Bir komedi dizisinden ilk bekleyeceğiniz şey ciddi ya da tarihi bir arka plan olmayabilir. Ama biz son zamanlarda çok daha üzücü, kimi zaman ciddi ve neredeyse didaktik komedi eserleri de görüyoruz, değil mi? Karısının ölümüyle baş eden karakter de izliyoruz mesela. Derry Girls, tam da böyle bir dizi. Ama bir yandan da, hayır, öyle bir dizi değil. Arka planda sinirlerin ip gibi gerildiği ve nefret kat sayılarının arttığı bir dönem varken önde, kendilerine balo partneri arayan gençler var. Bu çok yönlülüğüyle de kalpleri fethediyor.

Tamam, dizi, tam da Protestan İngiltere ile Katolik İrlanda arasındaki gerilimin arttığı dönemlerde geçiyor. Evet, ortada 1960’ların sonundan 1998’e kadar gelen bir sorun var ki yeterince deşersek bu ikilinin gerilimini tarih boyunca tekrar tekrar görebiliriz. The Troubles diye herhangi bir yerde araştırma yapın, karşınıza sonu gelmez şehit listeleri ve çatışma isimleri çıkacaktır. Sonra da açıp Zombie’yi bir kez daha dinleyebilirsiniz, tüylerinizin neden diken diken olduğunu daha iyi kavrarsınız.

Derry Girls, bu çatışma döneminin öncesi ve sonrasında geçiyor ve aynı zamanda 17 yaşlarındaki bir arkadaş gurubuna odaklanıyor. Durumun en karanlık yerlerine gitmiyor tabii, elindeki bombayı fırlatmak üzere olan bir militanın zihnini göstermiyor bize. Gerilimin en gündelik kısımlarını; televizyondan politikacı konuşması dinlemeyi, Protestan bir çocuk okula gelince ona yabancılık çekmeyi anlatıyor mesela. Bunlar da düşününce bir komedi dizisi için yine de ağır konular. Ama kendinizi, sıradan bir anne-kız çekişmesine gülüyorken bir anda televizyondaki bomba haberiyle karşı karşıya buluyorsunuz.

Peki seyirciyi güldürmeyi başarıyor mu? Evet, elbette. Ama hayat da böyle zaten demeyeceğim bu sefer, siyasi gerilimin ortasında bile sulu ergenlikler yaşamak zaten tanıdık. ‘Sürekli birbirimizi geberttiğimiz için bize hiç iyi gruplar gelmiyor!’ diye öfkelenmek zaten kesin bir yerlerde gerçekleşmiştir. Ama aynı zamanda buna gülmek de iyi bir şey. Bir tür katarsis yani. Günün sonunda tüm siyasi gerilimler bitiyor da ergenlik kalıyor gibi hissediyorsunuz. Bombalar değil ama ebeveynlerden yakınmak daha kalıcı gibi duruyor; diziyi güzel yapan da bu.

Daha ağır konuların üstünde, aslında odaklandığımız şeyler gizlice konsere gitmek, gezi için para toplamak ya da okul dergisi çıkarmak. Okul müdiresinin azarını dinleyip okulun popüler kızına gıcık olmak. Bu bir kanıksama meselesi de değil hani, yanlış anlamayın. Bu, ‘farkındayım ama umursamıyorum’ meselesi. Burada önemli olan ‘evet, sınıf arkadaşımın mezhebi farklı, bana ne bundan?’ demek. Bu, tanıdık bir hikâye. Aynı arkadaşla inek diye dalga geçtiğin ama en fazla da bu kadarını yaptığın bir hikâye. Ağır ve acı arka planın üzerine ilk gençlik koyarak o gerilimi biraz gömmek gerekiyor. Ordular kenara çekilsin ki gençler, kimin balo kraliçesi olacağı konusunda tartışsın, öyle değil mi?

Hikâye sadece mezhep savaşında bitmiyor, bazen bu konuyu tamamen unutmana fırsat veriyor. Öyle bir edebiyat öğretmeni geliyor ki okula, bir bakmışsın bölüm Ölü Ozanlar Derneği parodisine dönmüş. Bir bakıyorsun bir bölümde damat ile kayınpederi tartışıyor. Bir bakıyorsun cenazede dağıtılan keklere uyuşturucu karışmış, bir bakıyorsun bir kutup ayısı hayvanat bahçesinden kaçmış.

Her şey her zaman günlük gülistanlık değil tabii, böyle güllük gülistanlık olmayan her şey de siyasi hava ya da mezhep çatışmasıyla ilgili değil. Arkadaşının ailesiyle ciddi sıkıntıları olabilir, boşanma aşamasında oradan oraya savruluyor olabilir, cinsel kimliği ile ilgili sıkıntılar yaşıyor olabilir ya da belki sadece, hem de yakınlarda bomba patlamışken en büyük problem, okulların açılmasıdır! Tam da bu yüzden kendini izlettiriyor bu dizi. Çok katmanlı ve dolu dolu. Kendini kısıtlamıyor ama pozitif olmayı da bırakmıyor. Bölüm biterken Dolores O’Riordan’ın sesini duyuyorsunuz sonra, böyle bir havaya daha çok yakışan başka grup var mıdır diye soruyorsunuz. O buruk hüznü daha iyi yansıtan ya da çizgisini bu kadar doğru ortaya koyan şarkılar var mıdır acaba?

Garip olayları, garip karakterleri, diziyi izleyene kadar pek de haberdar olmadığınız tarihi arka planı birleştirince ortaya çok tatlı bir komedi çıkıyor ve insanın ister istemez Lisa McGee’yi tebrik edesi geliyor. Çünkü huysuz bir dede, hayattan ve rahiplerden bıkmış bir okul müdiresi, sıkı ebeveynler, eksantrik öğretmenler, İrlanda Cumhuriyet Ordusu ve ispiyoncu öğrenciler ile tüm bunların arasında sıkışıp kalmış bir avuç ergen başta uzak bir hikâye gibi duruyor. Ne kadar empati kurduğunuzu ve ne kadar kahkaha attığınızı, bölüm sonlarında çalan şarkılara ne kadar çok eşlik ettiğinizi fark edince de şaşırıyorsunuz tabii. Belki de şaşırmamalısınız.

Zaten şu hayatta kafamızın içinde onca çatışma, silah, bomba ve ölü varken şöyle bir silkelenip aynı fırtınanın bir parçası olmadan, arkadaşlarla buluşup dondurma yemeye gitmek gerekmiyor mu? Mesela sana yıllarca nefret etmeyi öğrettikleri biriyle. Sen bunu yaptığın zaman, karşı taraf da aynı şeyi yapmıyor mu? Sonra da anne babandan azar işitirsin mesela çünkü bu havada dondurma yenmez.

In your head, in your head, they’re still fighting

With their tanks, and their bombs

And their bombs, and their guns

In your head, in your head, they are dying.

Author

İstanbul'da yaşıyor, buraya yazacak havalı bir şey de bulamadı. @charles_bourbaki

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.