Geçtiğimiz yıl Mart ayında pandemi ile tanışıp evlere kapandığımızda hepimizin aklında; kendimize bol bol zaman ayırmak, yeni kitaplar okumak, yeni film ve diziler izlemek vardı. Fakat hiç de düşündüğümüz gibi olmadı ve birçoğumuz yeni bir şeyler tüketmeyi bırakın, hâlihazırda devam ettiğimiz birçok seriyi yarıda bıraktık. Sağ olsun pandemi de bize oldukça yardımcı oldu bu konuda ve beklediğimiz birçok yeni film ve dizi ertelenerek, tam anlamıyla bir kıtlığa mahkûm etti bizi. Fakat artık yavaş yavaş bu kıtlık son buluyor ve biz de yeni filmlere kavuşuyoruz. Bugün de bu yeni filmlerden biri olan, Russo Biraderler’in yönettiği Cherry filmini izledik, sizler için incelemeye başladık. Filmde genel olarak spoilerlı olarak anlatacağım bir şey yok fakat yine de bundan sonraki kısmın spoiler içerdiği uyarısını yapayım, sonradan bozuşmayalım.
Nico Walker’ın kendi hayat hikâyesinden esinlenerek yazdığı Cherry romanından aynı isimle uyarlanan film ilk duyurulduğunda, hem başrolün Tom Holland olmasından hem de yönetmen koltuğunda Russo Biraderler oturmasından dolayı film için heyecanlanmıştım. Fakat film daha başlar başlamaz, bir şey aklıma dank etti. Ben daha önce Russo Biraderler’in, sadece Marvel için yaptıkları filmleri izlemiştim. Bu bir ölçüde benim ayıbım, bunu kabul ediyorum. Fakat Russo Biraderler’in de özgeçmişlerinde o kadar sağlam filmlerinin olmadığını söylememiz gerekiyor. Bu yüzden sanıyorum ki birçok kişi, benim gibi, ilk defa süper kahraman işi olmayan bir yapımlarını izleme şansı bulacak Cherry ile. Ve yine sanıyorum ki birçok kişi izlediklerinden tıpkı benim gibi keyif almayacak.
Hemen her yönetmenin kendine ait bir tarzı vardır. Bu bahsettiğim tarzlar, çoğu zaman o kadar bellidir ki yönetmenin adını bilmeden girdiğimiz rastgele bir filmde “Bunu şu yönetmen mi çekmiş?” diye sorar ve büyük ihtimalle de doğru tahmin ederiz. Alfred Hitchcock, Guy Ritchie, Quentin Tarantino, Gaspar Noe gibi efsane yönetmenlerin her birinin film yapma tarzları, gece ile gündüz kadar birbirinden farklıdır. İşte bu yüzden birçok yönetmen, tıpkı saydığımız idolleri gibi, kendilerine özgü bir tarz yakalamak isterler fakat çoğu zaman bunu başaramazlar. Belki şimdi bana kızacaksınız ve haksızlık ettiğimi düşüneceksiniz ama ne yazık ki Russo Biraderler de Cherry filminde kendi tarzlarını yaratmayı denemiş ve başaramamışlar.
Cherry, kahramanımızın dördüncü duvarı zaman zaman kırarak, ekrana bakıp kendi hikâyesini anlattığı bir yapım. Bunu yapmanın birden farklı yolu olsa da Russolar, dış dünyadaki hayat devam ederken Cherry’nin, ekrana bakıp yorum yapmasında karar kılmış. Fakat bu karar, Cherry gibi dram yükü ağır bir filmi maalesef oldukça yumuşatmış ve bize aktarmayı düşündüğü duyguları aktaramamasına neden olmuş. Bu yüzden zaten bana göre sorunlu olan hikâyeye ne yazık ki kurgu ve sinematografi de bir şey katamamış ve Cherry vasat bir film olmuş.
Suçu en baştan biraz Russolar’ın üzerine attık ama Cherry filminin hikâyesi de oldukça vasat. Hani bu noktada filmin uyarlandığı kitabın yazarına, yani bir insan evladına, “Senin hayat hikâyen vasat” demek çok ayıp gibime geliyor. Gelgelelim, adamın başına gelenler, öyle sokaktan geçen her on insanın dokuzunun başına gelen sıradan olaylar da değil. Fakat sinemada biz bu hikâyeleri; o kadar farklı versiyonlarda, o kadar farklı kez izledik ki… İnsan artık, bunun gerçek bir insanın başına gelip gelmemesini umursamıyor.
