The Amazing Spider-Man 2 hakkında bulup bulabileceğim en iyi metafor şu oldu: Bir hamburgerciye gittiğinizi düşünün. Kasada, çalışan size “Süper Boy ister misiniz?” diye soruyor. İstememeniz gerektiğini, o kadar aç olmadığınızı biliyorsunuz ama gözünüzü tok tutamıyor, yine de Süper Boy istiyorsunuz. Yemek bir şekilde, gayet nezih bir hızda bitiyor. Tepside kırıntı kalmıyor adeta. Gayet temiz bir iş. Ama sorun işte şimdi başlıyor: Mideniz isyana kalkıyor, hazımsızlık çekiyorsunuz. Yapacak bir şey yok, fazla yediniz ve bu şimdi size ağırlık yapıyor.
Marc Webb’in ikinci Spider-Man macerası işte aşağı yukarı böyle hissettiriyor. Isırdığı lokmaların hepsini yutmuş, eyvallah, ama bu kadar fazla şeye erişmeye çalışmış olması filmi yavaşlatıyor, aşağı çekiyor. Doğru yaptığı şeyler çok fazla ve çok kritik The Amazing Spider-Man 2’nin. Öncelikle, Andrew Garfield rolünde tek kelimeyle mucizeler yaratıyor. Herhangi bir aktörün, 2000’lerin başında Fox Kids’de yayınlanan çizgi filmin tonuna yaklaşabileceğine ihtimal vermek Garfield’dan önce güçtü, fakat şimdi kanlı canlı karşımızda duruyor.
Kuvvetle muhtemel gerçek hayattaki ilişkilerinden ötürü, Garfield ve Stone’un kimyası da muazzam ölçüde tutuyor. İngilizce’de bir tabir vardır, “kıvılcımlar uçuştu” diye. Eğer bu tabiri daha önce duymadıysanız, temsili anlatımı Stone ve Garfield’ın aynı anda kamera önünde olduğu anlarda vuku buluyor. Dürüst olmak gerekirse bu ikili arasında ağır yükü Andrew Garfield çekiyor. Emma Stone, kuşkusuz ki iyi bir oyuncu ve ona verilen görevi ifa etmesini biliyor. Doğal bir karizması, çekim gücü olduğu da muhakkak. Fakat Crazy, Stupid, Love’da nasılsa, The Help’te kimse burada da aşağı yukarı o rolde. Yer yer senaristlerin yazdığı kötü repliklerini de aşamıyor Garfield’ın aksine. İngiliz aktör ağzından çıkan -ve kağıt üzerinde görsek yuh çekeceğimiz- tüm replikleri kusursuz indirirken, Stone zaman zaman yüz buruşmalarına sebebiyet verebiliyor.
Filmin genelinde ise bu hiçbir şey ifade etmiyor, sizi filmden koparacak denli büyük hatalar değil bunlar. Aslında sizi filmden çok fazla şey koparmıyor. Yer yer insanın içerisindeki CinemaSins’i çıkartan bazı mantık hataları var (o kapı nasıl açıldı, Harry oraya nasıl girdi, polis anneyi durduracak vakti buldu, çocuğu niye bıraktı?), ama bunlar da ciddi bir sorun teşkil etmiyorlar. Sorun, filmin gidişatında değil zaten, hatta kaba tabiriyle “cıvık” bazı replikler (“Bugün benim doğum günüm, o halde mumları yakacağım!”) bile senaryoya “kötü” dedirttirmiyor. Asıl sorun, asıl kötü olan şey, kötü adamların kendisi.
Yanlış anlamayın, filmin üç kötü adamı da gayet iyi oynanmışlar. Jamie Foxx Electro rolünde yeterince iyi, Dane DeHaan ise James Franco’nun olup olabilmeyi hayal ettiğinden çok daha iyi bir Harry Osborn olmuş. Paul Giamatti ise yine Giamatti’liğini konuşturmuş. Sorun performansları değil. Hatta şunu da belirtelim ve bir övgüyü daha ortadan çıkartalım, sorun kötü adamların kapışma sahneleri de değil. Spider-Man ve Electro arasındaki dövüş, gelmiş geçmiş en iyi süper kahraman dövüşü olabilir, belki de o mertebeyi ele geçirmiştir bile. O sahnede olan ses kurgusu ve miksajının bir Oscar adaylığını kesinlikle alması gerekiyor; hatta “En İyi Dövüş Koreografisi” diye bir dal açarlarsa, bu film yüzünden dahi açabilirler. Burada da sorun yok yani.
