Romantik filmler çok belirli bir formül üzerinden ilerlerler. Bu barizdir, şekli şemali nettir. Oğlan kızla tanışır, kız oğlanı ya da oğlan kızı ilk görüşte sevmez / ilk görüşte sever ama kavuşmaları mümkün gözükmez / hep seviyordur ama biri diğerinin farkında değildir; sonra koşullar olgunlaşır, engeller aşılır ve film kızla oğlanın –tercihen yağmur altında– birbirlerinin kollarına sıçramalarıyla sonlanır. Film başladığında bunu biliyor olursunuz. Ama yine de severek izlersiniz işte. Çünkü bazen mutlu olduğunu bildiğin sonlara o malumatla ilerlemek de keyiflidir.
Ama bazen biri çıkar ve bu formüle çomak sokar. Aşıklar kavuşamaz. Mutlu sonla bitmez film. Biz bugün bu filmleri onore edelim dedik. Söylemeye gerek yok; ciddi spoiler’larla dolu bir liste ile çıkıyoruz karşınıza. Hazır olun, kendinizi sıkı tutun. Sonra günahı bizim boynumuzda patlamasın. Bir de söyleyelim, trajik bir nedenden dolayı aşıkların kavuşamadığı Titanic, Romeo + Juliet gibi filmleri kaale almıyoruz. Bizim aradığımız, daha insani bir kavuşamamak, yoksa birinin vaktinden önce ölmesiyle kavuşamamak başka bir listenin konusu. Tamam mıyız? Buyurun o hâlde!
(500 Days) of Summer
Marc Webb’in ilk uzun metraj filmi baya sükse yapmıştı ilk vizyona girdiğinde. Şüphesiz bunda iki başrolü Joseph Gordon-Levitt ve Zoey Deschanel’in payları büyüktü; ama bana soracak olursanız insanlar o filmde çok gerçekçi bir ilişki portresi gördüler. Filmi izleyip bir veya öteki şekilde kendi geçmiş ilişkilerine benzetmeyen bir insan evladı dahi görmedim. İşin ilginci, bu iki taraf için de geçerliydi. Summer uzaktı, git gelliydi, yer yer dengesizdi; ama Tom da dinlemiyordu, kendi kafasındaki sanrılarını ısrarla gerçeğe tercih ediyordu. Gerçekçi bir hikayeydi yani, e finali de öyleydi.
Annie Hall
Arka arkaya gelmeleri alfabenin marifeti, ama biz sorumluluk bizdeymiş gibi poz keselim. 500 Days of Summer Woody Allen’ın Oscar’lı filmİ Annie Hall’ın ruhani 21. yüzyıl takipçisiydi. Az çok benzer bir hikaye anlatılıyordu Annie Hall’da. Woody Allen’ın alametifarikası nevrotik aşklar ilk defa burada kült statüsüne yükselmişlerdi. Allen gerçek hayatta ne gördüyse, ekrana onu taşıyordu; şekere bulamak ya da şirinleştirmek niyetinde değildi. Bazen bazı aşkları insanlar sabote ediyordu işte.
Blue Valentine
Blue Valentine kendi payıma izlediğim en iyi anti-aşk hikayelerinden biriydi. Bu öykünün nefret ya da aşksızlık üzerine olduğu anlamına gelmiyor. Onun anti olduğu kısım, aşk hikayelerinin strüktürüydü. Her klişe kendi ekseninde 180 derece döndürülmüştü Blue Valentine’da. İlişkinin başlangıcı daha güçlü, finali incecik, zapzayıftı. Koşullar onları finale kadar ayrı tutup finalde kavuşmalarını sağlamamış; filmin başında mecburen beraber olmalarına, sonunda da ayrılmalarına sebep olmuştu. Kuvvetli bir filmdi Blue Valentine, kuvvetli de izleri vardı.
Brokeback Mountain
Brokeback Mountain aslında biraz kriterlerimizi esnetiyor adeta. Evet, sonunda iki kahramanımız Ennis ve Jack’in aşk hikayesinin finalinde bir ölüm var; trajik, üzücü, dokunaklı bir ölüm. Ama zaten o ölümü trajik, üzücü ve dokunaklı kılan şey karakterlerin öncesinde kavuşamamış olmaları. Brokeback Mountain’ın kıymetinin ortaya çıktığı nokta da orasıydı zaten. Homoseksüel olmanın halihazırda getirdiği yalnızlığın üzerine dokuyordu aşk ilişkisini. Kimliklerini kendilerine bile itiraf etmekte zorlanan iki adamın aşkı, yalnızlıkla sonlanıyordu haliyle.
4 Comments
Celeste and Jesse Forever da olabilir bu listede tavsiye ederim.
sweet november?
selvi boylum al yazmalım
Brokeback Mountain’i çok sevmiştim. Bi spoiler alert eklesek mi yazının başına :/