Uzun bir süredir Star Wars filmlerine karşı olan düşünceler, inanıyorum ki Solo: A Star Wars Story ile kırılacaktır. Zira Star Wars severler olarak artık öyle bir noktaya gelmişiz ki, her türlü beklentimiz yerin yedi kat dibini boylamış; sadece Obi Wan Kenobi’nin umudumuz olabileceği türden bir çaresizliğe doğru sürüklenmişiz.
Filmi izleyip izlememek konusunda çokça soru geliyor bizlere şu günlerde. Çoğu kişi kararsız; parasını ve iki saatini harcamaya değecek bir yapım mı diye meraklı. Gözü kapalı yüzlerce lira yatırım yapabilecek türden en büyük Star Wars hayranları bile şu günlerde “Acaba?” sorusunu sormaktan alamıyor kendini. Bu sebeple de, filme henüz yeni gitmenin sıcaklığıyla, bu kararsız güruh için spoilersız birkaç kelam etmek ve filme gidip gitmeyeceğinize bir nihayetlik getirmeniz için yardımcı olmak istiyorum izninizle.
Bu sözlerimi nasıl anlarsınız, ne manalara çekersiniz hiç kestiremiyorum ama hiçbir iyi veya kötü niyetim olmadan, dümdüz bir şekilde girişi yapıyorum: Han Solo’nun filmine ciddi anlamda sıfır beklenti ile gittim. Evet, gerçekten. Hatta birçoğunuzun da bu konuda fikri benimle aynıdır diye düşünüyorum. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş mantığıyla, bu filmden bir şey beklemememiz gerektiğini düşündüren çok şey var elimizde çünkü. Bir yerde hakkımız bu.
Ancak ablamın çok doğru bulduğum bir sözünden alıntı yapmak istiyorum: “Beklentileri düşük tutarak girin. Beklentiniz olmayınca film, azıcık da iyi çıkma ihtimali ile güzel vakit geçirilebilir olur belki.” Tamam, kelimesi kelimesine aynı şeyleri aktaramadım sizlere belki ama mesajı aldınız, değil mi? Beklentisiz olmak, bu film için çekirdek mesele.
Han Solo, belki de orijinal üçlemedeki en sevdiğim karakterlerden biriydi. Buna Harrison Ford’un oyunculuğu da ayrı bir hava ve önem katıyordu üstelik. Birçok geek için de hemen hemen aynı hisler, Han Solo karakterini önemli kılan bir unsur haline geliyordur, eminim ki. Haliyle sütten yanan ağzımız sebebiyle yoğurdu üfleyerek yerken, bu kadar çok sevdiğimiz bir karakterin filmine karşı gerçekten beklentisiz gitmek bir yerde kalbimi parçalamıyor değildi.
Ama bu sayede filmden aldığım tat, heyecan ve zevk tahminimden yüksek olduğu için memnunum. Belki John Williams yerine John Powell’ın bestelediği müzikler sebebiyle, eski Star Wars atmosferini kulak aşinalığı minvalinde pek nostaljisel anlamda yaşayamadık; ancak yine de “Oh be!” dedirtecek türden hissiyatlar yaşatmaya yetti diyebilirim.
Solo: A Star Wars Story, iki yarı olarak ele alındığında temposunu çok düşürmeden ama çok da aşırı yükseltmeden götürebilen bir film olmuş. Zaman zaman ani şeker yükselmesi yaşatan şeyler olsa da, onlar zaten bildiğimiz şeyleri görmenin heyecanından geliyor. Mesela Chewbacca görünce coşmamız ya da Lando’yu izlerken sevinmemiz nasıl bir şeyse, bahsettiğim bu şeker yükselmeleri de aynı anlamda değer taşıyor.
