Yazan: Büşra Nur Er
Tahmin ediyorum ki yazıyı tıklayanların çoğu yer ve gök arasında bir yerde ve muhtemelen de İstanbul’da yaşıyor. Yani en azından istatistik bize bunu söylüyor. Baktığımız, duyduğumuz, anlattığımız öykülerin çoğunda onlar var, siz varsınız; bu öykülerin dinleyicileri de yine onlar, yine siz… Peki ya yerin altındakiler, Şehrin aynalarının sırrını çözenler ve o aynanın arkasına düştükleri için görmediklerimiz? Hiç düşünüyor muyuz onları, hikayelerine vakıf mıyız? Kaçımız biliyor şehrin dehlizlerini, kaçımız merak ediyor kağıt toplayan çocukların kulaklığında çalan şarkıyı?
Yerli yapımlarda fantastik şeyler görmediğimiz için hayıflandığımız şu günlerde size bundan altı yıl önce otuz iki bölümcük süren, dibine kadar fantastik ve bilimkurguvari bir dizimiz olduğunu söylesem ne dersiniz? Üstelik bu dizinin şimdilerde taraflı politik işlerden geçilmeyen, şive komedisi yapmayanı kapısından sokmayan TRT’de yayınlandığını söylesem? Bugün sizi Türkiye sınırları içinde şehrin aynalarının öte yüzünü anlatmayı amaçlamış belki de tek diziyle, Şubat‘la tanıştırmak istiyorum sevgili Geekyapar okurları.
Dizinin yönetmenliğini en afili filinta Onur Ünlü üstlenirken; yaratıcı ekipte Emin Gürsoy ve Funda Alp gibi isimler bulunuyor, Melisa Sözen, Özkan Uğur, Sermet Yeşil, Alican Yücesoy, Türkü Turan, İdil Fırat, Tansu Biçer, Nadir Sarıbacak ve Musa Uzunlar gibi hiç de hafife alınmayacak gümbür gümbür bir oyuncu kadrosuyla selamlıyordu bizi Şubat.
Şubat, 14 Eylül 2012’de “Yarayla alay eder yaralanmamış olan.” sloganıyla yayınlanmaya başladığında aslında ne kadar farklı bir yapım olacağı kestiriliyordu. Underground bir şehir efsanesi çekmek için İstanbul’dan daha uygun bir kent var mıdır bilmiyorum; Şubat bu konuda çok şanslıydı belki de çünkü şehir gerçekten de dehlizlerde doluydu. Bu yüzden de istenen atmosferin yaratıldığını düşünüyorum. Yaratılan harika atmosferin yanında, anlatılacak bir hikayesi, verilecek çok mesajı vardı . Daha ilk sahnesinde Aziz Bey o muhteşem giriş konuşmalarının ilkini yapıyor ve bize öykünün bilmemiz gereken kısımlarını çıtlatıyordu. Ben de size çıtlatayım istiyorum:
Bundan yıllar önce bir yetimhanenin kapısına bırakılan tıpkı adı gibi eksik çocuk Şubat, aynı yetimhane yangınında öldü sanılıyor ve Yusuf misali kurtuluyordu. Kağıt toplamakla, kardeş gördüğü Saltuk ve baba bildiği Aziz Bey’le sürüp giden hayatı Haberler’i görmesiyle değişiyordu.
Şubat’ın ve şehrin aynalarının kırılması işte tam o anla başlıyor; o “an” birbirine bağlı onlarca tepkimeyi tetikliyor ve onlarca tepkimeden onlarca öykü doğuyordu. Biz Şubat’ta otuz iki bölüm boyunca çirkin ve güzelin, akıl ve deliliğin, ölüm ve ölümsüzlük fikrinin, masumiyet ve zorbalığın en net biçimde çarpıştırılmasını ve bundan doğan öyküleri izledik. Şüphesiz ki bu çarpıştırılmaların temelini yaratıcı ekibin akıllarını karıştıran sorulara cevap arama çabası oluşturuyordu.
