Her seferinde farklı konular belirleyip dört hafta boyunca değişik açılardan ele aldığımız ve yazıya döktüğümüz serimiz Geek Dosya’nın pek çiçek okurları ve sevgili müdavimleri; tekrardan hoş geldiniz! Sizler için eğlenceli olduğu kadar bilgilendirici olmasına da çabaladığımız yazılarımızın benim payıma düşen “yemek” teması için bu hafta yolumuza animasyonlar sapağından devam edeceğiz. Geçen haftanın edebiyattaki beş çayı molasından sonra, bu sefer çizgi dünyanın doğru sanılmasına rağmen aslında pek de öyle olmayan gerçeklerine doğru hızlı bir geçiş yapıyoruz. Siz tabii ona kısaca animasyonlardaki yemek mitleri de diyebilirsiniz.
Çocukluktan bu yana akıllarda yer etmiş bazı belli başlı çizgi karakterler, neden spesifik yiyeceklerle bağdaştırılırlar sizce? Bunu çoğu kez düşünmüş olsak da hep “çocuklara o yemeği sevdirmek için” gibi cevaplar almışızdır herhalde, değil mi? Büyük çoğunluğu için geçerli bir yanıt olan bu sorunun aslında farklı bir tarafına değinelim istiyorum. Bağdaştırıldıkları karakterlerle çok alakası olmayan yiyeceklerin gerçekliğine parmak basalım hadi. Mesela minik fare Jerry’nin peynir sevdası, ıspanak yedikten sonra süper güçlü olan Temel Reis ve havuç manyağı Bugs Bunny’nin yalanı… Başlayalım mı?
“N’aber Kardiş?” Demekle İş Bitmiyor: Tavşan-Havuç Miti
“Bugs Bunny hatalıydı. Bütün evcil tavşanlarımızın normalde olması gerektiği gibi saman yemelerini istiyoruz. İnsanlar aynı zamanda tavşanların havuç yemesi gerektiğini düşünüyor, çünkü Bugs Bunny öyle yapıyordu. Ama o bir çizgi karakter; gerçek tavşanlar konuşmaz ve o kadar sık havuç da yememeliler.”
-Rachel Roxburgh
Hayvanlar üzerinde çalışma yapan bir bilim insanı diyor bunu, yoldan geçen biri değil ha. Vahşi doğada yaşamlarını sürdüren tavşanlar havuçtan uzak dururken evcil olanları biraz daha yatkın bu sebzeye. Tabii yemelerinin getirdiği birtakım sonuçlara da sonrasında katlanıyor zavallıcıklar. Yüksek miktarda şeker içeren havuç ve elma gibi besinler nedeniyle tavşanların yüzde on bir gibi bir kısmı diş çürümesi problemiyle yüzleşiyormuş. Halbuki yemeleri gereken şeyler ise saman ve yeşil yapraklı yiyecekler.
Bir tavşana havuç uzatırsanız, minik dostunuz o sebzenin tepesindeki yeşil kısmı yiyecektir daha yüksek ihtimalle. Peki bizi tavşan-havuç kalıbına fazlasıyla alıştıran Bugs Bunny’nin buradaki pozisyonu ne? Elbette çocukluktan başlayarak birçok nesli yanlış algıya yönlendirmesi gibi bir suçu olsa da, en azından bu kalıbın kaynağı bizzat kendi değil. 1934 seneli It Happened One Night isimli bir filmde, Clark Gable‘ın karakterinin minik bir sahnesi üzerine tüm bu tantana başlıyor. 1940 yılında çizgi dünyaya ilk adımını atan Bugs Bunny’nin A Wild Hare isimli ilk bölümü, Clark Gable’ın bahsi geçen filmdeki sahnede sergilediği davranışlara gönderme yapmaktaydı. Bir çite dayanıp otostop konusunda repliklerini sıralayan Gable’ın havuç yemesi, Bugs Bunny’nin aslında bu “tavşan-havuç” algısını yaratmadaki en büyük sebebi olmuş.
Hala bir büyüğümüze sorsak “çocuklara sevdirmek için” cevabını alacağımızın çok daha muhtemel olduğunu da unutmadan, işin aslının bu olduğunu da bildirmiş olalım. Tavşanlar havuç yemez. Bilinçlenelim.
Aç Kalmamak İçin Ölüme Kafa Tutan Kahramanlar: Fare-Peynir Miti
“Karikatüristler, peynirlere minik delikler çizmeyi ve fareleri bu deliklerden çıkarmayı çok sever. Farelerin peynir sevmemelerine rağmen karikatüristler bu görüntüyü kullanmanın kolay olduğunu ve kullanmaya da devam edeceklerini itiraf etmişlerdir.”
-Dr. David Holmes
Çizgi filmlerde gördüğümüz farelerin peynir aşkının aslında bu kadar basit bir sebebi var. Görüntü olarak daha ilginç, çekici veya komik gözüktüğü için tercih edilen bu yöntem, aslında yanlış bir algıya itiyor insanları. Tanınan en ünlü farelerden biri olan Jerry’nin Tom ile olan maceralarının yanında, bir de zaman zaman peynire olan zaafını da fark etmişsinizdir mutlaka. Tabii bir diğer meşhur faremiz Ratatouille’dan Remy de aynı hataya düşüyordu animasyon filminde ne yazık ki. Sadece bir tanesine özgü bir şey değil yani anlayacağınız. Gel gelelim yukarıda alıntıladığımız sözdeki gibi, peynirin deliklerine saklanıp daha sonra başını oradan çıkararak animatik anlamda pozitif katkı sağlasa da, gerçek anlamda tam bir mit yaratmış halde. Havucu yasak olmasına rağmen birazcık da olsa yiyebilen tavşanların aksine; fareler aslında peyniri tadamaz bile.
