İthaki Yayınları’nın Bilimkurgu Klasikleri serisini yakından takip eden biri olarak ellinci kitabın ne olacağını hep çok merak ettim. Daha otuzuncu kitap çıkarken Yayınevi yetkililerinin “Arkadaşlar ellinci kitap için bir şeyler yapıyoruz üfff” gibi açıklamaları ağzımı sulandırırken, bu konu hakkında ser verip sır vermemeleri iyice meraklandırıyordu beni. Son olarak ellinci kitap olan İşkencecinin Gölgesi açıklandığında ise kimileri inanılmaz heyecanlanırken benim de içinde bulunduğum bir çoğunluk, İşkencecinin Gölgesi’nin diğer insanlarda neden bu kadar heyecan uyandırdığını düşünüyordu. Böyle bir durumda yapılacak çok bir şey yoktur. Kitabı alır, okur ve derhal Geekyapar’a bir inceleme yazısı yazarsınız. O yüzden işte buradayız ve Gene Wolfe’un yazdığı Yeni Güneş Kitabı serisinin ilk kitabı olan İşkencecinin Gölgesi’ni konuşacağız.

47980dee16e70b5db4ae9f8ab615e24f

Kitap hakkında konuşmaya başlamadan önce kitabın ön sözünden biraz laflamak istiyorum. Zira Bilimkurgu Klasikleri’nin en sevdiğim yanlarından bir tanesi kitapların özenle hazırlanmış ön ve son sözleri. Bu kitapta da bu gelenek değişmiyor ve Neil Gaiman’ın yazdığı harika bir ön söz ile başlıyor İşkencecinin Gölgesi. Neil Gaiman daha kitabın başındayken birazdan okuyacağım kitabın sıradan bir kitap olmadığını ve gerçekten anlamak için tekrar tekrar okunması gerektiğini yazmıştı. Ben ise bunun yazarların bilindik övgü dolu abartmalarından biri olduğunu düşünmüştüm. Ne kadar yanıldığımı ve Neil Gaiman’ın ne kadar haklı olduğunu ise kitabın son sayfalarında anladım.

Belki de karanlık gözümüzü örtünce, zannettiğimizin aksine pek az nizam kalıyordur hayatta.

Gene Wolfe’nin Yeni Güneş Kitabı bizim dünyamızın çok uzak bir gelecekteki halinde geçiyor. İnsanoğlu gezegenler arası yolculuk yapmanın sırrına vakıf olmuş ve çoktan sönme fazına geçen güneşlerini terk edip yeni güneşler arama yolculuğuna çıkmışlar. Öyle ki bizim bildiğimiz gri Ay, insanların onu ağaçlandırması sayesinde ormanlarıyla ünlü, yemyeşil bir uydu olmuş. Ama bütün insanlar Urth yani Dünya’dan ayrılmamışlar. Bazıları bir nedenden dolayı bu gezegende kalmayı tercih etmiş. Ama öyle görünüyor ki gezegenden göçen insanlar, yanlarında bütün bilgi birikimini de götürmüş. Bu yüzden Urth’da kalan insanlar yüzyıllar öncesine, Orta Çağ’a geri dönmüşler ve eskinin parlak günlerini anar olmuşlar.

severian_by_dejan_delic_dbsbk73-pre

Urth, inanılmaz karmaşık bir lonca sistemine sahip. Öyle ki her iş kolu için bir lonca var. Yine de Gene Wolfe bunları bize pat diye açıklamak yerine yavaş yavaş anlatıyor, sadece bilmemiz gerektiği kadarını bize aktarıyor. Bunun yanında dünyanın Özerk tarafından yönetildiğini ve Vodalarius’un Özerk’e karşı bir ihanet içinde olduğunu laf arasında söylüyor ama bunun şimdilik bizi ilgilendirmediğini fark ederek konuyu asıl adama yani Severian’a çekiyor.

Severian ise bu dünyada yaşayan bir işkenceci. Daha doğrusu Hakikat ve Nedamet Arayanlar Mezhebinden bir işkenceci çırağı. İşkencecilerin gelenekleri doğrultusunda loncaya bırakılan çocuklar arasından işkenceci olmaya hak kazanmış biri. Gerçek anne ve babasını bilmeyen Severian için tanıdık yegâne yüzler, diğer İşkenceci kardeşleri ve tabii ki “müşteriler”… Ama o bundan hiç şikayetçi değil. Hatta loncasının eski parlak günlere dönmesi onun en büyük hayallerinden bir tanesi.

“Senden nefret etmem gerekir,” dedi. Söylediklerini anlayabilmek için kulağımı ona yanaştırmak zorunda kaldım. “Sorun değil,” dedim.

“Ama etmiyorum. Hatırın için değil… Tek dostumdan da nefret edersem elimde ne kalır?”

