Yazar: Zeynep Gülbanu Esen
Hey cesur yeni dünya ki içinde böyle insanlar var!
Birinci Dünya Savaşı’nı görmüş, henüz ekonomik krizi atlatamamış ve son süratle İkinci Dünya Savaşı’na giden bir dünya… O dünyanın insanlarından birisi olan Aldous Huxley… Huxley, içinde yaşadığı dünyanın geleceğiyle ilgili kehanetlerini 1931 yılında kaleme almış. Bu kehanetlerde Tanrı ölür ve yerini Henry Ford’a bırakır. Bu dünyada bireye yer yoktur, herkes birbirinin aynısı, herkes herkes içindir. Cemaat, Özdeşlik, İstikrar…
İstikrarı sağlayan en önemli şeyse mutluluktur. Bu öyle bir mutluluktur ki embriyo merkezlerinde kaderinizin belirlendiği, uykunuzda şartlandırıldığınız, olur da bir acı veya keder üzerinize gölgesini düşürürse bir gram somayla bin musibetten kurtulduğunuz bir mutluluktur! Köleliğinizi sevdiğiniz bir mutluluk yani.
İstikrarı sağlamak için tıkır tıkır işleyen bu sistemde iki karakter var ki ikisi de birbirinden mutsuz.
Bernard Marx, bir alfa artı psikolog olarak sistemin önemli çarklarından biri ancak diğer alfa artılardan bir farkı var: O neredeyse bir delta kadar kısa ve çelimsiz. Bernard tüm hayatı boyunca fiziksel kusurundan dolayı dışlanıyor ve ruhsal bir acıya hapsoluyor. Bu fiziksel kusur ve çektiği acı mükemmel olduğuna şartlandırıldığı sistemin aslında o kadar da mükemmel olmadığını fark etmesini sağlıyor. Sorgulaması onu kendi yaşadığı dünyanın tam zıttı olan Ayrı Bölge‘ye ve Vahşi John‘a götürüyor.
Bernard ile beraber “medeni dünya”ya giden Vahşi John, sahip olduğu değer yargılarının tam zıttıyla karşılaştığı bu dünya karşısında dehşete düşüyor. Diğer insanları uyandırıp köleliklerinden azat etmek istiyor ancak John koskoca sistem karşısında tek başına. Sisteme karşı olan tavrını ancak sistemin dışladığı acıyı benimseyerek ortaya koyabiliyor. Sisteme olan nefreti yine o sistemin adeta bir temsilcisi olan Lenina’ya duyduğu arzuyla birleşip kendine karşı bir nefrete dönüşüyor. Sistemi ve arzusunu yok edemeyen John çareyi kendini yok etmekte buluyor.
Cesur Yeni Dünya öyle bir kitap ki içinde bulundurduğu birçok farklı element sayesinde üzerine farklı farklı okumalar yapmak mümkün. Benim kitabı okurken dikkatimi en çok çeken ve beni en çok düşündüren unsur mutluluk ve acının ele alınış şekliydi. Hem Bernard hem John acının tehlikeli olmasından başka insanı uyanık tutan ve sorgulamasına imkan veren bir yanının olduğunu da kanıtlayan iki karakter. Bu yanından dolayı kitabın dünyasında acıya yer yok.
Peki bizim cesur yeni dünyamızda durum çok mu farklı? Hayatlarımızda acıya ve kedere yer var mı, varsa ne kadar var? Mutlu olmak zorunda hissettiğimiz için Instagram’da harika manzaralar, harika sofralar ve bol gülücüklü fotoğraflar paylaşıyoruz- Sırf her şeyin yolunda gittiğini, mutlu olduğumuzu kanıtlamak için. Acaba yalnız kalıp üzülmeye, acı çekmeye ne kadar zaman ayırıyoruz? Canımız bir şeye sıkıldığında hemen filmlere, oyunlara, YouTube’a koşuyoruz. Mutsuz olmak neden bir öcü gibi bizi bu kadar korkutuyor? Her şeyin zıttıyla var olduğunu daha doğrusu zıttıyla kıymetli olduğunu düşünürsek eğer güneşin kıymeti gecenin karanlığında onun doğuşunu beklemekte gizlidir. Aynı şekilde mutluluğun kıymeti de acı ve kederin içinde gizli. Bizler bunu görmezden gelip acı ve kederimizi yaşamaktansa gömmeyi tercih ediyoruz.
Zamanında yeterince yaşamadığımız her bir acı ve keder birikerek zamanı geldiğinde önümüze bir Kaf Dağı misali çıkacak. İçimizden birkaç tane cesur kahraman o dağı aşabilecek. Geri kalanlarımız ise yalnızca o dağı aşanların hikayelerini dinleyeceğiz.