Peki neden peynir yiyemez bizim bu minik dostlarımız, onu açıklayalım. Dünya üzerine laktoza karşı alerjisi olan bazı memeli hayvanlardan sadece bir tanesidir fare cinsi. Kat-i suretle süt ve süt ürünlerini tüketemeyen fareler, yemeleri ihtimalinde sindirim bozuklukları yaşarlar. Üstelik derilerinin üzerinde beliren ve kaşıntı yaratan pütürcükler de cabası. Tabii eninde sonunda bu laktoz intoleransı ne yazık ki farelerin yaşamını bitiren bir sebep oluyor.
“Fare-peynir” algısının oluşmasındaki en büyük neden ise sanılanın aksine çizgi filmlerde “çocuklar yesin diye” eklenen bir detay olmaktan çok uzak bir yerden geliyor. Eski tarihlerde, yüz yıllar öncesinden bahsediyoruz, hayatta kalabilmek adına evlerin kilerlerine girip kendilerine yiyecek bir şey bulmaya çalışan farelerin fazla seçeneği yoktu ne yazık ki. Gereken tadı vermesi için kutular ya da kavanozlar içine saklanmadan açıkta bekletilen ve zaman zaman küflenmeye bırakılan peynirler, o dönemlerde farelerin maalesef bulabileceği tek çarelerden biriydi.
Tabii bu gerçekliğin yanında bir de Yunan tanrısı Apollo’nun oğlu Aristaeus’un, insanlığa nasıl peynir yapılacağını öğrettiğine dair var olan hikaye de, aynı şekilde bu algıya sebebiyet vermiş. Zira Apollo’nun tapınaklarının altında bulunan mezbahalarda yaşayan fareler nedeniyle bu tanrı, zaman zaman “Fare Apollo” olarak da anılmaktaymış. Oğlunun da peynirle olan bağlantısı, mitoloji kaynaklı bir “fare-peynir” yanlış anlaşılmasına yol açmış dolayısıyla.
Bir Virgül Nelere Kadirmiş Meğer: Ispanak-Güç Miti
Ülkemizde Temel Reis olarak tanınan ama asıl ismi Popeye olan çizgi film karakterini hepiniz tanıyorsunuz, değil mi? Bir kutu ıspanağı yalayıp yuttuktan sonra kaslarına kuvvet gelen Temel Reis’in bir anda süper-insan-vari güçleri ortaya çıkıyordu hani. Heh, işte izlediğiniz ve bildiğiniz tüm o yalanları unutun; çünkü gerçekte ıspanağın öyle bir etkisi yok.
Yukarıda devamlı olarak “çocuklar yesin diye” yaratıldığını düşünmemize rağmen aslında farklı nedenlere dayandırılan mitlerin aksine ıspanak hikayemiz, araştırmacıların da hatasıyla beraber aslında aileleri yanlış algıya saptıran şey olmuş. Yani bu sefer cidden, annelerin çocuklarına sırf yemelerini sağlamak için söyledikleri beyaz bir yalan bu ıspanak miti. Ama suç annelerde değil, bunun araştırmasını yapan Erich Von Wolf’ta ne yazık ki.
1870 yılında çalışmalarına başlayan Von Wolf, ıspanağın 100 gramında 3,5 miligram demir olduğunu keşfetmiş ve bunu tarihe geçmek için hiç de beklememiş. Fakat görünen o ki, virgül sadece dünya dillerinde değil matematikte de çok büyük felaketlere yol açabiliyor. 3,5 miligramın ufak bir hatayla 35 miligram olarak yanlış anlaşılması üzerine patlayıp giden bu furya, bugün de yanlış biliyor olduğumuz “ıspanak demir açısından çok zengindir” algısının temel sebebi. Sonralarda bunu düzeltmeye çalışsalar da, akıllara yer etmiş ve çocukların bir şekilde ıspanak yemesini sağlayan bu beyaz yalan, ne yazık ki bir mit halini almış.
Peki ıspanağın içinde yüksek oranda demirin bulunması aslında ne demek? Şöyle ki, demir eksikliği günümüzde bile ciddi bir sağlık problemi vaziyetinde. Bunun için ilaç takviyesi alan hastaların rahatsızlığına da genel anlamda anemi deniyor. Kandaki oksijen üretimine katkı sağlayan demirin eksik olması demek, bir bakıma kansızlık demek yani. Vücudunuzda da demir eksik olunca yorgunluk, güçsüzlük, baş dönmesi ve zor odaklanma gibi problemler yaşamanız pek mümkün. Zaten çizgi filmde de Temel Reis’in, yedikten sonra tüm bu etkenlerin aksine zımba gibi olup güçlenmesinden, çocuklar üzerinde yaratılmaya çalışan algıyı anlayabiliyoruz.
Bir virgül sebebiyle oluşan beyaz yalanın masum kurbanı çocuklar, kulak verin! Sizi yemişler bu zamana kadar, yok öyle bir dünya! Ama siz yine tüketin sebzelerinizi; 3,5 miligramdaki kâr, yine kârdır yani. (Anneler konseyi beni taşlamadan ben topuklayayım en iyisi, hehe)