Spoiler vermeden anlatmaya çalıştığım için yalnızca merakınızı körükleyecek bir iki şeyden bahsetmek istiyorum şu noktada. Filme sıfır beklentiyle bir bilet aldınız, sinema salonuna girdiniz ve reklamların bitmesini beklemeye başladınız. Film başladığı andan itibaren yüzünüzde sürekli “İki saatimi boşa mı harcıyorum acaba?” sorusunun tesirini gösterecek bir ifade oluşuyor. Ancak saniyeler dakikaları, dakikalar da iki saate yakın bir süreci kovalarken filmin sonuna kadar aslında o kadar da değersiz bir zaman geçirmediğinizi fark ediyorsunuz. Çünkü her şeye rağmen; Star Wars filmlerinin şu son birkaç yılki hayal kırıklıklarının yanında, Han Solo yine sevdiğimiz evren tadını çay ya da tatlı kaşığıyla tattıran cinsten bir film olmuş. Bakın çorba kaşığı ya da kepçe değil; çay ya da tatlı kaşığı. Zira birtakım sorularınızı hala cevapsız bırakan çok kısım var ve göz ardı da edilemezler.
Ve yalan yok, filme gitmeden önce benim tamamen nötr olduğum Alden Ehrenreich ve Emilia Clarke’a karşı olan tüm olumsuz fikirlere rağmen ben her birine karşı tebessümle ayrıldım salondan. Çünkü evet, oyunculuklar beklediğimin de üstünde çıktı. Eh zaten Woody Harrelson ve Danny Glover tüm filmi taşıyan isimler olunca, sırtınızı güvenli bir duvara dayamış gibi hissediyorsunuz.
Solo: A Star Wars Story, ilginçtir ki, bir ya da iki sürpriziyle sizi son dakikalarda yakalayabilir. Bir elin parmaklarını geçmez demek bile çok büyük bir sayıyı işaret edebilir; o sebeple bir ya da iki demekte uygun görüyorum. Hatta bunlardan biri sırf benim bir aktörün filmde olduğunu bilmeden gördüğüm için duyduğum heyecanımsı sürpriz bile diyebiliriz. Ancak sürekli dengeli bir tempoda gitmeyi başarabilen film, sizi son sahnelerde bir sürprizle karşılayabilir. Spoiler yok, sürprizi de açıklamıyorum. Ancak çıkıp da “Sürpriz olup olmadığını bilmek istemiyorduk” diyenleriniz olursa diye kısa bir açıklama yapayım: Filme gidip gitmemek konusunda belki kayda değer bir detaydır bu arkadaşlar, çok da şey yapmayalım.
Oyunculuklar, atmosfer, Chewbacca ve droidler derken birazcık layıkmış gibi gözüken Solo filmine karşı olan beklentilerinizi hangi alanda yükseltmeniz gerektiğini açıklayayım o halde. Bir kere herkesin övdüğü Woody Harrelson, Donald Glover ve Paul Bettany döktüre döktüre oynuyor; o konuda tam bir aktörgazm yaşamanız olası. Droidler her zamanki “bleep bleep bloop” havasında zaten, o da cepte. Ehrenreich ve Clarke’a karşı hiç güveniniz yoksa bu yatırımın hepsini Chewbacca’ya yapın derim bir de. Chewbacca izlemeyi, o Wookie sesini bir kez daha işitmeyi, Han’a oranla ne az ne de çok denebilecek bir zamanlamayla ekranda sizi coşturan Chewie, yükseltilecek beklentilerinizin tek ismi olsun. IN CHEWIE WE TRUST!
Detaya inmeden çok ama çok genel hatlarıyla anlatmaya çalıştığım bu film için özet geçmem gerekirse 7/10 bir puan çok uygun diyebilirim. Bir puan üstü fazla, bir puan aşağısı da birazcık haksızlık gibi gözüktüğü için, en az temposu kadar ılıman ve dengeli bir puanı hak ediyor Solo: A Star Wars Story. Star Wars’a dair hala içinizde yeşermeye çalışan bir umut varsa, önceki hayal kırıklıklarınıza rağmen en azından keyifli vakit geçirmek isterseniz bu filme gidin derim. Ancak her defasında belirtmekte fayda gördüğüm şeyi tekrar söyleyeceğim; beklentiniz çok yüksek olmasın. Yüksek beklentiyle giderseniz sonuç hüsran olabilir, ancak düşük beklentiyle keyif almanız çok daha olası.
Paranızın yazık veya iki saatinizin boşa harcanmış olacağını düşünmüyorum. Gidin, izleyin. O küçük son sürprizle de bir “Star Wars aslında güzeldi lan harbiden” deyiverin. Güç sizinle olsun.