Recep İvedik 1’den beri Türk Sinemasına, özellikle sinemalara gelecek kadar paralı olup da komedi olan Türk filmlerine karşı önyargılıyım. Recep çok kıro falan diye değil; bir kısım kendi çapında komik olan sahnenin yan yana konmasının yeterli olduğu bakış açısı, öykünün hiç bir yere varmaması ve izlediğim şeyin hiç bir şekilde özgün veya cesur olmamasına karşı oluşmuş bir tepki bu. Biz Size Döneriz, bu konudaki önyargılarımı kırdı.
İlk olarak şunu söylemeliyim ki filme çok ama çok düşük beklentiyle gittim. Yönetmen Doğa Can Anafarta, bize Facebook’tan yazmış ve Türkiye sinemasında denenmemiş, özgün bir iş yaptığını iddia etmişti. Bu çok iddialı sözler bile, galaya giderken içimde oluşmuş önyargıları kırmaya yeterli değildi. Yönetmen istediği kadar vizyoner olsun, senarist gerçek bir edebiyatçı olsun veya oyuncular muhteşem yetenekli olsun; son sözün bu işe para yatıranlarda olduğunu ve onların asla özgün ve cesur bir işe bel bağlamayacağını düşünürdüm. Ama kırk yılın başında bir bile olsa, doğru koşulların ve doğru sanatçıların bir araya gelebilme ihtimalini göz ardı etmişim.
Film hakkındaki düşüncelerimi aktarmadan önce şu yapımcılar; daha doğrusu bir filme para yatırıp da para kazanmayı bekleyenler hakkında bir kaç fikrimi size söylemem gerekir. Evet, onları anlıyorum. Benim de filmlere/dizilere yatıracak param olsa, ben de onları yatırdıktan sonra kar edecek bir geri dönüş almayı beklerim. Sonuçta hayrına iş yapmanın enayilik sayıldığı bir kültür bizimkisi. E durum böyle olunca da bi yatırımcı/yapımcı piyasaya bakar; hangi formül işliyor, ne para kazandırıyorsa onu tekrar ederek karlı bir sonuca ulaşacağına dair ümitlenir. Herhalde bu, genel anlamda her iş için aynıdır. Mesele ister bir ürün üretmek olsun, ister bir hizmet vermek olsun veya en basitinden ticaret olsun; amaç kar etmektir ve elde işe yaramış bir yöntem varken, deneysel takılmak gereksiz bir riskten başka bir şey değildir.
Ancak sanat bu değildir. Sanat, kar amacı gütmeyi bırakın beğenilmeyi bile amaçlamaz. Sanat sadece var olmayı amaçlar ve siz de eminim biliyorsunuzdur ki bazen yapıldığı zamanın çok ötesinde anlaşılır.
Gelelim sinemaya ve hatta Türk sinemasına. Sinema başlı başına bir sanat eseri olarak karşımıza çıkmakta zorlanan bir üretim dalıdır, çünkü çok masraflıdır. Bir yönetmenin kafasındaki vizyonu ortaya koyması için sadece kendisinin harıl harıl çalışması yetmez; onunla birlikte daha bir sürü insan da gecesini gündüzüne katarak emek sarfetmek zorundadır. Hatta bazen, hadi diyelim sesçiyi, ışıkçıyı, oyuncuyu elindeki düşük bütçelere rağmen çalışmaya ikna ettin; derme çatma, sağdan soldan toplama bir şekilde kamera, mikrofon, mekan filan ayarladın; ama gidersin, senin aklında bir sahne Taksim meydanında geçmektedir; ve işte onun için alınacak izne bile gücün yetmeyebilir. Evet sanat bazen koşulsuzluklardan doğar ama, koşullar izin verince de çok daha güzel şeylerin doğmayacağı anlamına gelmez bu.
Tüm bunlar yüzünden, o hep aynı formülle yapılan filmlere fazla da bir şey diyemiyorum. Ne yapacaksın; yapmıcının karşısına geçip “Biz bir film yapacağız; beğenilmeyip size para kaybettirecek ama 40-50 yıla değeri anlaşılacak!” diye mi satacaksın projeyi? Bu satış tekniği olsa olsa bir kaç kişinin aklını çeler, onların da kaçının parası olur ve sinemaya yatırırlar, onu ben de bilmiyorum.
