Bilmem farkında mısınız arkadaşlar ama bayağı bayağı sezon finaline girmiş bulunmaktayız. Haftaya, tüm sezon boyunca attıkları düğümleri teker teker, kaliteli bir biçimde çözmeleri gerekiyor artık. Eğer yapabilirlerse tabii. Bu yazıda Doctor Who’dan bol bol yakınacak ve bölüm hakkında spoilerlı konuşacağım, temkinli olun derim.
Şimdiye kadar yazdığımız tüm 12. sezon incelemelerine baktıysanız ne kadar ılımlı yaklaşmaya çalıştığımı görürsünüz. Açıkçası ne zaman inceleme yazmak için otursam güzel olan şeyleri bulmak için kara kara düşünüyor ve yarım yüzyıldan uzun süredir insanları ekrana kilitleyen karakter Doktor’un yüzü suyu hürmetine olumlu yaklaşmaya çalışıyorum. Her seferinde ‘geçen sezondan iyi ama’, ‘her Doktor için sert düşünüyoruz zamanında’ gibi fikirlerle kendimi yatıştırmaya çalışıyorum. Ama yok, olmuyor. Çünkü bu kadar basit hataların bu kadar keyif kaçırıcı olması çok canımı sıkıyor artık. Yani her hayran gibi ben de garip bir sevgi-nefret ilişkisi içindeyim.
Çünkü bu bölüm de dahil izlediğimiz hiçbir bölüm aslında bitmiş bir bölüm değildi. Çekimleri yapılmış olabilir ama bu bölümler ancak bir hikâyenin ilk taslağı olabilir. Küçük hatalardan kastım da bu, oturup bir beş dakika kadar düşünerek seyircinin aldığı zevki acayip yükseltebilirler. Ama yapmıyorlar. Bölümün bize ulaşan bu son hali son hali olmamalı, sanki yazarlar bir metin üzerinde değişiklik yapma, kesme biçme hakları olduğunu bilmiyorlar. Bu yüzden fikir güzel bile olsa basit ve ham kalıyor, 50 dakika ilgimizi çekemiyor.
Tam da bundan dolayı uzunca bir süre yol arkadaşları ve tek bölümlük karakterlerin boşu boşuna binada gezinişini izliyor, bölümün dile kolay tam 50 dakika oluşuna kızıyoruz. Çehov‘un hikâyeciliğinin klişesi olan ‘duvarda bir silah asılıysa o silah patlamalıdır’ ilkesiyle öyle çok detayı bölümlerden çıkarabiliriz ki… Televizyon’un karşısında ‘sadede gel artık!’ diye bağırmak bir de bunu Doctor Who izlerken yapmak hiç yakışık almıyor.
Bu kadar hayıflanmadan sonra bölümün girişini sıkıcı bulduğumu anlamışsınızdır. Bir Whovian, Villa Diodati‘ye, hem de Frankenstein‘ın yazarı Mary Shelley‘nin bulunduğu bir vakte yolculuk yapılmasını ağzından salyalar akarak bekler. Ancak bu bölüm Lord Byron‘dan Mary Shelley‘e harika bir potansiyeli varken bunu kullanmadı. Bu yüzden Mary Shelley ve Cyberman içeren The Silver Turk sesli hikâyesini dinleme isteğim arttı. Tarihi karakterlerle doldurarak hikâyenin kendi kendisine ilerlemesini mi bekliyorlar, anlamıyorum. Ne yazık ki pek çok sahnede Uşak Fletcher‘ın verdiği tepkileri verip iç geçirdim. Bölüm boyunca Mary Shelley‘nin parlamasını bekledim, öyle bir sahne gelmedi. Frankenstein kelimesini bekledim, öyle bir kelime kullanılmadı. Aslına bakarsanız aristokratların korku hikâyesi yazmak amacıyla bir araya geldikleri bu gece kimse oturup herhangi bir şey yazmadı. Ben mi kaçırdım acaba, yoksa Whoniverse’de Frankenstein ya da Modern Prometheus adlı bir kitap yok mu artık? Mary Shelley ilk defa tanrının bulunmadığı bir yaratılış miti yazan ve müthiş keyifli bir bilim-kurgu klasiğe imza atan kadın değil mi artık? Eğer sadece yazım tarihi gecikmişse bile bu da yeterince kötü bir değişim değil mi? Zaman çizgisine bu kadar bile etki ettikten sonra hiçbir şey demeden yaylana yaylana TARDIS’e gittiler, bunu göstermek yerine Bayan Doktor‘a yazılmış şiir okumayı tercih ettiler çünkü.
Belli bir noktaya kadar monoton ilerleyen bölüm Cyberium lafıyla açıldı, ondan önce sadece Lord Byron’ın Doktor’a kur yapmasını ve Graham’ın ”hayalet” karakterlerimize rastlamasını izledik. Doktor bölüm sonunda Graham’ı yine geçiştirdi, iki bölümdür neden böyle yapıyor yahu? Adam ”kanserim” diyor, ”hayalet gördüm” diyor, kadından tepki yok.
Sonunda The Lone Cyberman‘i görünce ve Cyberium ve Percy Shelley işin içine girince olaylar hareketlendi. Tek tek gidelim: The Lone Cyberman iyi bir kötü mü? Şimdilik evet. Ama iki sezondur senaryolar neyin Doktor’a kaybettiğini ve Doktor’un neyin üstesinden gelemediğini göstermek konusunda berbat olduğundan Doktor’un kaybetmesi bana pek bir şey hissettirmedi. Senaryo ne isterse o çünkü. Sonrasında da hiçbir gerginlik hissetmeden TARDIS’e yürüdük.
