Eğer şanslıysanız şu anda evinizde oturuyorsunuz, eğer imkânınız varsa öyle de yapmalısınız zaten. Endişeli bir biçimde haberleri takip ediyorsunuz, tırnaklarınızı kemirmekten bir hal oldunuz. Ya da salgın filmi maratonu yapıyorsunuz. Her durumda stresten kafayı yiyorsunuz. Asparagas haberlerin ya da salgın filmlerinin yardımı dokunuyor mu, bana dokunmuyor. İşte bu yüzden kısa süre için aklınızı başka yöne çekecek, kısmen hızlı tempolu ya da en azından renkli bir ruh hâline sahip olan filmleri takdim ediyoruz. Kısmen daha az popüler filmler seçmeye çalıştık ama listede elbette izlemiş olduğunuz filmler de bulunacaktır. Filmlerin ortak özellikleri eğlendirici ancak hafif ve çoğu zaman masalsı işler olmaları. Önden buyurun o zaman!
The Fall (Düşüş)
Yapım yılı: 2006
Yönetmen: Tarsem Singh
IMDb puanı: 7,9
Bu film, tamamen rastlantı eseri duyduğum bir film. İzledikten sonra da popüler olmadığına şaşırdığım bir film. Ama bunu hak etmiyor tabii. Filmin hikâyesi çok ayrı, görselliği çok ayrı güzel. Bir kere dünyayı küçük bir kızın gözlerinden görüyoruz. Hatta sadece dünyayı değil, masalları da. Koğuşta kaldığı süre boyunca Roy‘dan masallar dinliyor, masallardaki boşlukları da tamamen kendi zihninin gerçekliği ile dolduruyor. Kötü bir adam mı var masalda? O kötü adamın yüzü, hiç haz etmediği doktoru oluveriyor. Sempatik bir karakter, çok sevdiği hemşire Evelyn‘in suretine bürünüyor. Filmin başında röntgen teknisyenlerini görüp, o hantal kıyafetlerinden korktuysa masaldaki kötü şehzadenin askerleri de röntgen teknisyeni gibi giyiniyor. Alexandria, ne tatlı çocuksun sen!
Anlatılan tüm masallar ise aslında masalları anlatan intihara meyilli gencin gerçekliğini yansıtıyor. Tüm bu masal sekansları ise Dalí ’ye taş çıkartacak, tamam tamam o kadar da değil, sürrealist karelerle ve sıfır görsel efektle oluşturuluyor. Toplamda ne oldu? Depresif bir gerçekliğin masallarının üzerine küçük bir çocuk zihninin ağırlığı biniyor ve bunların hepsi müthiş renk ve karelerle cilalanıyor. Sonunu da insanlığın düşüşü ile ilgili dramatik bir şekilde noktalıyor. E, harika bir film oldu bu?
Moonrise Kingdom (Yükselen Ay Krallığı)
Yapım yılı: 2012
Yönetmen: Wes Anderson
IMDb puanı: 7,8
Biz bu filmi biliyoruz diye kızmayın, tamam. Ama Wes Anderson gerçekten çok iyi bir yönetmen. Çünkü ciddi biçimde anlatılmasını bekleyeceğiniz her şeyi alıp yeniden kuruyor ve sırıta sırıta izlemelik bir film yapıyor size. Savaş, çocuk evliliği, mülteciler… Böyle söyleyince çok ağır duruyor ama Anderson’ın büyüklüğü de burada muhtemelen. Aşırı ciddi, profesyonel simalar; sürekli absürt tepkiler veren hınzır karakterlere dönüşüyor. Çocuklar ciddi ve akıllıyken yetişkinler çoğu zaman neredeyse kör ve aptal hareket ediyor. Kimi zaman da bürokrasiye bağlılıklarıyla kafkaesk bir havaya bürünüyorlar.
Görsel olarak beğenmeyebilirsiniz, orası ayrı. Ama ‘‘gözü yorduğu’’ söylenen o simetri bile büyük amaçlara hizmet ediyor. Çünkü Wes Anderson sürekli bir film izlediğinizi hatırlatıyor size. Bak, maketten kayak pisti! Bak, aşırı simetrik mobilyalarla bezenmiş bir sahne! Bak, absürt uzunlukta ahşap bir merdiven, hapisten kaçmak için kullanılıyor! Charlie Chaplin filmi gibi bir komedi? Eninde sonunda bir filmin, bir anlatının, bir masalın içindesiniz. Ve bu masalın anlatıcısı, görselliği mizah ögesi olarak kullanmayı da çok iyi biliyor.
Moonrise Kingdom da ise yok yok: Evlenmeyi planlayan ve bu yüzden kaçan iki küçük çocuk; bu iki genci yakalamak için toplananlar olarak ise bir aile, biraz alık ama hüzünlü izcibaşı bir öğretmen, ruhsuz bir sosyal hizmetler memuru, ciddi bir polis memuru, kaybolan arkadaşlarından nefret eden soğukkanlı on yaşındaki izci bebeler. Bir de tabii pastel renkler ve simetrik çekimler.
Hot Fuzz (Sıkı Aynasızlar)
Yapım yılı: 2007
Yönetmen: Edgar Wright
IMDb puanı: 7,8
Görselliği de mizah unsuruna dönüştürebilmek demişken bu filmi koymazsak olmazdı. Çünkü bu yetenek fazlasıyla önemli. En azından bir yönetmen ve karikatürist için. Baskın duyu organı göz sonuçta. Önemli olan karakterlerin birbirlerine takılıp espri yapmaları değil.
