İlk sezonun yayınlanmasından iki koca yıl sonra, işte bu sayfalarda Netflix’in The Witcher dizisinden bahsetmek için buradayım. The Witcher, ikinci sezonuyla dün, izleyicilerle buluştu. Ben de en azından ilk bölümü herkesin izleyebileceğinden emin olmak için bir günlük aradan sonra, incelemenin başına oturuyorum. Bu bir Netflix dizisi olduğu için tüm bölümler aynı anda yayınlandı ama hepsini tek yazıda toparlamaya çalışmak, hele de yazan kişinin ben olduğum gerçeği düşünülürse, birdenbire on bin kelime yazmak gibi bir anlama gelecekti. O yüzden öyle yapmıyor ve hepimizin ruh sağlığı açısından yine ilk sezondaki gibi, bölüm bölüm incelemeye girişiyorum.
Başlıkta yazıyordu ancak gene de uyarmış olalım; incelemeleri, bölüm dâhilinde yer alan olaylar için hem dizi hem kitaplar hem de yeri gelirse oyunlar açısından katırlar yüküyle spoilerlı yazacağım. Sonra “Duymadım, haberim yoktu”, demeyin. Ama şu açıdan rahat olabilirsiniz; bölüm bölüm gidiyoruz. Yani, her ne kadar diziyi tamamen bitirmiş olsam da yazının ait olduğu bölümün ilerisi hakkında herhangi bir şey yazmayacağım. Bu da henüz ikinci sezonu tamamlamamış olanlar için spoiler kaygısına gerek yok demek.
İkinci sezonun ilk bölümü, Ufak Bir Gerçeklik Payı (A Grain of Truth) başlığına sahip. Bu da kitap okuyucularının tanıdık olduğu bir isim tabii. İlk hikâye koleksiyonu Son Dilek’in ikinci hikâyesinin uyarlamasını izliyoruz. İlk kitabın diğer tüm hikâyeleri ilk sezonda uyarlanmıştı dolayısıyla sezon çıktığında bizler, bu güzel hikâyeyi göremeyeceğimiz için biraz üzülmüştük. Fakat sonra, ikinci sezonla ilgili haberler gelmeye başlar başlamaz, sezonun ilk bölümünün bu hikâyeyi konu alacağını ve Ciri’nin de normalde orada bulunmasa da hikâyeye dâhil edileceğini öğrenmiştik. Buna ek olarak dizinin yapımcıları, karakterler artık aynı zaman çizgisine ulaştıkları için, ilk sezondaki gibi farklı zaman dilimlerini anlatmayacaklarını ve daha doğrusal bir anlatım izleyeceklerini belirtmişlerdi. Fakat durum gerçekten böyle olsa da dizi, ilk bölümünden itibaren üç cepheli anlatımını devam ettirmiş. Biz de incelemelerde buna uygun gidelim.
Bölümü bir kış gecesinde, terk edilmiş bir kasabada canavar saldırısına uğrayan bir tüccar ve ailesinin ölümüyle açıyoruz. Kitapta onları bulan, yalnız başına seyahat etmekte olan Geralt’tı ve olaylar hemen buradan sonrasında, onun saldırının mesulünü arama çabasıyla devam ediyordu. Dizide ise saldırıyı gördükten sonra, sahne değişiyor ve Sodden’a geçiyoruz.
Geralt ve Ciri
İkiliyi, ilk sezonda karakterlerimizi bıraktığımız yerden itibaren izliyoruz. Geralt ve Ciri buluşmuşlar, Yennefer’i aramak için Sodden muharebesinin yaşandığı yere gelmişler. Tabii Yennefer’i bir başkası daha arıyor; Tissaia de Vries. Aralarındaki konuşmalardan Ciri’nin bu ânı da Yennefer’i de bir görüsünde gördüğünü anlıyoruz. Tissaia, savaşçıların cesetlerine dokunarak ölümden önceki son anlarına şâhit oluyor, Vilgefortz ise ısrarla Yennefer’in bulunamadığını, muhtemelen öldüğünü söylüyor. Bu cümleler, Yennefer’i bulmak için gelen Geralt’a da tekrar ediliyor. Duygusuz witcher’ımız da Roach’ın üzerindeki Ciri’yi alıp yoluna devam ediyor.
