Agents of SHIELD ile ilgili en sevdiğim şey, dizinin hiçbir şeyi sakız gibi uzatmak gibi bir derdinin olmaması. Gerçekten. Bunu sezonda 23 bölüm çıkartan karasal yayın dizilerinde sıklıkla görmezsiniz. Genelde yazarlar yaratıcılık anlamında bir tavana çarparlar ve kendilerini tekrar toparlayana kadar izleyiciyi oyaladıkça oyalama yöntemine başvururlar. Whedon & Tancharoen ikilisi bu yönteme bugüne kadar hiç başvurmadılar. Ne HYDRA meselesinde, ne Inhuman meselesinde, ne de Simmons’ın uzay macerasında…
YouTube kanalımızda GeekMuhabbeti konumuz AoS S03E02 idi:
Her zamanki gibi, resimden sonra spoiler’larımız var.
Bölüm 1839 senesinde, İngiltere’de açıldı. Sonradan uzaya portal olan taşın etrafında şekillendiği anlaşılan bir nevi tarikatın toplantısını gösterdi dizi. Örgütün ne olduğu ve o kapıya kazınmış logonun varlığı muhtemelen önemli bir yer kaplayacak sezonun geri kalanında. Bölümün sonundaki bir diyalogdan, Inhuman mevzusunun Jiaying’in umduğu kadar izole ve gizli kalmadığını zaten biliyoruz. Benim tahminim, taşı bilen herkesin, ucundan Inhuman’ları da biliyor olacağı yönünde.
Bu çok büyük ihtimalle, beraberinde artık adı konmuş olan Secret Warriors ekibine toplanan yeni adamları eğitme ve stabilize etme açmazında bizim tayfaya faydalı olacak. Daisy bu konuda ciddi, lakin Blair Underwood‘un karakteri Dr. Garner‘ın ve görevi geçen sezondan beri Coulson’dan şüphe eden adam olmak olan Mack‘in bununla ilgili problemleri var. Dürüst olmak gerekirse, Coulson’a geçen sezondan beri birileri “abi sen biraz delirdin galiba” dediği için, bu sezon yine Mack ve Garner’dan aynı şüphelerin gelmesi bana biraz tekerrür gibi geldi, etkileri de pek yoktu.
Ama bu psikolojik tedavi haricinde, bölüm Secret Warriors hususuna pek eğilmedi. Ama ortada şöyle bir durum var: bu sezonun bütün promosyon malzemelerinde bağıra bağıra Secret Warriors dediler yaz boyunca. Bu belli ki, kafalarında iki bölümlük bir uzay macerası ya da HYDRA’nın yeniden doğuşuna harcayacakları bir mevzu değil. O yüzden, değinmedikleri her saniye, bana geri kalan her şeyle yolunu yapıyorlarmış gibi geliyor: Çünkü bu kadar kocaman bir hikaye örgüsünü ön plana çıkartmıyorsan, muhtemelen arka planda yerini yapıyorsundur.
Buna HYDRA meselesi de dahil. Bu bölümde May’in peder beyiyle tanıştık ki, kendisi saniye başına üç defa “Anana çekmişsin sen” diyerek bizi baymanın yanında, kendisinin HYDRA tarafından hedef tahtasına konulmuş olabileceği imasını da getirdi. Bu sadece May’i ininden çıkartmak için bir oyun olabilir, ama ben -Hunter’ın söylediğinin aksine- Ward’ın şu an o kadar şahsi düşündüğünü zannetmiyorum. May’in huysuz babası, kilit bir role sahip olabilir ilerleyen bölümlerde. O araba kazasını kazara söylemedikleri kesin en azından.
Hakeza, HYDRA’nın da kilit bir rol oynayacağı aşikar. Age of Ultron‘da HYDRA’yı en son bıraktığımızda, kendileri süper insanlarla ilgileniyorlardı. Lakin Inhuman konseptinden haberleri yoktu hâliyle. Ward’ın var. Daha da önemlisi, Ward kapışmak zorunda olduğu ekibin içerisinde güçlerinin tamamen farkında ve kontrolünde –ve artık inanılmaz cool olmuş– bir Inhuman olduğunu da biliyor. O yüzden, bana HYDRA’nın yaptığı hareketler de bir yerden Inhuman meselesine bağlanacakmış gibi geliyor; Strucker’ın oğlunun Garner’a yanaşması gibi.
Ama tabii, bölümün esas meselesi bu değildi. Agents of SHIELD S03E02, bugüne kadar SHIELD bünyesinde yayınlanmış gelmiş geçmiş en kozmik bölümdü şüphesiz. Aynı zamanda MCU’nun Guardians olmayan en kozmik işiydi de. İlk sezondaki gamsız Asgard’lı amcayı getirmeleri bir yana, bölüm çok büyük bir kısmını başka bir gezegene açılan bir portalın etrafında geçirdi. Ve o portaldan geçildi, öteki gezegene gidildi, Simmons alındı ve geri gelindi.
Simmons ve Fitz’in sahneleri, bana soracak olursanız ciddi anlamda gerilim dozu yüksek, tam tadında, tam keyfi yerinde sahnelerdi. Iain de Caestecker yine harikalar yaratmaya devam etti, ve son sahnedeki o kırılgan öfkeden yola çıkacak olursak, Elizabeth Henstridge‘in de yanında sırıtmayacağını söylemek çok mümkün. Ben kendi payıma, Simmons’ın yaşayacağı PTSD’yi, Fitz’in yaşayacağı feveranla birleşik izlemek konusunda dev heyecanlanırken buluyorum kendimi; o dünyanın ne olduğundan daha da çok.
Ama tabii, o dünyanın ne olduğu da önemli. Fitz ilk başta portaldan söz ederken, “Einstein-Rosen Bridge” cümlesini kullandı. Bu cümleyi MCU’da daha önce bir kez duymuştuk: Thor’da, Dr. Selvig ve Jane Foster Rainbow Bridge‘i anlatmaya çalışırken. Einstein-Rosen Bridge, bu dakikaya kadar MCU içerisinde uzay seyahati için genelgeçer bir terim değil; Asgard’dan gelen Rainbow Bridge ve dolayısıyla Heimdall için spesifik bir tabir olarak kullanıldı. Bu da taşın, ve içindeki portalın Asgard kökenli olabileceği ihtimalini güçlendiriyor.
Bu cevapları ilerleyen bölümlerde verecek SHIELD. Verecek, çünkü bu dakikaya kadar hiçbir hikaye örgüsünü sırf vakit kazanmak için esnetmedi. Dizi üç sezondur belirli şeyleri masaya serip, arkasını dolduracak kadar yeterli süre tanıdıktan sonra tatmin edici bir şekilde çözmek konusunda ustalık dersi veriyor. Bunu da sündürmeyecektir. Benim uzay meselesiyle ilgili zerre bir endişem yok. Tek kaygım, gittikçe durağanlaşan ve sıkıcılaşan May ile, halihazırda kendi dizisine doğru yolcu olan Hunter‘ın şahsi HYDRA avlarının çok daha ilginç olan diğer meseleden hunharca vakit çalması. Bu alt konu dışında, hiçbir şeyin Inhumanlar ve onların yaratacakları sorunlardan başka bir şeye odaklanacağını düşünmüyorum zira.
Siz ne diyorsunuz?