Dream Theater adında efsanevi bir grup var. Başka türlü başlayamıyorum bu yazıya zira bu grup hakkında ne söylesem yetersiz kalacak. Ne demek istediğimi şöyle açabilirim belki: Dream Theater adında, hem sözleriyle hem de müzikleriyle dinleyeni büyüleyen ve her albümde daha da farklı hisler içine sokmayı başarabilen efsanevi bir grup var. Yepyeni Efsane Albümler serimizde de konuşulan o grubun mükemmel bir albümünden detaylı olarak bahsedeceğim sizlere.
Metropolis Pt.2: Scenes From a Memory, oturup baştan sona kadar aralıksız dinlemeniz gereken bir albüm. Parçaların tamamı hem sözsel hem de müziksel olarak birbiriyle bağlantılı. Yani 1 saat 17 dakikalık tek bir parça gibi de düşünebilirsiniz. Kulağa uzun geliyor ama bir kez dinlemeye başladığınızda bırakamayacaksınız, buna eminim arkadaşlar.
Müzikal kısmı tamam, peki ya sözler? Yani konsepti bilmeseniz de zevk alır mısınız? Bence alırsınız. Tıpkı diğer bahsettiğim konsept albümler gibi bu albümü sevmek için de konseptini en ince ayrıntısına kadar bilmeniz gerekmiyor. Sadece şöyle düşünüyorum; konsept hakkında bir fikriniz olursa grubun size bu albüm aracılığıyla hissettirmek istediklerini tam anlamıyla hissedebilirsiniz ve bu da albümü dinleme tecrübenize ayrı bir hoşluk katar.
Bu yazıda, Metropolis Pt.2 üzerine uzun uzun çene çalacağım. Neymiş, nereden gelmiş, kiminle gelmiş hepsini anlatacağım size. Bu serüvenin tadını en güzel şekilde çıkartmanız için minik bir öneri: arkadan albümü açın. Gerçekten, çalsın dursun. Bir bardak da çay alın elinize, oh! Hayat bu işte! Eh artık her şey hazırsa yavaştan başlayabiliriz bence.
Part 1: The Miracle and The Sleeper
Dream Theater için Metropolis macerasını başlatan olay aslında grubun gitaristi John Petrucci’nin hayranlara minik bir espri yapması oldu. Şöyle ki, grubun 1992 yılında çıkan Images and Words albümünde Metropolis Part 1: The Miracle and The Sleeper isminde bir parça mevcut. İsminde Part 1 olmasına rağmen iki bölümlük bir parça olması planlanmamış aslında, Petrucci hayranlara küçük bir espri olsun diye parçanın ismine Part 1 kısmını eklemiş.
Sonrasında ise hikâye ilginçleşiyor. Albüm yayınlanıyor ve hayranlar bu parçayı o kadar seviyorlar ki Part 2 istiyorlar. Dream Theater üyeleri de yapacak bir şey yok diye düşünüp kayıtlara gidiyor. Başta yirmi dakika olması hedeflenen bir demo kaydediyorlar. Fakat bu parça içlerine sinmiyor ve yayınlamamaya karar veriyorlar.
Buna rağmen fikirden vazgeçmiyorlar. Böylece bu fikir gittikçe büyüyor ve yedi yıl sonunda bir albüm olarak hayranların karşısına çıkıyor.
Part 2: Scenes From a Memory
Baterist Mike Portnoy ve gitarist Petrucci’nin daha önce Liquid Tension Experiment adındaki (şiddetle öneririm) bir grupta beraber çalıştıkları, şimdilerde de adını anarken “kral” demekten asla çekinmeyeceğim bir müzisyen olan Jordan Rudess, Dream Theater’a klavye/synth çalmak üzere alınıyor. Metropolis Pt.2’yi de Rudess ile kaydediyorlar. Albümün kaydından sonra Rudess kalıcı üye oluyor zira grup üyeleri, Rudess ile aralarındaki müzikal uyumu çok beğendiklerini ifade ediyorlar.
