Senfonik metal gruplarının fantastik öyküler anlatması artık bize şaşırtıcı gelmiyor, buna alıştık. Bunun yanında konsept albüm dediğimiz; karakterleri, yeri ve zamanı ile belli bir olay örgüsünü takip eden albümler yapmak ise bütün grupların ilgisini çekiyor yavaş yavaş.
Luca Turilli’nin önderliğinde kurulan Rhapsody grubu ise bu konsept albüm olayını bir adım daha ileri taşımış ve beş albümden oluşan bir seri ortaya koymuş. Konsept albüm serisi yani. Buraya “Bakın böyle bir grup buldum, nasıl da müzik yapıyorlar, hikâyeli hikâyeli” demek için yazmıyorum bunları. Biliyorum ki Rhapsody gayet bilindik bir grup ve birçoğunuz bu yazıyı kafa sallayarak okuyacaksınız. Yine de bu, benim grubu ve ortaya koydukları hikâyeyi bol bol övmeme kesinlikle engel değil. Önce hikâyeyi bir özet geçeyim, sonra da müziklerinden bahsedeyim diyorum, ne dersiniz?
Nedir Bu Emerald Sword Saga?
Beş kitaplık bir fantastik hikâye düşünün. Tek farkı şu, bu sefer elimizde kitap yok. Beş tane albüm var! Legendary Tales, Symphony of Enchanted Lands, Dawn of Victory, Rain of a Thousand Flames ve Power of the Dragonflame isimleriyle karşımıza çıkan bu hikâyenin bir kısmı albümlerin içindeki kitapçıklarda anlatıldığı için hikâyenin çok derinine inmeyeceğim. Bir “hikâyenin” ne kadar derinine inebiliriz diye düşünmeyin çünkü şarkı sözleri ve kitapçığın içindeki öyküler ile upuzun bir roman serisi çıkar bundan.
Sihirli Diyarların başkenti olan Algalord’u fethetmek isteyen Karanlık Lord Kron, Emerald Sword’u -yani Yakut Kılıç’ı- da ele geçirmek istemektedir. Tabii ki sıradan bir kılıç değildir Emerald Sword; pozitif gücün silahıdır, barışın sağlayıcısı, savaşın sonlandırıcısıdır. Kron’un Algalord’u ve Emerald Sword’u ele geçirmesini engellemek amacıyla dört büyük kral güçlerini birleştirmeye karar verir.
Algalord, Irengard, Elgard ve Ancelot; “Cesur Harold”’un komutasında birleşirler ve Kron’u def etmeyi başarırlar. Fakat uzun zaman sonra Kron geri dönmüştür ve Algalord yeniden tehdit altındadır. Kehanete göre, sadece kalbi saf olan bir “Buz Savaşçısı”, Ivory Gates’ten geçerek “Bilgeliğin Üç Anahtarı”nı alabilecektir. Birçok savaşçı bu yolda kendini feda etmiştir zira hiçbirisi, Ivory Gates’e ulaşamamıştır. Yeni bir savaşçının gelmesiyle işler değişir.
Sanki Fantastik Bir Roman!
Luca Turilli’nin yazdığı bu hikâyede klasik bir fantastik romanda ne olması gerekiyorsa hepsi var; sihir, iyi ve kötü, savaş, barış… Hani güzel bir fantastik roman arıyorsunuzdur da her şey aynı geliyordur ya, ben tam hayatımın o kısmında karşılaştım Rhapsody ile. Hikâyeye baktığınızda çok orijinal bir şey görmüyor olabilirsiniz ama hikâyedeki klişeliği Rhapsody size öyle güzel sunuyor ki onları unutup gidiyorsunuz. Böyle bir olay örgüsünü okumaktansa şarkı olarak dinlemek başka bir deneyim oluyor. Kitaplaştırılmış olsa okuması da güzel olurdu, dinlemesi de güzel oluyor. İkisi de farklı hisler verir elbette.
Turilli, inanılmaz bir müzisyen. Hayal gücü ve yaptığı işe olan tutkusu, onu diğerlerinden ayırıyor benim gözümde zira Rhapsody’nin yanında bir sürü farklı projesi var ve hepsi de mükemmel. Bununla beraber Emerald Sword Saga belki de bana Turilli’yi tanıtan proje olduğu için farklı bir yere sahip.