Cherry, ana karakterimizin toplamda beş farklı fazdan oluşan hayat hikâyesine odaklanıyor. Bu beş farklı fazda Tom Holland’ı; öğrenci, âşık, asker, uyuşturucu bağımlısı ve hırsız olarak görüyoruz. Bu beş farklı faz, arka arkaya gelince orijinal bir fikirmiş gibi görünse de aslında her biri kendi içinde klişelerden oluşuyor. Bu da filmi, beş farklı klişenin bir araya getirdiği bir film olarak görmemize neden oluyor.
Biraz daha konuyu açmamız gerekirse hemen şöyle spoilerlı olarak hikâyemizi mercek altına alalım. Aslında filmimizin açılış kısmı, Cherry’nin öğrencilik hayatını anlatmakla başlıyor ya da en azından bunu vaat ediyor. Fakat daha ilk sahneden Emily ile karşılaşan Cherry, sadece birkaç sahnenin ardından Emily ile sevgili oluyor ve biraz inişli çıkışlı olsa da hayatının bize vaat ettiği ilk kısmını anlatmış sayıyor kendini. Bundan sonra ise aralarındaki saçma bir iletişim problemi yüzünden Cherry orduya katılıyor ve bir anda kendini askeri üniformanın içinde buluyor.
Bana göre filmin anlatmakta en cesur olduğu kısım, klişelerle dolu olmasına rağmen yine bu kısım. Irak’a giden ve sıcak çatışmalarda arkadaşlarını kaybeden Cherry, bize hayatının bu kısmını gösterirken asla ucuz propaganda numaralarına girmiyor ve neredeyse hiçbir düşman askeri göstermeden, yaşadığı kayıpları anlatıyor. Genel olarak ordunun ve askerliğin, yirmi yaşlarının başındaki bir çocuğun düşündüğü gibi olmadığını; sizi savaşa götürenlerin size, savaştığınız insanlardan daha çok zarar verebileceğini oldukça iyi anlatıyor. Fakat bu kısımdan sonra film yine bizim bildiğimiz Hollywood sinema filmine geri dönüyor ve Cherry, önce savaş sonrası travma sonrası stres bozukluğu yaşıyor. Daha sonra bu travmadan kurtulmak için uyuşturucu kullanıyor ve son olarak da uyuşturucu batağına para bulmak için soygunculuğa başlıyor. Şu anlattığım kısmın ne kadar sıkıcı olduğunun farkındasınız değil mi çünkü gerçekten öyle.
Oyunculuklardan hiç bahsetmedik fakat gerçekten Tom Holland haricinde oyunculuğunu konuşabileceğimiz bir “oyuncu” görmüyoruz filmde. Filmin farklı bölümlerinde Tom Holland’ın yanına farklı insanlar girip çıkıyor ama hiçbiri figüran olmaktan öteye gidemiyor ne yazık ki. Yine de Tom Holland’ın oyunculuğu, onu alışılmadık bir rolde görmemize rağmen gayet güzel. Özellikle filmin sonlarına doğru Cherry’nin yetişkin hâllerini canlandırırken, kısa da olsa Tom Holland’ın oyunculuğundan büyük bir keyif alıyorsunuz.
Yani arkadaşlar, iddia ediyorum hayatında en az beş tane Amerikan yapımı filmi izleyen herhangi biri, Cherry’nin anlattığı hikâyelere mutlaka rast gelmiştir. Bu kadar bilinen hikâyeler, bir de gerçekten orijinalden uzak bir hikâye anlatım tekniğiyle anlatılınca ne yazık ki ortaya vasat bir film çıkıvermiş. Russo Biraderler’i severim, kendilerinin bize kattığı Marvel filmleri için şükranlarımı sunuyorum fakat sevgili yönetmenlerimiz, ya anlatmak için yanlış bir hikâye ya da yanlış bir hikâye anlatım tekniği tercih etmiş; her iki durumda da Cherry, bu hâliyle olmamış bir film.
Cherry’i izlediniz mi, izlediyseniz siz nasıl buldunuz sevgili Geekler? Sizce de filme biraz fazla mı haksızlık ediyorum? Yorumlara gelin de tartışalım.
1 Comment
Bence gerçekten doğru noktalara değiniyorsun. Filmin birçok kısmında durdurup başka şeylerle ilgilendim. Kısacası dikkatim dağıldı ve sıktı diyebilirim. Sinematografisi ve Tom Holland’ın oyunculuğu hoşuma gitti. Onun dışında pek bir olayı yok. Standart bir film diyebilirim.