Albümün Dream Theater için getirisi sadece Rudess olmuyor elbette, Metropolis Pt.2’nin aldığı övgülerden de bahsetmesem olmaz. Bazıları tarafından progressive türünün en baba örneklerinden kabul ediliyor, bazılarından da “karıştırma şimdi türü falan, bu Dream Theater’ın şu ana kadarki en iyi işi” şeklinde övgüler duymak mümkün. Her şekilde, albümün gerek konsepti gerekse müzikalitesi tartışılamaz derecede iyi. Samimi söylüyorum, ef-sa-ne.
Konsept
Neden bu öbür dünya çıkmıyor aklımdan? Bir yolunu bulsam giderdim oraya.
Scene Two: II. Strange Deja Vu
Hikâyemize Nicholas adındaki bir genç ile başlıyoruz. Hayatının bir noktasında sürekli olarak anlam veremediği rüyalar görmeye başlayan Nicholas, artık bu rüyaların günlük hayatını da raydan çıkarttığını fark ettiğinde hipnoz terapisine gitmeye karar veriyor. Hipnoz terapisinde, Nicholas’ın rüyalarında devamlı olarak Victoria isminde 1928 yılında ölen bir kadını gördüğünü öğreniyoruz. Victoria’nın ölümünün altında şüpheli bir şeyler olduğu açık. Belki de Victoria, bu yüzden Nicholas’ın rüyalarına giriyordur, Nicholas onun ölümünü araştırsın diye.
Sahip olduğum her şey, senin geride bıraktıkların. Bir sonsuzluğu paylaşıyoruz, iki zihinde yaşıyoruz. Sonsuz bir iplikle bağlı, kopartmak imkansız.
Scene Three: I.Through My Words
Through My Words adında, 1 dakika ve 2 saniyelik bu kısacık parça aslında albümün konsepti açısından en önemli parçalardan biri. Burada Nicholas, Victoria ile bağlı olduğunu fark ediyor. İkisinin zihni arasında kırılmaz bir bağ var; Victoria’nın hayatı, Nicholas’ınkini geri dönüşü olmayan bir şekilde etkilemiş.
Gece, yalnızım. Rüyalarımın cevabını bulmalıyım.
Scene Three: II.Fatal Tragedy
Hipnoz altındayken gördüğü bir rüyadaki ev aklından çıkmaz, Nicholas da sorularına cevap olacağını düşünerek o eve gitmeye karar verir. Eve gittiğinde, yaşlı bir adamla karşılaşır. Yaşlı adam ona bu evde bir kadının öldürüldüğünü söyler. Nicholas, sonunda bir ipucu yakalamıştır. Fatal Tragedy’nin sonunda Nicholas’a hipnoz terapisi uygulayan terapistin sesini duyarız ve belki de albümün en ikonik sözlerinden biri burada söylenir:
Senin nasıl öldüğünü öğrenmenin zamanı geldi. Unutma ki ölüm bir son değildir, sadece bir geçiştir.
Scene Three: II.Fatal Tragedy
Böylece Nicholas, yeniden hipnoz etkisine girer. Beyond This Life parçasında Victoria’nın ölümüne dair gazete manşetleri görüyoruz, Nicholas görgü tanığının anlattıklarını dinliyor. Görgü tanığı, Victoria’nın erkek arkadaşının onu öldürdüğünü söylüyor. Sebebi de Victoria’nın onu aldatması. Ancak olay burada da bitmiyor, görgü tanığının iddialarına göre erkek arkadaşı, Victoria’yı öldürdükten sonra duyduğu pişmanlıkla silahı kendisine çevirip kendisini de vuruyor.
Bütün bunlara rağmen Through Her Eyes parçasında bu hikâyenin bir yalan olabileceğini öğreniyoruz. Nicholas, Victoria’nın suçsuz olduğuna inanmaya başlıyor. Onun gözlerinden bakarak kendi hayatını öğrendiğini söylüyor, onu düşündükçe ağlıyor. Nicholas, kendisinin aslında kim olduğunu bulması gerektiğini söylüyor. Bunu yapabilmesinin tek yolu da Victoria’nın ölümünü aydınlatmak.
