Todd Field’ın Tár filmini bitirdiğimde yaptığım ilk şey, hızlıca Wikipedia’ya koşup Lydia Târ’ın hayatını aratmak oldu. Ne yazık ki bu arama sonucu hiçbir şey bulamadım çünkü benim o an öğrendiğim ve belki sizlerin de şu an öğreneceği üzere Lydia Tár gerçek bir insan değil, yalnızca yönetmen Field ve kendisini canlandıran Cate Blanchett’ın birlikte yarattıkları bir karakter. Bunu anlatıyorum çünkü ben ve tanıdığım bir çok insanın filmden Lydia Târ’ı gerçek bir insan sanarak çıkması, bana göre bu filmin Lydia karakterini yaratırken günümüzün nabzını tutmakta ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor.
Lydia Tár sadece bir film karakteri değil; o aynı zamanda, özellikle Me Too hareketinin oldukça yayıldığı bu son bir kaç sene içerisinde, hakkında korkunç gerçeklerin açığa çıktığı onlarca sanatçı ve önemli figürün bir temsili. Ancak Lydia bu insanlardan biraz daha farklı çünkü kendisi yıllardır bu tarz haberlerde görmeye alışık olduğumuz beyaz, heteroseksüel erkek kalıbına uymuyor. O lezbiyen bir kadın ve yönelimi konusunda da oldukça açık. Todd Field’ın endüstride taciz olayını anlatırken belki de kendisinin daha yakından anlayabileceği bir yönetmen ya da oyuncudan ziyade müzik dünyasından birini tercih etmesi de, Lydia Tár’ın lezbiyen bir kadın olması da bana göre tek bir ana mesajı vermekte kritik: Bu tarz sahip olduğu mevkiiyi kötüye kullanan insanlar, tek tipte veya tek bir endüstride sınırlı değil. Bu kişiler güçlerini kullanıp başkalarını manipüle etmekte ustalar ve bu nedenle de her ırk, yönelim, cinsiyet ve sektörden olabilirler.
Son zamanlarda ‘cancel culture’, gerek liberal gerekse muhafazakar kesimler tarafından oldukça konuşulan bir konsept. “‘Cancel culture’ artık çok ileri gitti, haksız yere insanların kariyerleri bitiyor!” gibi iddialar, sizlerin de muhtemelen benim gibi internette sık sık gördüğü nidalar. Ancak Tár bize bu konu hakkında iki soru sorduruyor: Bu insanlar gerçekten bütün kariyerlerini kayıp ediyorlar mı ve bu insanların eski güçlerine sahip olmamaları özünde kötü bir şey mi?
Filmi izlememiş olanlarınız için spoiler uyarısı, buradan sonrasını okumamanızı tavsiye ederim!
Filmin sonunda Lydia Tár, birçok genç kadından kariyerlerini ilerletme sözü vererek cinsel isteklerde bulunduğu için parçası olduğu orkestradan atılıyor, bunun sonucu olarak da daha önce aşağılayarak baktığı işlerden biri olan video oyunu müziği yaptırılmaya düşüyor. Evet, eski konumuna göre oldukça düşük bir yer ancak kendisi hâlâ sıradan bir işçiye göre kat kat fazla para kazanıyor, hâlâ müzik sektöründe, hâlâ öyle ya da böyle sevdiği işi yapıyor. Gerçek hayatta da bu durum böyle. ‘Cancel’ edildiğini düşündüğümüz birçok oyuncu ve yönetmen, eski olanaklarına sahip olmasalar da hâlâ sektörün içindeler. Roman Polanski ve Woody Allen gibi oldukça bilindik tacizciler hâlâ törenlerde ödüllendiriliyorlar. Hâl böyleyken, kimsenin gerçekten ‘cancel culture’ kurbanı olduğunu söyleyebilir miyiz? Benim aksime bunu gerçekten ‘cancel culture’ ve o kişiye yapılan bir haksızlık olarak görüyorsanız bile, defalarca insanlara zarar vermiş bu figürlerin ellerinden bunu yapmaya devam edebilecekleri gücü almak, onları platformlarından alıkoymak neden olumsuz bir durum?
Kapanış olarak sizlere şunu sormak istiyorum: Toplum olarak tacizcileri savunmaya neden bu kadar istekliyiz? Bana göre Târ bu senenin en önemli filmlerinden biri çünkü toplum için oldukça önemli bir problemi anlatıyor. Lydia Târ gibi insanlar her zaman var olmaya devam edecek. Her ne kadar film boyu, yaptıklarını çevresindeki birçok insanın bildiğine dair ipuçları da olsa, kendisini ‘cancel’ etmek için internette hakkında tweetler atılması gerekiyor. Buradan da anlıyoruz ki sektörün kendisi bu insanları korumaya ellinden geldiği kadar devam edecek, bu nedenle evet, gerekirse bu insanları ‘cancel’ etmek, aradıkları gücü onlara vermemek bize düşüyor. Ancak biz sosyal medya ve bunun bize getirdiği ayrıcalıkları kullanarak bu döngüye bir dur demeyi başarabiliriz.
Yazan: İrem Akay