Yazan: Anıl Tan Aktan
İnsanlar korkuyor. Bu çok normal bir durum. Böyle hayatta kalmışız yıllarca. En uzak akrabalarımız bile karşısına alt edemeyeceği bir kurt çıktığında korkmaya başlar, bu korku onları kaçmaya iter ve hayatlarını devam ettirmelerini sağlarmış. Peki günümüz insanını uzak akrabalarımızdan ayıran şey ne? Tabii ki bizim de karşımıza bir kurt çıksa olabildiğince çabuk şekilde oradan topuklarız ancak biz sadece bununla sınırlı değiliz. Küçük, minnacık bir farkımız var. Biz, gelecekte olabilecekten de korkmayı öğrendik.
Distopyalar bize, bizi sadece bizim anlayabileceğimiz bir şekilde anlatır. Distopya yazarı kendinin ve insanlığın bilincindedir. Seni dehşete düşürecek şeyleri toplar, sana güven veren şeyleri ortadan kaldırır. Genelde tek başınasındır (yazar bunun en büyük korkun olduğunun bilir) hatta bazen ütopya olma vaatleriyle seni ümitlendirir- ki ümit, yalnızlıktan da beterdir. Farklı açılardan kırık bir toplumu önüne serer. Ancak en vurucu nokta kabulleniştir. Distopyanın normal bir günden farksız olması tüylerimizi diken diken eder.
Küçük böcekler ısırıp duruyor insanları. Kimilerine kitaplar yaktırıyor, kimilerini duygusuz kabuklara dönüştürüyor. Düşünceleri ehlileştirenleri de var, tüm gözleri kör edeni de. Çok nadir bulunan, resesif bir türün üyesi de değiller ki. Hep bir yerden çıkmayı, hep bizleri bulmayı beceriyorlar. Çoğumuz da bunlara aldırış bile göstermiyoruz- Pardon, kendimi yanlış ifade ettim. Şöyle desem daha doğru olurdu: Çoğumuz bunların farkına bile varmıyoruz. Dokunduğumuz her yerde bulunması muhtemel bu böcekleri neden biz göremiyoruz da tüm kaygılarımızın sözcüsü distopyaların yazarları fark edebiliyor?
Çünkü efendim, onlar, bir ayaklarını diğerinin önüne atabiliyorlar.
Nasıl yani? Biz hep bir yerden bir yere yürüyoruz, yürümenin farklı bir etkisi olmadı ki hiç! İşte sıkıntı da bu. Biz yürüyoruz. Evden çıkmadan tüm yolları kafamızda tartıp belli bir rota oluşturuyor, oradan da o gerekli adımları tek tek uygulamaya başlıyoruz: Trafik olursa şuraya saparım, baktım geç kalıyorum şu kestirmeyi seçerim gibi.
Fark ettin mi? O, distopyalarda korktuğumuz robotvari insanlar gibi; belli bir işlemi olabildiğince sorunsuz ve plandan sapmadan yürürlüğe sokmaya çalışıyoruz. İşte bu yüzden içinde bulunduğumuz, çarklarının dönmesine istemeden de olsa yardım ettiğimiz gerçeklik distopyasını göremiyoruz. Biz gelecekte olabilecekten de korkmayı öğrendik. Peki ne zaman günümüze olan bağımız böylesine kopuk bir hal aldı?
‘Bir ayağımızı diğerinin önüne koyuyoruz,’ deme hatasına düştüm, ki yanlış cevaptı. Polis korkunç bir suç işleme niyetinde olduğumuzu düşünerek bizi sorguya çekti; durumun genel mantığı onun kavrayışının ötesindeydi.
Ray Bradbury (Fahrenheit 451: Sesli Önsöz)