Home parçası bu noktada bir dönüm noktası çünkü bu parçada ilk defa diğer karakterlerin perspektifini görme fırsatımız oluyor. Edward (Miracle) ve Julian‘ın (Sleeper) gözünden görüyoruz hikâyeyi. Özet geçiyorum hemen: Victoria, sevgilisi Julian’ın alkol ve kumar bağımlılığı yüzünden onu terk etmiş, sonra da Julian’ın kardeşi Edward ile bir ilişkiye başlamış. O halde Julian kıskançlık krizine girip hem Victoria’yı hem de kendisini vurmuştur değil mi?
Mantıklı gelmiyor, bu trajik son. Kanıtlara rağmen bir şeyler eksik.
Scene Seven: II.One Last Time
Nicholas, sonunda fark ediyor ki gerçek katil Julian değil, kardeşi Edward!
Victoria, Edward ile olan ilişkisinin “sığ” olduğunu düşünmüş, akabinde de pişman olup Julian’a geri dönmüş aslında. Böylece gizlice Julian ile görüşmeye başlamış. Edward da bunu fark edince ikisini birden öldürüp, intihar süsü verip suçu Julian’a atmış. Haberlere de bu şekilde çıkmış.
Güçlü ol, artık dünyada olmadığım için ağlama mezarımın başında. Sadece, lütfen, beni unutma.
Scene Eight: The Spirit Carries On
Nicholas, artık Victoria ile olan bağının nedenini anlamıştır. Artık ölmekten korkmuyordur, öldükten sonra ruhun yaşamaya devam ettiğine inanıyordur. Zira Victoria, Nicholas’ın eski hayatındaki kişiliğidir. Victoria öldükten sonra ruhu kaybolmamıştır, Nicholas’ın bedeninde yaşamaya devam etmiştir.
Aç gözlerini, Victoria.
Scene Nine: Finally Free
Nicholas artık öğrenmek istediği her şeyi öğrenmiştir, özgürlüğüne kavuşmuştur. Fakat hikâye burada bitmez. Hipnoz terapisinden evine dönerken terapisti tarafından takip edilir ve öldürülür.
Çünkü terapisti, eski hayatında Edward’dır ve Victora’yı yeniden öldürerek bir kez daha onun ruhundan intikamını almıştır. Victoria’nın ruhu, bu denli yaklaşmasına rağmen yine özgürlüğüne kavuşamamıştır, Edward tarafından bir kez daha alt edilmiştir.
Kaderin döngüsü, tüm acımasızlığıyla dönmeye devam eder.
Albümler hakkında yazı yazmak benim için her ne kadar dünyadaki en zevkli şey olsa da bunun beni üzen yanları olduğunu da itiraf etmeliyim; albümü dinlerkenki hissiyatı yazının vermesi imkansız, bu beni üzüyor. Tüm parçalara değinmek de imkansız, bu da beni üzüyor. Bahsetmediğim için içime oturan o kadar çok şey var ki! The Dance of Eternity‘den bahsedemedim mesela çünkü instrümental; Finally Free‘nin hissettirdiklerinden bahsedemedim zira bu yazı yüzlerce sayfa olsun istemiyorum. Bıraksanız, üzerine kitap yazarım yahu!
Konseptinden bahsetmiş olduk en azından, hissiyat kısmını da size bırakayım. Öyleyse, Metropolis Pt.2 hakkındaki düşüncelerinizi ve bu albümün size hissettirdiklerini bizimle paylaşmayı unutmayın, olur mu? Size, Nicholas’ın sözleriyle veda ediyorum:
Bir gün yeniden karşılaşacağız, dostum. Çok yakında!
Scene Nine: Finally Free
3 Comments
yıllardır dinlediğim albümün böyle bir hikayesi olduğunu bilmiyordum. çok etkleyici. finally free’yi de yazarsan gerçekten çok sevinirim
Sabaha karşı saat 5 te defalarca dinlediğim bu başyapıtı tekrar dinledim. Sonra hikayeyi hala net idrak edememiş olduğumu farkettim ki beni bu güzel yazıyla buluşturdu Google amca. Ne kadar teşekkür etsem az ellerine sağlık, iyi ki varsın.
dream theater hayatıma ilk bu albüm ile girdi. 20 yıldır sıkılmadan hatta çok büyük bir keyif ile dinliyorum. hikayeyi okuduktan sonra daha çok sevdim. paylaşımınız için çok teşekkür ederim.