Karakterin bir duruma tepkisi (absürt komedi), içinde bulunduğu durumun kendisi (durum komedisi) ve hatta belki de ekranda gördüğümüz karenin komik olması bence bir filmi çok daha kaliteli yapar. (Bu işin mutfağına ilginiz varsa Every Frame A Painting kanalının görsel mizah ile ilgili videosunu izleyebilirsiniz, Edgar Wright’ın bu işi nasıl kotardığını anlatıyor video.) Tabii eğer espriyi direkt servis edeceklerse de bunu bir bağlam içerisinde yapmaları şakayı on kat komik ve değerli kılmaz mı? Hemen gidin de filmi izleyin, bir pubda müşterilere yaş sormak ya da otel sahibesine faşist demek hangi bağlamlarda komik kendiniz görün.
Sırf başarılı olduğu için kırsala sürülen bir polis memuru, onun Will Smith hayranı sorumsuz meslektaşı, kasabada durmak bilmeyen cinayetler; suç oranı düşük bu kasabada bir işler döndüğü kesin.
Poulet Aux Prunes (Azrail’i Beklerken)
Yapım yılı: 2011
Yönetmen: Marjane Satrapi
IMDb puanı: 7,0
Yine masalımsı bir film. İran sineması. Diğer filmlere kıyasla daha koyu bir tonu var, doğru. Ama yine masalsı ve absürt ögeler var ortada. Nasser Ali, biraz gıcık, biraz da zavallı bir kemanist. Bir gün, asla karısı tarafından kırılan kemanın yerini dolduramayacağını fark edince hayatın anlamsız olduğuna karar veriyor. Peki peki, öyle pek moral verici bir hikâye değil. Ama Nasser Ali korkak biri. Kendini öldürmeye eli varmıyor, o da yatağına uzatıp ölümü beklemeye karar veriyor. Küsmüş bir çocuk gibi ellerini bağlayıp oturarak basbayağı Azrail’in ziyaretini gözlemeye başlıyor.
Bir noktada Samarra’daki randevu ile ilgili kısa bir animasyon sekansı bile izliyoruz, tadından yenmiyor. Kısa olduğu kadar şaşırtıcı, komik ve düşündürücü noktalara da sahip bu film, zaten toplam sekiz güne bölünmüş. Sizce Azrail Nasser Ali’nin çağrısına cevap verecek mi?
Loving Vincent (Vincent’ten Sevgilerle)
Yapım yılı: 2017
Yönetmen: Dorota Kobiela, Hugh Welchman
IMDb puanı: 7,8
Vincent van Gogh ”depresif sanatçı” klişesinin büyük bir örneği, yaşarken değeri bilinmeyen sanatçılar listesinin de başını çeker kendisi. Bu yüzden diğer filmlerden daha hüzünlü bir eserle karşı karşıyayız. Ama tabii bu film, neredeyse bir dedektiflik hikâyesine davet ediyor bizi. Çünkü postacının oğlu Armand Roulin, bu deli ressamın neden öldüğünü bulmaya çalışıyor. Her şey günlük gülistanlıkken kim birden bire canına kıyar ki? Kardeşi Theo’ya fazlasıyla mutlu olduğunu söyledikten kısa süre sonra ressamımızın intihar etmesi kafalara soru işaretleri getiriyor.
Kabul, bu listenin standartlarına uymuyormuş gibi görünüyor film. Ama Vincent van Gogh’un içindeki tüm karanlığa rağmen son dönem tablolarına yansıttığı renk cümbüşü, geri kalan her şeyi süpürüyor. Sonuçta film de tamamen tablolardan oluşuyor. Filmin her bir karesi Van Gogh’un kendine has dışavurumcu fırça darbeleri ve renkleriyle örülmüş. Bu yüzden Van Gogh’un da çok sevdiği sarı renkler, parlak kırmızılar, koyu maviler ile dolu film. Arada durup ”Aaa, ben bu tabloyu biliyorum!” da diyorsunuz. İzlemesi bu kadar keyifli bir animasyon ile tatlı bir melankoliyle işlenmiş bir hikâye var elimizde, daha ne bekliyorsunuz?
Cash Back (Zamana Güzellik Kat)
Yapım yılı: 2006
Yönetmen: Sean Ellis
IMDb puanı: 7,2
Ben, kız arkadaşıyla sert bir ayrılık yaşar. O günden sonra da bir daha uyuyamaz. Geceleri vakit öldürmek için kullandığı tüm taktiklere rağmen kendisi için acılı bir karadeliğe dönüşür. O da bir karar verir, ”Madem uyuyamıyorum gidip para kazanayım?”. Öğrenci olduğu çok belli oluyor değil mi? Böylece bir süpermarkette geceleri çalışmaya başlar. Floresan ışığın altında insanın zaman algısını kaybettiği bu markette, tüm çalışanların zaman geçirmek için kendilerine has taktikleri vardır tabii. Kimisi saatini bantlar, bizimki ise zamanı durdurup müşterileri nü portreler için modeli olarak kullanır. Eh evet, kulağa epey kötü geliyor ama eninde sonunda bir galeri bile açıyor kendisi. Tabii bu sırada aşkı yeniden buluyor, gıcık patronuyla maç yapmaya gidiyor ve zamanı durdurma yeteneğine dair bir şeyler keşfediyor. Bayağı profesyonel bir sinopsis oldu yazdıklarım. Sonuç olarak göz atmaya değer bir film.
Siz ne diyorsunuz? Bu listeye sizin ekleyecekleriniz var mı?