Şu satırlar muhtemelen elin parmaklarını geçmeyecek kadar az insana hitap edecek belki de ama ben yine de bunu kendime bir görev bildim ve sizlerle paylaşmak istedim. O yüzden hala umutla ve bağlılıkla tutunduğumuz Agents of SHIELD dalına ithafen bir saygı duruşu rica ediyorum sizlerden.
Agents of SHIELD, geçtiğimiz Cuma günü iki bölümlük bir sezon finali yaptı ABC kanalında. Çok uzun süredir tüm geek camiasındaki o büyük heyecan vericiliğini kaybetmiş olan dizimiz, altıncı sezonuyla -bana kalırsa- kendi çekirdek kitlesi için ayakta kalmaya devam ediyordu. MCU’yla doğrudan bağlantısı olmadığını göstermiş olsa bile kendince bir grup insanı hala etkilemekteydi. Bunlardan biri de bizdik. Hala izleyen üç-beş kişiden biri olarak da kalbimiz hala bir buruk vallahi. Bir sonraki sezonunun son olacağını da duyurduğumuzdan beri zaten içimiz bir tuhaf, sormayın gitsin.
Agents of SHIELD, benim için dördüncü sezonda en ama en iyi performansını sergilemişti. Ghost Rider, L.M.D ve HYDRA temalarıyla, bizlere duvar tokatlatan bir dönem geçirtmişti. Zira beşinci sezondaki Kree olayları bile o kadar etkilememişti beni, itiraf edeyim. Başından beri MCU filmlerine bağlanır sandığımız ve Kree’ler ile Infinity War‘a bir yol yapılıyor diye heyecanlandığımız her şey o beşinci sezonda söndü zaten. Tekrar söylüyorum, dördüncü sezon hala gözümde en iyisi, fikrimi değiştiremezsiniz.
Altıncı sezonu da izlemeye başlarken çok heyecanlı değil gibiydim, yalan söyleyemem. Nasıl toparlanır, ne işlenir hiçbir fikrim yoktu. Hatta öyle ki uzadıkça uzayan bir sakız misali görmeye başlıyordum iyice. Ama inanır mısınız, bu altıncı sezonu izlemek, verdiğim en tatlı kararlardan biri oldu. Hatta yukarıda bir paragraf övdüğüm o koca dördüncü sezona yaklaşan bir iş haline geldi diyebilirim. Dizinin başından beri gelinen her türlü maceraya bir göndermenin olduğu, sadece sadık izleyicilerinin eğlenebileceği türden bölümler ve ilmek ilmek işlenen sezon hikayesi… Hepsi vardı bu sezonda ve ben daha da fazlasını buldum diyebilirim. Çok daha sert ve çok daha ani şeylerle suratıma atılan tokatlardan tatmin olsam da bazı noktalarda tahmin edilebilirliklerini hiç mi hiç kafama dert etmedim. Klişelere rağmen sevdiğim o Agents of SHIELD tadını tekrardan almak beni yeterince memnun etti.
Koskoca bir sezonu -en yüzeysel tabiri ile- Coulson ve onun tuhaf, kötü ikizi üzerine kurdular. Bölümler ilerledikçe, aslında onun gerçek Coulson olmadığını ve daha birçok zaman-mekan imkansızlıklarının tonla var olduğunu öğrendik. Fitz ve Simmons’ın değerinin kürekle üzerimize atıldığı, Deke’in bir anda parlayan bir karakter haline dönüştüğü ve dünyalı olmayan başka türlerin de bu senaryoda ne kadar etkili olduğunu izledik. Işınlanmalı, beyin sentezlemeli, zaman yolculuklu bir sürü bilimsel zımbırtılar da cabası üstelik. Aslında şimdi bakıyorum da, aslında bayağı dolu bir sezon olmuş bizler için.
Neden bilmiyorum ama altıncı sezondaki sert ve ani her şey, Agents of SHIELD‘ın önceki sezonlarında çok tatmadığımız türden bir şeydi. Elbette bir Daredevil karanlıklığına saip değil, ancak çok daha sakin ve duygusal bir gidişata alışık olan bizler için tokat gibi sert ama duygusal bir şeyler izlemek benim açımdan çok değişik bir deneyim oldu. Keller’ın ölümü mü? Çok hızlı oldu. Çavuş’un adamlarından olan o büyük abimizin sonu mu? Klişeydi ama gururlandırıcıydı. May’in geri geleceğini bize garantilemelerine rağmen o yaşattıkları üzücü kayıp hissi mi? Vallahi gözyaşlarımız pıt etti. Yo-Yo’nun içine giren shrike peki? Kurtulmama ihtimali en yüksek olan karakterlerden biriydi ve kurtulma klişesine rağmen iyi bir tercihti. Fitz ve Simmons’ın Enoch tarafından ilahi müdahale tarzında kurtarılmış olmasına ne dersiniz? Sizi bilmem ama en beklendik şey olmasına rağmen bir an için gerçekten onları feda edecekler diye ödüm içine dışına çıktı. (Malum, Fitz’e yaşattıkları onca şeyden sonra kalbimizi dağlamayı hobi haline getirdiler…)
Şu ana kadar çok fazla dizi yorumlayıp inceledim, ancak Agents of SHIELD kadar sonu gelmeden üç-beş kelam etmenin bu kadar da zorladığı çok fazlasına rastlamadım. Kendine has tarzından olsa gerek, sonuna kadar tüketmeden koca bir sezonu yorumlamak inanılmaz derecede karmaşık oluyor. Beklenmedik bir şeyler olduğundan değil, sadece hikaye örgüsünü nasıl buraya kadar getirdiklerinden dolayı böyle hissettiğimi düşünüyorum, yanlış mıyım? Çünkü geçmişe gitmenin imkansız olduğunu savunmalarına rağmen eski Amerika’ya gitmeleri, Fitz’in yine ortalıkta olmaması, May’in uzun bir süre sonra aramıza katılacağı gerçeği, Coulson’ın LMD olarak dönmesi derken alışık olduğumuz türden tuhaflıklar var yalnızca. Ama nereye bağlanacağını ve nasıl sona ereceğini düşünürken de bir yandan neler diyebileceğimden emin olamıyorum.
Sanırım bu da Agents of SHIELD‘ın başarısı: After-credits sahnelerini beklercesine sizi sonuna kadar o koltuğa kitlemeye yemin etmiş adeta.