“Geçen gene arkadaşlarla Cyclops’u dövüyoruz…”
Bir başka Garth Ennis çizgiromanı ile karşınızdayım sevgili Geekyapar okurları. Bu sefer üzerine birkaç kelime sarf edeceğim serimizin adı The Boys. Yeni bir seri değil ama çok eski de sayılmaz. Yoğun şiddet ve cinsel içerikten ötürü pek göz önünde tutulmayan bu güzide seri muhtemelen birkaç sene içinde yeniden keşfedilecek, herkes “dizisi geliyormuş filmi yapılıyormuş abi, Russell Crowe oynayacakmış” tarzı muhabbetlerle interneti daha da iç bunaltan bir yere dönüştürecek. Sizi çok seven bir yazar olduğumdan bu mikro-kültür patlaması kendini göstermeden, olabildiğince erken bilgi sahibi olun, “Sen nasıl bilmezsin?” aşağılamalarına maruz kalmayın istedim.
Peki ek serileriyle toplam 90 sayıyı bulan The Boys’un meselesi ne? Serimiz süperkahramanların var olduğu alternatif bir günümüz dünyasında geçiyor. Ancak bu alternatif dünyada bu pelerinli ahali konusunda çok ciddi bir sıkıntı mevcut: Süper güce sahip olup da erdemli kalmayı başarmış tek bir karakter bile yok (aslında birkaç isim var, ama şimdilik bunu gözardı edelim). Bonzai partisi veren bir X-Men, alkolik bir Wonder Woman, ruh hastası bir Superman ve en beklenmedik anlarda ciddi libido patlamaları yaşayan bir Batman görmek The Boys’un evreninde çok olağan, tabii bu karakterler DC ve Marvel tarafından dava edilmemek için farklı isimler ve tasarım farklılıklarıyla karşımıza çıkıyorlar. Süperkahramanlığın dejenere bir superstarlık konumuyla eş bir şekilde tasvir edildiği bu dünyada da tabii bir şekilde iplerin kontrol edilmesine ihtiyaç var. İşte noktada “bizim delikanlılar” devreye girmekteler.
Seriye adını veren The Boys, CIA tarafından ipini koparmış süperkahramanları “evcilleştirmek” amacıyla kurulmuş bir gizli teşkilat. Billy Butcher isimli İrlandalı iri, güleryüzlü (ve safi ruh hastası) bir abi tarafından yönetilen teşkilat, süper kahramanlar ya da bu kahramanların finansal destekçisi Vought-American Şirketi tarafından hayatları yıkılan bir grup insanı bünyesinde barındırıyor. Bizim hikayeye dahil oluşumuz ise mazlum İskoç kahramanımız Hughie Campbell üzerinden gelişiyor (karakterin esin kaynağı ise ünlü oyuncu Simon Pegg). Sevgilisini, parkta gerçekleşen bir süper-dövüş sırasında (trajik ancak çok da absürt bir şekilde) kaybeden Hughie’ye Billy tarafından gruba katılma teklifi yapılır. Teklifi kabul eden Hughie’a önce Compound V isimli bir kimyasal verilir ve bu sayede o da süper güçlüler camiasında yerini alır. Tabii büyük bir farkla, The Boys içinde isen tayt değil siyah deri palto giymen ve levyeyle süperkahraman dövmen gerekmektedir.
Hikayeyi ne kadar özetlemeye çalışsam da asla yeterince iyi bir iş çıkaramıyorum. Zira The Boys, başta bir parodi olacakmış hissi verirken zamanla öyle karanlık ve kompleks bir yapıya bürünüyor (ve bunu öyle yavaş bir tempoyla, gizlice yapıyor) ki okur olarak ne kadar hayranlık duysam az. Bir yanım hikayeyle ilgili çok daha fazla detay paylaşmak isterken öbür yanım sürprizleri öldürmemem için telkinde bulunuyor. Gerçekten okuyup kendiniz deneyimlemelisiniz.
Yıllanmış Garth Ennis tutkunları, Kuzey İrlandalı bu aslan parçamızın din ya da süper kahramanlık gibi otorite ve statüko yanlısı konularda nasıl tepkili eserler kaleme aldığını biliyorlar. Hristiyanlık karşısında Preacher serisi ne ise, Marvel-DC ekollerinin özellikle altın çağı karşısında da The Boys o. İşin ilginç tarafı, bu süper kahramanlık tepkiselliğinin yoğun bir şekilde kağıda yansıdığı ilk uzun Ennis serisi The Boys da değil. Ennis’in 1996 tarihli Hitman serisi benzer bir konuyu direkt DC dünyasında (hatta Gotham şehrinde) 61 sayı boyu işlemişti. Hitman serisinde Ennis süperkahramanların steril imajlarıyla elden gelen her fırsatta dalga geçmeyi bilmişti. The Boys’a geldiğimizde ise Hitman’deki pek çok öğenin yazar tarafından alınıp, yeniden işlenip çok daha geliştirildiğini görüyoruz.
The Boys’a başlamak isteyen herkese bir kapanış uyarısında bulunmak boynumun borcu: İyi bir İngilizce’ye sahip değilseniz sakın okumayı denemeyin. Açıkçası bazı durumlarda iyi bir İngilizce de size yeterli gelmeyecektir, zira The Boys bazı bölümlerde çok ağır şiveli diyaloglar kullanabiliyor. Hikayemiz bazen Brooklyn sokaklarında, bazen İskoçya yaylalarında sürüp gidiyor, maruz kalacağınız dil çeşitliliğini tahmin edebilirsiniz.Şahsen seriye üç kere baştan başladım ve ancak üçüncü denememde sonunu getirebildim.
Kapanış notu olarak herkese bayramda sevdikleriyle güzel vakit geçirmelerini diler, ilgilisine tüm kalbimle The Boys’u öneririm. Buna ek olarak kimse inanca saygısızlık olarak algılamasın ama uzay çağında kuzu bıçaklamak bana garip geliyor. Kuzunun, ineğin işkence görmediği günler dileğiyle… Şiddet, vahşet sırf kağıt üzerinde güzel, hele ki bir de Daredevil’lar, Green Lantern’lar yerde tekmeleniyorsa…