Akşam vakti yolda kamp kurdukları sahnede, özel olarak bu hikâyede olmamakla birlikte, kitaplarda yer alan şekilde Ciri’nin kabus görüşüne şâhit oluyoruz. Kabusunda, kara şövalye tarafından Cintra’dan kaçırılma ânını tekrar yaşıyor, canım benim, hiç kıyamıyorum. Bu kabuslar, kitaplarda, olayların gidişatında daha anlamlı hâle geliyor ve Witcher serisinin, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmayacağına ilişkin genel temasıyla daha uyumlu bir sonuca varıyordu. Dizide ise Cintra kuşatmasından sonra kara şövalye Cahir ve küçük prenses arasında yaşananlar, ilk sezonda gördüğümüz kadarıyla kalacak sanırım. Bu da beni biraz üzüyor. Söz konusu sahnede beni üzen bir şey daha var, o da şu: Ciri uyandığında ikili, kabuslar ve Geralt’ın hiç uyumaması üzerine tatlı bir sohbet başlatmışlarken Ciri’nin Skellige’ye gitmeyi teklif etmesi. Öyle ya, orada akrabaları var. Tabii ki Geralt bunun mantıksızlığını Ciri’ye açıklıyor ama Ciri’nin Geralt ile kalmayı her şartta tercih etmemesi, kitabın fanları için biraz üzücü.
Yolculuklarına devam eden ikili, bölümün başında gördüğümüz saldırının yaşandığı, terk edilmiş kasabaya varıyorlar. Tekinsiz bir hava hâkim; burayı es geçip, Geralt’ın “eski bir arkadaşının” yakınlardaki şatosuna gidiyorlar. Burası da tekinsizlikte daha aşağı kalmıyor, kendi kendine yanıp sönen ışıklar ve çarpan kapılar var. Sonra dışarıya bir canavar fırlıyor ve Kristofer Hivju’nun Nivellen’iyle tanışıyoruz. Tabii burada bir değişiklik daha var, kitapta Nivellen ve Geralt tanışmıyorlar. Sonrasında olanlar, bir eksik bir fazla kitabı takip ediyor o yüzden anlatmaya devam etmiyorum. Onun yerine Ciri’nin hikâyeye dâhil edilmesiyle ilgili farklılıkları konuşalım.
İlk olarak kitapların aksine Ciri ve Geralt, birbirleri hakkında hiçbir şey bilmedikleri için ilk bağlarını burada, Nivellen’in Geralt ile geçmişlerinden bahsetmesi yoluyla kuruyorlar. Ciri tatlı, inatçı ve küstah; Geralt bunu Roach’a da söylüyor. Genel itibariyle hoş sahneler. İkinci olarak Nivellen ve Ciri’nin arasında canavarlığın anlamıyla ilgili konuşmalar geçiyor, bu sayede de hem Ciri’nin Cintra’dan kaçışı sırasında yaptıkları sebebiyle kendisinden korktuğunun altı bir kez daha çizilmiş hem de bölümün sonunda Nivellen’in değişimiyle yaşanacak hayal kırıklığı perçinlenmiş oluyor. Üçüncü olarak Nivellen, Geralt devriyeye çıktığında Ciri’ye, ilkel bir ışıklı müzik kutusu eşliğinde, bir insan savaşçısına âşık olan elf kraliçesinin efsanesini anlatıyor. Ciri bu hikâyeyi çok seviyor ve bizler de böylece dizi dâhilinde ilk kez Lara Dorren’in hikâyesine giriş yapıyoruz.
Son olarak Ciri’nin varlığı, Geralt ve Nivellen sohbet ederlerken bizlere “kedicik” Vereena’yı ayrıntılı bir şekilde görme imkânı veriyor. Ciri uyurken yuvardaki bir delikten sızarak eklem-bacaklı gibi hareket eden ve her hareketinde kıtır kıtır sesler çıkartan insan biçimli bir şeyin, ters dönmüş bedeniyle yatağa yanaşması, baştan aşağı gerilim ve korku ekliyor hikâyeye. Ama hemen ardından Ciri’ye banyodan sonra giydiği elbiseyi Vereena’nın verdiğini öğreniyoruz, ikisinin bir şekilde telapatik bir sesi paylaşabildiklerine ve Vereena’nın Geralt’a dair korkusuna şâhit oluyoruz. Farklı olmak, canavar olmak ve canavar avcılığı arasındaki ilişki, bir kez daha gündeme geliyor.
Hikâyenin çözüm yolunda da diziyle kitap arasında Ciri’nin varlığının dışında bazı ufak farklılıklar da var elbette. Kısacık da olsa onlardan bahsedelim isterim. Mesela kitaplarda Nivellen, canavara dönüştükten sonra insanlarla para karşılığında kızlarının kendisinin yanında bir yıl kalması için anlaşmalar yaptığını ancak bu kızların bazılarıyla yakınlaşsalar bile hiçbirinin laneti kaldırmaya yetmediğini anlatıyordu Geralt’a. Bu da hikâyeyi Güzel ile Çirkin’in daha da doğrudan bir uyarlaması hâline getiriyordu. Ayrıca Nivellen, Vereena’yı Geralt’tan gizlemiyordu; Geralt, rusalka zannettiği Vereena’yı doğrudan öldürmek istememişti; Roach’ın yardımıyla canavarın bruxa olduğunu anlayıp geri döndüğünde Vereena’yı Nivellen’i öldürmek isterken bulmuştu. Fakat sonuçta hikâyeyle aynı yere varıyoruz, bir uyarlamada bu kadar da fark olsun.
