavaş yavaş Paris’e doğru harekete geçen trenin içinde gerçekleşmişti bu cinayet ve üç detayı bir araya getirip mutlak gerçeğe ulaşan dedektifimiz için bu ölümün yarattığı bilinmezlik, cinayetin failleri bulunduktan sonra bile tam olarak çözülememişti. Bazı gerçekler mutlaklığını kaybetmezken gerçeğin arkasındaki diğer değişkenler olayları daha da karıştırabiliyor. Bizim dedektifimiz her ne kadar ilginç bir sonuca çıkmış olsa da siz siz olun, tren yolculuğuna çıkarken yanınıza bir büyüteç alın. Sonuçta vagonlarda nasıl bir gizemle karşılaşacağınızı bilemezsiniz. Tabii biz yine de sizin bir cinayet gizemiyle karşılaşmamanızı umuyoruz.
Snowpiercer
Haftanızın her günü iyi geçmeyebilir. Bazen kaldırımda bir sakıza basarsınız, bazen elektriğiniz, suyunuz veya internetiniz kesilebilir. Bazen de bütün dünya, uygarlık ve insanlık yok olur ve sağ kalanlar tek bir trende varlıklarına devam etmek zorunda kalır. Dediğim gibi, bazı günler böyledir. Parasite ve Host gibi filmlerin yönetmeni olan Bong Joon Ho’nun elinden çıkan Snowpiercer, insanların sınıflara ayrıldığı bir “tren dünyasını” konu alıyor. Vagonlar düzeninin en gerisinde ezilen alt sınıflar artık bir devrimin zamanının geldiğine karar veriyorlar ve planlı bir şekilde harekete geçiyorlar. Gidilecek ise sadece tek bir yön var, ileriye, lokomotife doğru. Peki Bong Joon Ho tüm bu kavramları ve sınıflar çatışmasını biraz daha sakin bir şekilde ve zarafetle işleyebilir miydi? Bu noktada yönetmenimiz daha doğrudan ve saldırgan bir yaklaşım belirlemiş. Belki bazen yaşamımızda da böyle davranmamız gerekiyordur ama bu filmin tıpkı bir tren yolculuğu gibi hissettirdiğini söyleyebilirim. Heyecanlı, farklı, sallantılı, gürültülü ve en nihayetinde bitse de bir noktada ayağa kalkıp ara versem, azıcık yürüsem dediğiniz bir türden.
Train To Busan
Ölüler ne zaman ölü kaldı ki? Ha bir de ölümden dönüp koşmaya başlıyorlar. Son sekiz yılda sadece bir kez koştuğumu hatırlıyorum, sanırım o da 2020 yılındaydı. Bir arkadaşım otobüsün kaçmak üzere olduğunu görünce koşmaya başladı, ben de onun arkasından mecburen koştum. Bu noktada birtakım insanları takdir etmek gerekiyor ki hortladıktan sonra hemen zıplayıp koşmaya, çığırıp ısırmaya çalışıyorlar. Train to Busan da böyle bir film. Bu sefer karakterlerimizin ölümle olan dansı bir trende geçiyor. Güney Kore yapımı bu film çok keyifli ve sürükleyici. 2020 yılında çıkan ve Train to Busan dünyasında geçen Peninsula filmi ise öyle değil. Zaten bir trende de geçmiyor o yüzden bunu es geçebiliriz diye düşünüyorum.
Ve değerli dostlarım demiryollarında tam hız ileri giden filmlerden üç tanesini de böylece konuşmuş olduk. Her birini tabii ki ayrı ayrı incelemek ve farklı sonuçlar çıkarmak gerekir ama bunun için de uygun bir zaman geleceğine eminim. O zamana dek koltuklarınıza yaslanın ve dışarıda yanınızdan geçen giden manzaranın tadını çıkarın. Bambaşka ilginç duraklara varacağımızdan hiç şüphem yok.
Trenlerde, vagonlarda veya demiryollarında geçen hikayeler arasında sizin de sevdikleriniz varsa paylaşmaktan çekinmeyin.
1 Comment
Snowpiercer’ı kesinlikle izlemeyin, ilk 15 dakikasına bile katlanamadığım en saçma filmdir.