Fabio Lione’nin sesinden dinliyoruz hikâyeyi. Solist abimizin ses tonu agresiften sakine çok rahat geçebiliyor, kalbinize dokunabiliyor. Böyle bir gruba da başka bir solist yakışır mıydı, düşündürüyor. Buna örnek vermek gerekirse iki farklı Emerald Sword kaydından bahsedebilirim. İlki Rhapsody’nin Symphony of Enchanted Lands albümünde yayınladığı ilk Emerald Sword, ikincisi de grubun daha sonra Rhapsody of Fire adı altında yeniden kaydettiği versiyon. Benim düşüncem iki şarkının da dinleyiciye farklı hisler veriyor olduğu yönünde ve ben şahsen ilkini daha çok beğeniyorum. Bunun en önemli etkeni de solist.
Albümlerin belki de en sevdiğim özellikleri birçok enstrümantal şarkı barındırmalarının yanında, şarkı geçişleri de barındırıyor olmaları. Bakın, ben kolay birisiyim, albüm içinde ve dışında dinlediğinizde şarkılar bana farklı hisler veriyorsa o albümü severim. Bunu da şarkı geçişleri sayesinde başarıyor müzisyenler. Rhapsody, benim şu ana kadar duyduğum en efsane geçişlere sahip grup. Bunun için örnek olarak Symphony of Enchanted Lands albümündeki Epicus Furor ve Emerald Sword’u verebilirim. Bu ikisini ayrı ayrı dinlerseniz ayrı ayrı seversiniz, buna eminim. Fakat beraber dinleyince size verdikleri his çok farklı.
Bu ikisinin yanında, Legendary Tales albümünde Land of Immortals gibi bir efsane var ki insanda fantastik bir evreni fethetme isteği doğuruyor. Şaka yapmıyorum, hikâyenin baş karakteri eğer bunları dinleyip savaşa gitmiyorsa ayıp eder. Dinledikten sonra zaman mekan fark etmeksizin sırtımı dikleştirip “Land of immortals, you must belong to me!” diye geziyorum, o kadar söyleyeyim size. Metroda giderken dinlemek hoş oluyor özellikle, sanki okula değil de Ice Warrior ile beraber savaşmaya gidiyormuşum gibi.
Solistin sesinin nasıl çok çabuk ton değiştirdiğinden bahsetmiştim ya, yine aynı albümde Land of Immortals’ın tam tersi olan Rage of Winter‘ı dinlediğinizde bunu duyabilirsiniz. Land of Immortals’taki agresif vokal yerini, nispeten daha yumuşak ancak nakaratlarda sertleşen bir vokale bırakıyor. Tam olarak bu yüzden Fabio Lione mükemmel bir solist diyorum, bu hikâye ancak böyle anlatılır.
Grubun power olduğu kadar senfonik olduğunu da hissettiren bir başka şarkıdan da bahsetmeden geçmemeliyim diye düşünüyorum. Dawn of Victory albümündeki Triumph for My Magic Steel şarkısı, introsuyla kalbinizi çalacak, bu konuda bana güvenebilirsiniz. Ayrıca nedendir bilemiyorum ama bu şarkı bana biraz da anime jeneriği izliyormuşum hissi veriyor… Siz karar verin artık bu konuda yalnız olup olmadığıma.
Albüme adını veren Dawn of Victory şarkısını dinleyip kendinizi bir savaşı izlerken bulabilirsiniz ya da Holy Thunderforce dinleyip sonsuzluğa doğru koşma isteğiyle bam bam adım atarak havalı bir şekilde yürüyüşe çıkabilirsiniz. Böyle garip garip hisleri aynı anda yaşatan bir grup işte Rhapsody, çok seviyorum çok.
Yazımda birçok detayı atlamak zorunda kaldım, örneğin Rhapsody grubu daha sonra isim ve üye değiştirip Rhapsody of Fire olarak devam ediyor ve şarkılarının bazılarını yeniden kaydediyor. Emerald Sword Saga çerçevesiyle sınırlandırmak istedim bu yazımı fakat bir öneri olarak Rhapsody of Fire’ın işlerini de buraya not almış olayım. Belki bu sayede birilerinin ilgisini çeker ve bir anda favori grubunuz olur.
Elbette bu grubun yaptığı müzikten keyif almak için hikâyeyi bilmenize gerek yok. Zaten şarkıları severseniz hikâyeye de bakmak istersiniz diye düşünüyorum. Konsept bir albüm olduğu için bunları bilmek size daha fazla zevk verecektir. Önermekten asla bıkmayacağım bir grup, dinlemekten asla bıkmayacağım şarkılar… Bence bir bakın, elbette karar sizin.