Peki, kısaca, Biz Size Döneriz gerçekten de değeri yıllar sonra anlaşılacak, bugünün yatırımcısına illa maddi zarar olarak dönecek, çok özel bir sanat eseri mi? Bence değil. Ama yerli filmlerimizde görmeye çok alıştığımız yöntemlerden ibaret, izledikten sonra bir daha dönüp bakmayacağımız bir film de değil.
Bir kere filmin temposu izleyicinin filmi koltuğunun ucunda izlemesine sebep oluyor. Bu iyi bir şey. Seyircisine aptal muamelesi yapan, çok bariz bir şeyi elli saat on defa tekrar ede ede anlatan filmlerden hiç hazetmem. Takip ettiğim öykü veya konu çok klişe bile olsa, zekamın biraz olsun gıdıklanmasını isterim. Bu film bunu becermiş. Hatta arada kaçırdığım detaylar olduğuna eminim; ancak bu, filmin bir başarızlığı değil, tam tersi büyük bir istekle filmi bir kez daha izlememe sebep olacak düzeyde.
Filmin konusu gayet kendine özgün. Aslında bizim ülkede şu ana kadar elli defa işlenmiş bir konu olması gerekirken, belki de ilk defa beyaz perdede gördüğümüz bir mevzu. Ve her iyi sanat eseri gibi, filmin anlatmaya çalıştığı şey konusundan ibaret değil. Yani bizi bildiğimiz, tanıdığımız bir yerden yakalayıp, daha sonra yönetmenin (veya senaristin) asıl derdini gözler önüne seren bir öyküsü var.
Kısaca karakterlerimiz bir dertle bize sunuluyor ve filmin sonunda asıl dertlerinin o olmadığını öğrenip, hep beraber hayatı yaşamaya dair anlatılmaya çalışılan derse odaklanıyoruz. Bu, tabi ki tüm dünya ve tarih çapında sanat eserlerine bakacak olursanız özgün falan bir şey değil; hatta baya klişe. Ama son on yılın Türk komedi filmlerine bakacak olursanız, neredeyse devrimsel.
Bir de filmin alttan alta işlenen “mesajları” var. Ben 1986 doğumluyum. Yani Olacak O Kadar izleyerek büyüdüm. Ve Olacak O Kadar’ın mesajı gözümüze sokmaya başlayarak “bozmadığı” zamanları iyi bilirim. Bu bambaşka bir yazının konusu; ama kısaca bu konuda da tüm suçun o programda olmadığı kanısında olmuşumdur. Bence biz biraz zaman içerisinde gerçeklerden uzaklaşmak istedik, ve hayatta veya ülkemizde olan biten kötü olaylara karşı da gözlerimizi kapamayı seçtik. İşte bu filmde tam olarak böyle bir yan tema var. Aslında filmde olumsuz anlamda eleştirebileceğim yegane nokta da bu. Yani mesaj yeteri kadar gözümüze sokulmamış gibi geldi bana. Ama bence bu, dediğim gibi, bizim kulaklarımızın bu konulara tıkalı olmasından da kaynaklı. O yüzden kimi yönetmenler ya bu konulara hiç girmiyor, ya da Doğa gibileri bu konulara girmenin zeki ve kıvrak yollarını buluyorlar. Mesajı da alan alıyor, almayan gülüyor geçiyor.
Oyunculuklar veya başka teknik detaylara girmeyeceğim; sinema bence her zaman yönetmenin ve tam olarak kurguyu yapanın arenasıdır; ve onlar iyi iş çıkarmışlar. Özgün bir iş çıkarmışlar. Konu olarak nispeten ama anlatım olarak tam anlamıyla cesur bir iş çıkarmışlar.
Filmin vizyona giriş tarihi de bu ay salonlara gelen veya gelmek üzere olan başka filmler yüzünden ertlenmiş, bence ayıp olmuş. Sinema salonu sahipleri de, aynı yapımcılar gibi, para getireceğinden emin oldukları filmlere yer ayırıp biraz daha deneysel, biraz daha değişik işlere yer verme konusunda diretmişler belli ki. Herkes adına konuşamam ama ben sinemaya gidince bas geç filmler değil, nevi şahsına münhasır filmler izlemek istiyorum. Herkesin aşağı yukarı böyle düşündüğü, sanat eseri üretim ve tüketiminde paranın öncelik olmadığı bir geleceğe bizi yakınlaştıran böyle filmlere bence ihtiyaç var. Ki böyle sanat sepet konuştuğuma da bakmayın, baya eğlenceli ve geyik bir film olmuş, bence ne yapıp edip izleyin.