Virginia Woolf ismini duyanınız var mı? Varsa çok güzel, çünkü haberimiz bizzat Woolf’un yaşamıyla ilgili olacak. Ha, eğer yoksa da üzülmeyin, bir cümlede size kendisini özet geçelim: İngiliz edebiyat tarihinin en önemli ve başarılı kadın yazarlarından biri.
Virginia Woolf 19. ve 20. yüz yıllarda yaşamış olmasına rağmen günümüzde hala etkinliğini sürdürmekte olan güçlü bir kalem. Feminizmin önemli seslerinden biri olarak kabul gören Woolf, yaklaşık altı senede on beşe yakın eser çıkarmıştır. İngiltere ve elbette dünya tarihi için oldukça ayrı bir yerde tutulan Virginia Woolf’un hemen hemen her eseri ünlenmiş ve eleştirmenlerce çok konuşulmuştur. Muhtemelen Mrs. Dalloway ya da Jacob’ın Odası gibi eserleriyle daha çok duymuş olabileceğiniz Woolf’un, şimdilerde gelen bir habere göre yaşamı beyaz perdeye aktarılıyor; hem de tüm gerçekliğiyle.
Virginia Woolf’un kızlık soyadı Stephen, yani kendisi kocasının soyadıyla ünlenmiş biri. Aslına bakarsanız eşi, Virginia için bir yayın evi kurmuş ve yazarımız da bu sayede kitaplarını daha rahat yayımlama imkanı bulmuştur. Bir bakıma Woolf soyadı, önündeki kilitli kapıları açmasına yardımcı olmuş diyebiliriz sanırım.
Tabii bir beyefendi ile evlenmesi, içinde yatan asıl duyguların dışa vurmasına hiçbir zaman engel olmamış. Leonard Woolf ile hayat arkadaşlığına devam ettiği yıllarda, Harold Nicolson’ın eşi Vita Sackville-West ile tanışmış ve fazlasıyla yakın münasebetlerde bulunmuştur. Aralarındaki eşcinsel ilişkinin on yıla yakın bir süre devam etmiş olan Vita ve Virginia’nın bu yakınlaşması, birbirlerine yazdıkları mektuplar ya da tuttukları günlükler ile birlikte kesinlik kazanmış bir gerçek. Tabii her şeyin bir sonu olduğu gibi bu homoseksüel ilişkinin de sonu gelmiş, yine de ikili arasındaki arkadaşlık Woolf’un ölümüne kadar devam etmiştir.
Virginia Woolf’un kendi yaşamından gelen bu gerçekler, bizzat yazdığı Orlando isimli romanında da yer almaktadır. Vita Sackville-West ile yaşadığı ilişkiyi kelimelere döktüğü romanı, İngiliz edebiyat tarihinde oldukça satirik bir eser olarak da görülmektedir aynı zamanda. 1992 tarihinde Tilda Swinton’ın yer aldığı Orlando isimli film uyarlamasından sonra, Eva Green ve Gemma Arterton beraberliğinde karşımıza yeniden bir Woolf biyografisi gelecek. Virginia Woolf’u Green ve Vita Sackville-West’i de Arterton canlandıracak filmde. Baş rolleri kadar yönetmeni de bir kadın bu sırada: Chanya Button.
“Bu aslında, ikonik bir yazarın ve bizim onun hakkındaki görüşümüzün, modern seyirciye yeniden tanıtmanın bir yolu. […] Son derece devrimsel biriydi. […] Vita ve Virginia cesur ve zeki kadınları temsil ediyorlar aslında. Kendi zamanlarının çok ötesinde yaşadılar zira. […] Çoğunlukla, kadınları yaşadıkları dönemin baskılarıyla ilişkilendiriyoruz ama bu kadınlar kendilerini inanılmaz yenilikçi evlilikleriyle geliştirmeyi başarmışlardı.”
Button’ın bizzat kendi ağzından çıkan bu sözler, aslında Virginia ve Vita arasındaki lezbiyen ilişkisinden ve elbette yaşadıkları dönemin muhafazakar düşünceler tarafından nasıl baskı altında yargılandıklarından dem vuruyor. Hala da devam etmekte olan bu tip düşünceler önündeki tabuları yıkabilmek adına böyle bir projeye başladıklarını itiraf etmekten sakınmayan Button, aynı zamanda Woolf’un gittikçe değer kaybeden bir isim olduğunu düşündüğünden dolayı isteğini de dile getirmiş.
“Şimdiye kadar birçok yorumcu, onun karamsar ve evhamlı biri olduğunu vurgulayıp durdu; o nedenle bu film bir değişim yaratacak.”
Vita Sackville-West’in büyük teyzesi olduğu Virginia Nicholson ise yukarıdaki cümleyi sarf ederek, aslında filmin birçok açıdan fikirleri değiştirmeye yönelik olduğunun altını çizmiş. Büyük bir yüzdelik ihtimali ile festival filmi tadında olacak olan yapımın, şimdiden eleştirmenlerin dikkatini çekmediğini söylemek yanlış olur sanırım. Yine de böylesine cesur ve tüm gerçekliğiyle yansıtılan yaşamların beyaz perdedeki akıbeti her zaman aynı olmuyor. O yüzden bekleyip görmek en iyisi zannımca, ne dersiniz? Ama yine de şahsi bir görüş belirtmem gerekirse Green ve Arterton işlerindeki kaliteyi gördükten sonra, gelecek yapımın pek de kötü olacağını sanmıyorum. İkisinin de filmleri birbirinden iyi işler ve ikisi de vakti zamanında Bond kızı olmuş… Bir bakıma ortak kapıları bile var, filmde de kötü bir uyum çıkaracaklarını hiç düşünmüyorum açıkçası. Tabii siz ne düşünürsünüz orasını bilemem. Sahi, sizce nasıl olur böyle bir yapım?