Hikâyenin sonunda Nivellen’in rahibenin tapınağını yağmalamak yerine ona tecavüz ettiğini söylemesi, normal şartlarda kızabileceğim bir şey olurdu. Çünkü “Asıl canavar insanlardır” cümlesini kör göze parmak hâle getirmek veya bunun üzerinden olmayan yeni bir mesaj vermek için, kitaplardan tanıdığımız iyi bir karakteri, kötüye çevirdiklerini düşünebilirdim. Fakat hikâyeye bunu eklerken Ciri aracılığıyla Vereena’ya da yeni ve gri bir alan yaratmışlar, bu alan bizi de düşünmeye sevk ediyor. Bu da evrenin yapısı içinde şeylerin çoğu zaman göründüğü gibi olmaması, canavar olmanın geldiği anlamlar ve Geralt ile Ciri arasındaki ilişkinin neden kırık olduğu hakkında almamız gereken mesajı, daha vurgulu bir hâle getirmiş bence. Bir de tabii âlimlerin yüzyıllardır bildiği ama bir türlü açıklayamadıkları, kan ve gerçek aşk arasındaki kudretli bağın kayıptan gelmesi, durumu daha vurucu bir noktada bırakıyor.
Tissaia ve Cahir
Bölümün ikinci cephesinde Aretuza’nın da içinde bulunduğu Thanedd Adası’na dönüyoruz. Büyücüler, bir yandan savaştan sonra hayatta kalanları tedavi etmeye, bir yandan Kuzey Krallıkları ile haberleşip Nilfgaard’a karşı sonraki hamleleri belirlemeye ve bir yandan da kendi aralarındaki güç dengelerini gözetmeye çalışıyorlar. Bu cephede şu an için üç isim haricinde çok çok önemli bir gelişme görmüyoruz açıkçası.
İlk olarak önceki sezonda boynunun bir kısmını yanmış olarak gördüğümüz Triss var. Belli ki ağır yaralanmış fakat Tissaia’nın müdahalesiyle iyileşeceğinden hiç şüphelenmiyoruz. İkinci olarak fragmanlarda hareketle bu sezon, ilk sezonda hem Yennefer hem de Geralt’ın başına bolca bela açan kaypak Stregobor’u tekrar göreceğiz, belli ki uzun bir süre daha bu karakterden çekeceklerimiz var. Üçüncü olarak ise Cahir’in savaş esiri olarak tutulduğunu ve bir Nilfgaard komutanı olduğu için ondan bilgi alınmaya çalışılacağını öğreniyoruz. Bu görevi ise Tissaia üstleniyor.
Triss’in hikâyenin devamında yer alacağı hem kitapları okuyan hem de oyunları oynayanlar tarafından net bir şekilde biliniyordu, şimdilik burada üzerine konuşulacak pek bir şey yok. Ancak savaşta asıl kahramanlığı gösteren Yennefer’in yokluğunda Vilgefortz’un kahraman ilan edilmesi ve Tissaia ile büyücü konseyindeki gruplaşmanın bir tarafındaki liderliğini sağlaması, sonrası için önemli olacak. Diğer cephede tahminimce Stregobor’un bulunması da aynı şekilde. Kendisinin hem elf büyücüler hem de Yennefer ile büyük sıkıntıları var ve çeyrek bir elf olan Yennefer’in, konseyce yasaklanan ateş büyüsünü kullanmış olması da duruma hiç yardımcı olmayacaktır. Henüz ne Stregobor ne de Vilgefortz, Yennefer’in yaşadığından emin değil tabii.
Cahir için ise henüz tam anlamlandıramadığım, biraz farklı bir yolda ilerlemeye devam ediyorlar. Yennefer’in kaderini öğrenmek isteyen Tissaia, Cahir’i bizzat kendisi sorgulamaya karar veriyor. Buradaki sorgulama yöntemi büyülü bir evrende beklediğimiz türden, işkenceyle zihnine girmeye çalışıyor. Ancak sonrasında Cahir’in zihninde bir büyü bariyeri olduğunu öğreniyoruz ve bunun neye gebe olduğu hakkında herhangi bir fikrim yok. Şu hâliyle Cahir, hâlâ Beyaz Alev diye gezinen, aklının bir kısmını keçilere emanet etmiş bir tarikatçı gibi davranıyor. Fakat bu hikâye örgüsünün kitaplarda bir yeri yok ve kitaplarda bu karakteri gayet aklı başında ve farklı amaçlarla hareket ederken görüyoruz.