Bir İşkenceci olarak parlak bir geleceği olduğundan herkesin emin olduğu Severian’ın hayatı, bu müşterilerden birisine merhamet edip ona kolay bir ölüm vermesinin ardından, geri döndürülemez bir şekilde değişiyor. Her ne kadar yaptığının cezası ölüm olsa da onu cezalandırmanın İşkenceciler Loncası’nın namına zarar vereceğini düşünen üstatlar, sürgüne göndermeye karar veriyorlar. Üstat Palaemon’un ona hediye ettiği kılıcı Terminus Est ve çok az bir para ile yeni görev yeri olan Thrax’ın yolunu tutuyor ve onunla beraber biz de esrarengiz bir yolculuğa çıkıyoruz.

shadow-and-claw-gene-wolfe-940x563

İşkencecinin Gölgesi, Bilimkurgu Klasikleri’nde okuduğum en farklı kitaptı, bu su götürmez bir gerçek. Hani sisli bir yolda gece evinize gidersiniz, yürüdüğünüz yolun sizi evinize götüreceğinden eminsinizdir ama yine de ara sıra bazı yerler size tanıdık gelmez ya; bu kitabı okumak da aynı böyle bir histi. Klasik bir kahramanın yola çıkış hikâyesiydi bu, sonunda onu şana, şöhrete götürecek yolun ilk adımlarıydı. Yine de yolda idealar dünyasından, ölüm ve yaşam sembolleriyle dolu imgelerden o kadar fazla var ki bir an gerçekten aynı kitabı mı okuyorum diye şaşırmaya başladım. İşkencecinin Gölgesi, daha ilk sayfadan sizi içine çeken bir sisten ibaret…

Kitabın başlarında Gene Wolfe’un dili size inanılmaz garip geliyor, hatta biraz ağır geliyor dersem lütfen beni affedin. Siz sonu hiçbir yere varmayan betimlemelerden, arka arkaya gelen sembollerden sıkılmaya başlarken bir anda kitap açılıyor ve siz, kitabın başındaki halinize “Aptal! Biraz daha dikkatli okusana aptal!” derken buluyorsunuz kendinizi. Zira Gene Wolfe’un yazdığı tek bir kelime bile boşuna değil ama bunu kitabı bitirene kadar anlamıyorsunuz.

Yaratık kafasını çevirip bana baktı. Gagası bir ibis gagasıydı, suratı acuze suratı, kafasında da kemikten bir mitre vardı. Bir an karşılıklı birbirimizi süzdük, düşüncelerini okudum sanki: Rüya görüyorsun, ama uykudan uyansan da ben yine var olacağım.

Belki abarttığımı düşünebilirsiniz ama şimdi neden Neil Gaiman’a hak verdiğimi anlamışsınızdır. Gaiman, bu kitabın en az iki kere okunması gerektiğini hatta üçüncü kere okumanın en güzeli olduğunu söylediğinde “Tabii ki böyle diyeceksin” dedim. Ama şimdi anlıyorum. Kitabı bitirdiğim anda yeniden okumak istedim. Çünkü kitabın başlarında önem vermediğim pek çok ayrıntının kitabın sonlarında inanılmaz değerli olduğunu fark ettim ve bu yüzden kendime kızdım. Daha sonradan anladım ki bu Gene Wolfe’un tarzıydı, resmen benimle dalga geçmişti. Önce çok önemli şeyleri basit birer ayrıntı gibi anlatarak onun hikâyesinin çok basit bir hikâye olduğunu düşünmemi sağladı. Kitabın sonlarında ise bu düşüncelerimin ne kadar safça olduğunu bir tokat gibi yüzüme vurdu. Ben de oturdum ve kitaba yeniden başlama düşünceleriyle savaşırken buldum kendimi.

1N6Njor_aHL0I4eTg-oO55V-PCV3lrS36MDv8X2e1M4

Severian’ın yolculuğuna kahramanın yolculuğu dedim ama ona kahraman demek çok yanlış olur. O bir işkenceci, ondan iyi bir insan olmasını bekleyemezsiniz. Müşteri ismini taktığı mahkûmlara çeşitli işkence yöntemleri ile eziyet ederek nihayetinde onları infaz eden biri. Ondan bir kahraman macerası beklemek, neresinden bakarsanız bakın saçmalık. Severian’ın macerası da kendi gibi çok eşsiz. Bu yüzden her ne kadar kitabın başlarında Severian size empati kurulması imkansız bir karakter gibi gelse de kitabın sonlarına doğru, onun ne kadar derin ve güzel bir karakter olduğunu anlıyorsunuz, bu yüzden çok seviyorsunuz.

Bu noktada size başka ne desem bilemiyorum. İşkencecinin Gölgesi kesinlikle Bilimkurgu Klasikleri’nin ellinci kitabı olmayı hak ediyor. Ama onun ne kadar güzel bir kitap olduğunu kesinlikle sizin deneyimlemeniz gerekiyor. O yüzden en yakın kitapçıdan bu kitabı alıp okuyun. Ama çok dikkat edin; satır aralarında Gene Wolfe aklınızla alay ediyor!

Author

Kalabalıkta sesini kaybetmemek için içerik üreten biri. Her ateşin iyi bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünür. Film, kitap, dizi, karikatür oyun ve müziğin her türlüsüne ilgisi vardır ama parası yoktur. Onu her yerde "Tavşan" diye çağırabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.