Sorun bu adamların her birine detaylı bir orijin hikayesi verilmiş olması.
The Amazing Spider-Man 2, Peter’ın “Anne? Baba? Yoksa?” arayışıyla geçmeyen vaktinin tamamını üç kötü adamın orijin hikayesine ayırıyor. Paul Giamatti’nin oynadığı Rhino, bu üçlü arasında en az süre alanı, fakat ona da temiz bir 15 dakika ayrılıyor. Pastanın büyük payını Electro ve Green Goblin alıyor. Hikayelerin içerisinde Peter’ın yeri olsun, olmasın; film ısrarla bize yaptıklarıyla anlattığı şeyin aslında Spidey ile pek alakası olmadığını kanıtlıyor. Kötü adamların orijin hikayeleri, tabii ki kahramanlarla kesişmeli olabilir. Bunda beis bir şey yoktur. X-Men: First Class bu tezin üzerine uzun metraj film çekti en nihayetinde. Fakat afişte ismi yazan kahramanı ikinci plana atıp, iki farklı orijin hikayesinin filmini çekiyorsanız, birilerinin de burnuna başka kokular gelir.
Sony, The Amazing Spider-Man 2 ile birlikte iyi bir “gelişme” filmi yapmak yerine, kurmak istedikleri Avengers-vari evrenin girizgahını sağlama almak istemişler, burası kesin. Film boyunca Webb ve Kurtzman-Orci-Pinkman ekibi o kadar fazla şeyin temelini atıyor ki, bir noktadan sonra hikaye şişmanlamaya başlıyor. Bir yandan Electro’nun uzun geçmişi aks edilirken, bir yandan Harry’nin kişiliği oturtuluyor. Sonra bu ikisinin Spider-Man nefretine ilk çimento dökülüyor. Arkadan bir yerlerden Rhino zırhı çıkıp, Black Cat’e gönderme yapılıp, en sonunda çok bariz Sinister Six ipuçları verilmeye başlanınca, bir şey fark ediyorsunuz. Bu Avengers’tan da, The Dark Knight’tan da daha hırslı, daha fazlasını isteyen bir film. Ama aynı Icarus gibi, tutabileceğinden biraz daha fazlasına uzanırken elindekileri düşürüyor.
Garfield sağ olsun, Sony’nin elinde belki de gelmiş geçmiş en iyi Spider-Man var. Stone-Garfield kimyası sayesinde hakikaten en benim diyen romantik film hayranını bile duygulandıracak bir ilişki yazılmış. Sally Field sol kulvardan girmiş, muhteşem bir May Hala portresi çizip, kalbimize dokunmuş. Belli ki senaristler Peter’ın çektiği çileleri, Spider-Man 2’den sonra iyiden iyiye klişe olmuş “Süper güçlerim var ve bunlar üzerinden depresyona giriyorum” tribine kaçmadan anlatmanın bir yolunu da bulmuşlar. Yani çok, çok iyi bir Spider-Man filmi yapmak için elinizde tüm malzemeler var, üstelik bunları pişirip, fırından alıp, vizyona sürmüşsünüz bile. Üzerine tanınmayacak hale gelene kadar binbir türlü sos sıkmak niye? Nedendir bu çok iyi Spider-Man hikayesini tonlarca orijin hikayesinin altına gömmek?
Film bitince, etkileneceğinizi garanti edebiliriz. Başlığı o yüzden, bilerek attık. The Amazing Spider-Man 2, çok uzun, çok kalabalık, ama yine de, bütün o uzunluk ve kalabalığın altında çok iyi bir Spider-Man filmini gizliyor. Sony’nin hızlı bir şekilde Avengers imparatorluğunun bir günde kurulmadığını anımsaması gerekiyor. Marvel 2008’den beri, önce film sonrası bir sahne, sonra iki üç film içi diyalog şeklinde giderek temelini attı her şeyin. Böyle bir anda tüm binayı boş yere fırlatmaya çalışmak, illa ki biraz malzemeden çalmak anlamına geliyor. The Amazing Spider-Man 2, yapması gereken her şeyi çok iyi yapıyor, ama daha fazlasını denediği için, kanatları biraz yanıp kül oluyor yine işte. Siz yine de izleyin. Vaktinizin karşılığını vereceği kesin.