Percy Shelley‘e gelirsek, ben Mary Shelley‘i daha çok sevdiğimi söyledim zaten. Kendisi iyi bir yazar olabilir ama Mary Shelley‘nin daha bir parlamasını ya da Doktor’la daha çok diyaloğu olmasını beklerdim. Kocası dururken kendi adını altın harflerle her yere yazdıran kaç kadın var tarihte? En azından Cyberman‘in karşısına dikilip Modern Prometheus diye laflar etti. Ancak Percy Shelley’nin kendisinde adını koyamadığım bir gariplik vardı, siz de hissettiniz mi bilmiyorum. Çok mu dramatik oynuyordu yoksa kostümü mü kötüydü bilmiyorum. Aklıma en çok yatan şey ablamın deyimiyle ”Twilight’taki yan rol vampirlere benziyor” oldu.
Şimdi en çok canımı sıkan tarafa geliyorum: Doktor’un Ryan’a patlayışı. Basbayağı patlayıverdi, ondan öncesinde ”Bir daha kimseyi Cyberman’lere veremem” diye gözleri dolmuştu, takdir edersiniz ki en acılı, en sert yol arkadaşı ölümlerinden biri Bill‘in ölümüydü. Aynı şekilde Danny ve Klasik Seri’den Adric ve Tuğgeneral Lethbridge Stewart‘ın dönüştürüldüğü gerçeği var. Anlıyorum, Doktor elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor. Anlıyorum, Ryan da bir şekilde sağ kalmaya çalışıyor. Ama Ryan’ını sürekli Doktor’dan azar yiyen biri olarak resmetmeleri çok yanlış geliyor. Yol arkadaşlarından nefret etmemiz için mi yapıyorlar? Yoksa durup dururken saçma bir fikir atmasının sebebi ne? Eğer bunun altını doldursalardı seyirci olarak bizim de aklımızda soru işareti kalırdı, acaba Doktor mu haklı, Ryan mı haklı diye sorgulardık durumu. Donna ve Doktor’un ilişkisinde bu olmuyor muydu? Tek fark şu anda Doktor ve yol arkadaşının bakış açılarının tam tersi olması. Biri ”herkesi kurtarma, birini kurtar” diyorken diğeri pragmatik bir biçimde ”Pek çok hayata karşılık biri feda edilebilir” diyor. Buna cevaben de Doktor’dan garip bir çıkış kazanıyorlar.
“Yeah, because sometimes this team structure isn’t flat. It’s mountainous, with me at the summit, in the stratosphere alone. Left to choose.”
Tam da bu yüzden bu seçim dağının başında oturan 13, bana 10. Doktor’un tanrı kompleksini hatırlatıyor. Ben sürekli 13’ten böyle yükselişler, duygular bekliyorum, bunu da incelemelerde yazıyorum ama her seferinde altı boş olduğu için hüsrana uğruyorum. Doktor’un karanlık tarafını görmek kadar cazip bir şey yok. Ama Ryan’ı görevi sadece azar yemek olan bir kukla gibi kullanmak niye? Doktor saman alevi gibi bir parlayıp bir sönüyor.
Sonra Doktor’un Cyberium‘u absorbe etmesi, bunu yaparken Percy Bey‘i ölümüne kadar götürüp geri döndürmesi, daha önce görmediğimiz bir Zaman Lordu numarası. Cyberium‘u absorbe etmesi beklenen bir şeydi ancak sonra hemen bırakıvermesi tüm ağırlığı yok etti. Eğer bunun bir sebebi olduğu ortaya çıkmazsa çok üzücü olur ama size hemen bir fan teorisi paslayayım: Doktor Cyberium‘a kendisinden bir şeyler ekleyerek farklı bir kişilik kazandırmış olabilirmiş. Eğer bu kadar kurduktan sonra biçmezlerse hiç hoş olmaz, aynı şey öncesinde söylediğim ”Hayaletler vardır belki, bilmiyorum, ok, bye” diye geçiştirilen paranormal hizmetçiler konusu için de geçerli.
Bölümün sonu beni finale tam manasıyla coşturamadı ve aceleye getirilmiş gibi durdu. Cyberman meselesini daha fazla açmak ve daha keyifli işlemek için her zaman vakit vardır. Önceki incelemelerde söylediğim tempo bozukluğu da bunun sebebi, ya yarım saat çok gereksiz bir şey için ilgi bekliyorlar ya da önemli şeyleri şak diye oldu bittiye getirip bizi galeyana getiriyorlar. Evet, bölümün sonunda kötüler kazandı, bazen Doktor bile kazanamıyor. Peki sonuç ne, ne yapalım yani?
Sonuç olarak, finale yerinde bir giriş yaptığımızı düşünmüyorum. Hâlâ kendimizi avutacak bahaneler bulmaya devam edemeyiz sanırım, tek temennimiz kaliteli bir final izlemek olacak. Jack Harkness ne yapıyor, Ruth yani Doktor ne alemde, Timeless Child neymiş, The Lone Cyberman‘in planları nasıl işleyecek merakla bekliyoruz. Bu bilmeceleri çözmelerini heyecanla bekliyoruz evet ama tek isteğimiz tüm bunların hakkıyla yapılması.
Siz ne diyorsunuz? Geçen sezondan farklı olarak bir ana hikâyesi olan ve iki bölümlük bir finalle kapanacak olan bu sezon şimdiye kadar nasıldı, sezon finali için neler hissediyorsunuz?