Hayatımın çeşitli dönemlerinde çeşitli kelimeler ve sözcüklerden sıkılıyorum. Mesela artık birisi bana “X’i izledin mi? Post-apokaliptik bir film” minvalinde bir şeyler dediğinde usta çekiciyle dizlerine dizlerine vuruyorum ve onlar rahatsız olup kalkana kadar buna devam ediyorum. Fakat konumuz misafirlerime karşı edindiğim tacizci tavır değil. Konumuz bu tavrın sebepleri.
Ben Post-apokaliptik lafından acayip sıkıldım artık. Bunun sürekli olarak yaratıcı bir şey ayarında lanse edilmesi ve bir hikaye iskeletinin üzerine yığılan her haltı taşıyabilmesi için “ama tabii post apokaliptik” denilmesi beni aşırı irite eder oldu. Bu öyle müsibet bir laf haline geldi ki, her halta denilmeye başlandı. Yeter ki ortada bir felaket olsun, post mu? Yapıştır apokaliptik. Devasa canavarlar şehir mi basıyor? Bas bas! Matthew McConaughey insanoğlunun devamı için uzayda yeni bir gezegen mi arıyor? En sevdiğim post apokaliptik şeklidir, bayılırım..
Aslında hiç post apokaliptik janrasına sövesim yoktu bu sabah, ben sadece Mad Max’in yeni fragmanını bir daha izleyince artık bu türün ne kadar fazla kullanıldığını ve ne kadar içinin boşaltıldığını gördüm. Bu fragman o kadar övüldü ki, gerçekten izlemeden önce “tamam bu sefer değişik bir şey yapmışlar kesin” diye düşünerek beklentilerimi ister istemez yükselttim. Bunun yerine karşılaştığım şey ise maksimum hüsrandı. Fragman boyunca sadece birbirine bağıran, Mad Max serisinin bildiğimiz estetiğinde olan, arabaya binen, fırtınanın içine giren, bağıran, daha çok bağıran, hep bağıran adamlar izledim.
Öte yandan, tek düşündüğüm şey yeni Mad Max filmini çekmesi gereken yönetmenin kesinlikle Nuri Bilge Ceylan olması gerektiği. Nasıl olsa Bir Zamanlar Anadolu’da ile aynı film olacak, yolda giden arabalar var, arada sıkıntılar çıkıyor. Sıkıntıları çözüyorlar, yolda gitmeye devam ediyorlar. Birinin bütçesi milyon dolarlar diye diğerini ezmeye gerek yok, ikisi de aynı film.
Ben bunun için neden heyecanlanmam gerektiğini anlamadım. Post-apokaliptik estetiğinde yeni bir iş görmeyeli çok uzun zaman oldu. Hatta bir adım ileriye taşıyayım meseleyi; bence post-apokaliptik türünün devri Viggo Mortensen’in oynadığı The Road ile birlikte sona erdi. Bu işin en yüksek noktası oydu çünkü. Hani Post-apokaliptik bir hikayeyi alıp gerçekten altını doldurabilen bir yapısı vardı ve bunu başarıyordu.
Bu saatten sonra post apokaliptik janrı altında bir şey yapılacaksa bunun gerçekten farklı olması lazım. 80’li yıllardan beri kullanılan formül şu şekilde çünkü; “Dünya X felaketi yüzünden babalara gelir, X felaketi sebebiyle dünyada X bir kaynak artık yoktur, bu sebeple insanlar X kaynağı üzerine iktidar mücadelesine girişirler. Ana karakterimiz X değerinin temsil ettiği şey ile ilgili ya bir bilgiye sahiptir ya da kendisine, bu sebeple onun hikayesini izleriz zaten.”
Bu formülü neredeyse 80’lerden beri çıkan bütün post apokaliptik şeylere uyarlayabiliriz. Yahu tamam, anladık, dünya babalara gelmiş, burada vurgusunu yapmak istediğiniz alt metni de anlıyoruz ama 20 kere yapılınca artık bu alt metin o kadar bariz hale geliyor ki ne zaman post apokaliptik kelimesini duysam kusacak gibi oluyorum. Mad Max fragmanı konusunda çok sinirliyim, sadece bağıran ve arabaya binen adamlar var, klasik müzik eşliğinde çeşitli Van Damme aksiyonlarına giriyorlar. Bütün bunların ilgimizi çekmesi gerekiyor çünkü bu post apokaliptik, çünkü dünya babalara gelmiş.
Sırf bu saydığım sebepler yüzünden, Waterworld’e çok sevgim vardır mesela. Tamam film çok iyi olmayabilir (bence film de iyi ama neyse) fakat yaptığı şeyle ilgili samimiydi en azından. Adamlar “Suda geçen Mad Max” yaptılar, yapılmamıştı, hala da yapılmadı elimizde kalan tek örnek Waterworld oldu, çok da şahane bir filmdi bence.
Fakat artık bu post apokaliptik filmlere bir de öyle ağır altmetinler yazıyorlar ki insanın aklı almıyor, ne gerek var?Belli ki senin kadronda bunu taşıyabilecek bir hikaye veya karakter yok, neden böyle işlere giriyorsun? Koca bir janrı boğuyorsun, ölüsü çıkana kadar boğuyorsun hem de. Tim Burton’ın öldürene kadar vurduğu gotik janrı gibi kaldı post-apokaliptik tür. Artık o kadar yorgun ve sıkıcı bir şeye dönüştü ki, birisi “post apokaliptik” dediği zaman komple tüm anlamı aşağı çekiyor bu yani.