Eğer bu değişimin sebebi büyü bariyeri ise günün sonunda az çok kitaplardaki Cahir karakterine varacağız ve kendi adıma çok mutlu olacağım çünkü onun, romanlarca süren bütün bu Ciri arayışındaki rolü, şeylerin göründüğü gibi olmamasıyla fazlaca alakalıydı ve sahip olduğu olay örgüsü de çok sevdiğim bir karakter anlatımıydı. Fakat bahsedilen bariyer sadece kendisinden bilgi almamızı engelleyecekse karakter yine, kitap okuyucuları olarak umduğumuz yerlere gitmeyecek demektir. Bilemiyorum, izleyip göreceğiz.
Yennefer ve Fringilla
Son ve en az gördüğümüz cephede ise Yennefer ile yenilen Nilfgaard cephesinin başında yer alan Fringilla Vigo var. Kuzey tarafının Cahir’i esir alması gibi Nilfgaard tarafı da Yennefer’i esir almış durumda. Fringilla, yenilgiyi imparatoruna açıklamak ve ondan bir çeşit affedilme umabilmek için Yennefer’i kullanmayı düşünüyor. Ancak maceranın tam olarak bu şekilde ilerlemeyeceğini bölüm tamamlanmadan anlıyoruz ve hem Fringilla hem de Yennefer, elflerin eline esir düşüyorlar.
Burada bölüm özelinde değinmek istediğim iki şey var. İlki, Yennefer’in ilk sezondan beri sürekli Nilfgaard’a götürülmek istenip bir türlü bunun gerçekleşmemesi. İkincisi ise bu sezondan itibaren elfleri daha fazla göreceğiz ve Yennefer’in çeyrek de olsa taşıdığı elf kanı, hemen her karakter cephesinde daha fazla vurgulanıyor. Her ikisi de bütün içerisinde bir anlam kazanacak gelişmeler diye düşünüyorum. Hem kuzey hem de güney cephesinde elflerin varlığını odağa almalarıyla politik ilişkileri biraz daha fazla görebileceğimizi hissettiriyor, bundan da memnunum.
Son notlarım olarak ilk bölümün beni çok mutlu ettiğini söylemeden geçemeyeceğim. Geralt ve Ciri tarafında, geçtiğimiz sezon kitaplardan eksik kalan bir hikâyeyi görmek ve söz konusu hikâyenin uyarlamasının diziye gerilim katması; hikâyenin atmosferinin, bir Doğu Avrupa masalına benzer şekilde, ürpertici bir tonda işlenmesi çok hoşuma gitti. Oyunlarda birçok kez savaştığımız bruxa ve onun ses yeteneği, tatmin edici bir şekilde kanlı canlı hâle gelmiş; hareket etme biçimi ve telepati gibi doğaüstü özellikleri de iyi yedirilmiş. Geralt’ın axii, aard ve quen kullanımları, efektlere ayrılan bütçenin yardımıyla güzel görünüyor. Üzerine Ciri ve Geralt’ın ilişkisinin doğru adımlarla başlamasını, Ciri’nin korku ve zaaflarının bize gösterilmesini, Lara Dorren’in çok ayrıntılı ve açıklayıcı olmasa da bu evrende dolaşan bir efsane olarak önümüze sunulmasını ve hiçbir şeyin gerçekten de göründüğü gibi olmamasını ekleyince, harika bir ikinci sezon başlangıcı yaptıklarını düşünüyorum.
Sizler ne dersiniz, ilk bölümü nasıl buldunuz? Değinmediğim fakat önemli olan şeyler var mı veya bölümde olanlarla ilgili merak ettikleriniz, üzerine daha ayrıntılı yazmamı istediğiniz kısımlar olur mu? Yorumlar, bu gibi konular için var! Ancak bu bölümden sonra hikâye bizi nereye götürecek, eminim siz de benim kadar merak ediyorsunuzdur. Ne de olsa her hikâyede, ufak bir gerçeklik payı vardır.
2 Comments
Her bölümden sonra ilk sezon dahil buradan okudum. Witcher kitaplarını okumadım oyunları oynamadım. Anlamamda baya yardımcı oldunuz teşekkür ederim. Ama aklıma bişey takıldı Stregobor dan bahsetmişsiniz ama ben kendisini hiç göremedim bu bölümde . Ben mi kaçırdım acaba dedim tekrar baktım yine göremedim.
Merhaba, yardımcı olabildiysem bana ne mutlu! Büyücü cephesinden bahsediyordum ve fragmanlardan hareketle Stregebor’un döndüğünü, Yennefer’in yokluğunda Vilgefortz’un liderliğine geçileceğini vurgulamak istemiştim. Fakat yanlış ifade ettim sanırım, ilgili yeri net olacak şekilde düzelttim. Teşekkür ederim! <3