Ben Şubat’ı kaliteli yapan şeyin bu arayış olduğunu düşünüyorum. Verileni kabullenmeyip sorgulamak her zaman zordur; çünkü bazen insan can sıkıcı şeylere ulaşır, her zaman nirvanaya varmak söz konusu değil sonuçta. En güzel öyküler bu sorgu halinden doğar; yaratıcısının sorusunu yanıtlamış bir öyküden daha iyisini düşünemiyorum. Şubat’ta da çeşitli suallere cevap olacak çeşitli öyküler dinledik. Kam Ağacı’nın öyküsü gibi ya da Duble’nin anlattığı Kumru öyküsü gibi.
Hazır Duble’den bahsetmişken yan karakterlerin güzelliğinden mi dem vursak biraz da… Delisi, Dublesi, Terzisi, Berberi, Santosu, Zımbası, Çimeni, Hayvanı, GeliniSabahı, Samim Akçası, Leyyali, Adamı, Komserim Komutanımı, Yusufu, Gülümü ile tek nefeste sayamayacağımız, tastamam bir yan karakter ordusu sundu bize Şubat. Hiçbiri boş geçilmemiş, altı dolu karakterler; gerçek olduğuna inandığımız dostluklar izledik. Her şey gerçekçiydi, bir kanalizasyon ızgarasında biriken sigara izmaritleri kadar gerçekçi.
Özellikle Tayfa’dan bahsetmezsem kötü hissedeceğim kendimi: Underground şehir çetelerini işleyen yapımlarda çete üyelerinde bir aynılık görürüz; sanki üyelerin tek derdi çetenin düzenini sağlamak, adam pataklamak, şehri kol gezmektir. İtlik ve de serserilik yapmaktır yani. Ama Deli ve Duble’nin başı çektiği Tayfa’nın üyelerinin bu kadar karton karakterler olmadıklarını görüyoruz; hepsi kanlı canlı birer karakter. İlerleyen her bölümde de hikayeleri ile tanışıyor; onlarla bağ kuruyoruz. Canımız konserve kavonozundan kırmızı içmek bile istiyor. Yaptıkları müzik ve sokakların içinden kopup gelen Amesha Spenta grubunun dizide müzisyen çete üyelerini oynaması da cabası bu durumun.
Öyle övdü kaçtı demeyin diye bu paragrafı da şöyle olsa daha iyi olurdu köşesi yapalım: Örneğin Türk dizilerinin ortak kaderi ve de kederi olan zaman mevzu bahsi. Kanaatimce bölümler doksan dakika olmasaydı da daha insani sürelere inseydi; hikayeyi daha derinden ve hiç sıkılmadan takip etme şansımız olurdu. Gözümüze batan birkaç oyunculuk da vardı; mesela Yıldız Çankaya rolünde gördüğümüz Ülkü Duru ve Elem karakterini çok çiğ ve deneyimsiz bir şekilde canlandıran Hande Doğandemir gibi; hikayede yirminci bölümden sonra yaşanan kopukluklar, dizinin zaman aksını farklı kullanması nedeniyle doğan mantık hataları ve yukarıda bahsettiğimiz bilimkurguvari havanın bilim kısmında görülen tutarsızlıklar gibi. Tat kaçırmak istemiyoruz ancak tekrar çekilse keşke dediğimiz, bazı yerlerinde hayıflandığımız; zaman zaman da klişe bulduğumuz bir sonla üstelik sezon ortasında bitiverdi Şubat, bitiriliverdi. Adı gibi eksik ve yarım kaldı.
Biz de bu yazıyı Şubat gibi hemen bitirivermek istemiyoruz sevgili okuyucu; Geekyapar yazılarının bir geleneği vardır. Sizin fikirlerinizi merak ediyoruz; Şubat’ı şöyle bir göz atacak kadar da olsa izlediniz mi, izlediyseniz beğendiniz mi; neler düşünüyorsunuz? Deli İbrahim gibi bağırıyorum o zaman “Tayfa, yoruma!”.
___________
DEV YAZI ÇAĞRISI 30 Ağustos’a kadar yazılarınızı kabul edecek. Detaylar burada.
2 Comments
Üzülerek belirtim 9 yıl sonra böyle bir muhteşemliği kaçırmışım efsane bişiy 🥺
Kaan Yilmazin da adini ve ya oynadigi karakteri yazsaydiniz keskeee (namideger eric)