Demem şu, post-apokaliptik, artık tek başına bir hikayeyi kaldıracak durumda değil. Sadece “post-apokaliptik” film yapılmamalı. Bunu tabii ki Nolan çözdüğü için bilim kurgu filmi yapıp olayın temelini post-apokaliptik bir kurguya dayandırdı ve gayet de iyi yaptı.
Zaman türlü janrları bir arada kullanmanın zamanıdır arkadaşlar. Bilim kurgu al yanına korku ekle, space opera al yanına gotik ekle, post-apokaliptik al fakat yanına slasher ekle, sırf iki janrı yanyana koyarak gerçekten iyi hikaye fikirlerine sahip olabilirsiniz. Ben hemen popomdan sıkıyorum bir tane.
Tür: Bilimkurgu – Komedi
Konu: Oldukça içine kapanık fakat bir o kadar dahi 4 bilim adamı zaman makinesini keşfeder. Zaman makinesini insanlığın yararına kullanmak yerine geçmişe dönüp dönemin ünlü kadınlarıyla birlikte olmaya çalışırlar. Her biri birer tane dönem kadınına aşıktır. Böylece antik Mısır’da Kleopatra’ya, Kleopatra’dan Madonna’nın gençliğine, Madonna’dan Truvalı Helen’e, Helenden’de Marilyn Monroe’ya gideriz.
Filmin adı: “Time Travelling Sex Offenders”. Sadece “Sex Offenders” deseydim bu film büyük ihtimalle baya kötü bir şey olurdu ve yanlış anlaşılırdı. Ama Time Travelling Sex Offenders dediğim için şimdi milyonlarca gişeyi garantiledim.
Zamanında bir “in Space” modası vardı. Herhangi bir kavramın sonuna “in Space” koydukları zaman anında ilgi çekici hale geliyordu. Mesela “Günhan in Kongo” deyince aynı etkiyi vermiyor ama “Günhan in Space!” denince insan ister istemez etkileniyordu.Demek istediğimi anlatabildiysem kendimi daha fazla rezil etmek istemiyorum. (Bu yalan çünkü size sabaha kadar çirkin film fikirlerimi anlatmaktan daha çok keyif aldığım bir şey varsa o da ananaslı pizza)
Sadeden gelmem gerekirse, şu anda sinema dünyasının remake dönemine girmiş olmasının tek sebebi tek janrın kaldırabileceği her şeyin yapılmış olması. Yapımcı şirketler bunları birbirine katan projelere onay vermemeye devam ettikçe de bol bol Mad Max yeniden yapımı, Terminator yeniden yapımı izleriz.
16 Comments
http://www.blogger.com
meraba ben duayen yönetmen alp demirkabız. izninle fikrini araklıyorum. ama hatunların 15 yaşına gitcem ki tür teenfiction-bilimkurgu-komedi olsun. öyle daha çok izlenir
14 yaşından beri oyunlarla ilgili yazıyor, mevcut yaş 16…
Tamam bir problem yaşandı da adamın her yazısını taciz etmeye de gerek yok arkadaşım
Ya eqweqweq
Ananaslı pizzadan nefret ederim. Can düşmanımdır.
hayatımdan çalınan o 2,3 dk yı geri istiyorum mertciimmm
Acınası
Güzel yazı, çünkü post-apokaliptik
Post-apokaliptik teması hakkındaki fikirlerine katılıyorum ancak Nuri Bilge Ceylan sinemasına karşı bu denli sığ bir yaklaşımı da ilk defa görüyorum.
abi yazdığınız her yazıyı yayınlayacaksınız diye bir kural yok, bu nedir R’hllor aşkına?
the road’a iyi dediğin için yazını yok sayıyorum hocam 🙂 ayrıca 30 sene önce mad maxi çeken kişi yeniden çevrimin başında olmasa, bir yere kadar eywallah derdim ama sırf bu yüzden farklı açıdan bakmak lazım. yine ayrıca mad max post apokaliptikten çok şiddet pornosudur ve sadece yönetmenin bu konudaki başarısı için bile takdiri haketmiştir. aynı zekadan hem mad max, hem lorenzonun yağı gibi ağlatan bir film hem de happy feat gibi bir eğleneli bir film çıkması bile ayrı bir başarıdır. türün cılkının çıkması konusunda haklı olabilirsin ama mad max in bu eleştrinin merkezinde olmaması gerekir kanısındayım.
Şimdi yazıyı nereden tutsam elimde kalıyor.
Sırf bait olsun diye Nuri Bilge Ceylan ile Mad Max’i aynı yazıda geçiren milliyet.com.tr taktiğin mi daha kötü yoksa sadece fragman üzerinden film gömen tavrın mı bilemedim? Mad Max dediğin zaten benzin, muscle car, pislik ve vahşet demektir ki fragmanda hepsi var. Ha fragman hikayeyle ilgili pek bir şey göstermiyor dersen de, ne güzel derim. Fragmanda ne kadar az bilgi o kadar keyifli film demek.
Mad Max Fury Road’u izledikten sonra sanırım kendi kafana sıkmışsındır… Daha yazı falan yazma sen ya…
Demekki neymis bilmeden konusmamak lazimmis.
Tebrikler, buraya kadar gelerek Mert Günhan’ın gelmiş, geçmiş ve gelecek en büyük kariyer hatasını görmüş oldunuz. Bir rivayete göre bu yazıdan sonra editörlüğü bırakıp yayıncı olmaya karar vermiştir.