Doğu Türkistan’da neler oluyor?
Baya bu soruyla çalkalandık birkaç gündür. Onur Haftası sebebiyle yaptığımız paylaşımların hepsine, daha önce çok sarih bir şekilde karşılaştığımız “Peki şu olurken neredeydin?” benzeri tepkiler geldi. Çok ciddi bir bölümü de aynı soruya yanıt arıyordu. Allasen, Geekyapar dediğin toplumsal ve insani bir sürü hakka saygılı olduğunu, bu uğurda doğru gördüğü şeyleri diğer her mevzuda yaptığı gibi bilgisi ve yorumuyla tırsmadan harmanlayacağını iddia eden bir kurum, Doğu Türkistan meselesinde ne diyecekti?
Elbette bu tepkilerin hatırı sayılır bir bölümü bizden bir Doğu Türkistan yazısı falan beklemiyordu. Daha önce de söyledik; “X olurken niye tepki vermedin?” önermesi, sizin konuşmanıza yönelik değil, susmanıza yönelik bir önermedir. Bir insan dünya üzerindeki her acıya eşit tepkiyi veremez, herkes her anda her hassasiyeti aynı seviyede taşıyamaz, taşımamalıdır da. 7 milyar insan, 7 milyar farklı hassasiyetle dünyanın problemlerini bir gecede çözer, inanın. Üç kişi Uygur’ların uğradığı zulmü yazarken, üç kişi de eşcinsellerin yaşadığı ayrımcılığı anlatırsa, ikisinden de bir şey eksilmez. Ama “X olurken neredeydin” sorusu, bunu umursamamaktadır zaten. Oradaki maksat, en sonunda, “ya her şeye tepki ver, ya da sus” cümlesinden yürüyerek, “sus”‘a gelmektir.
Ama biz bunları daha önce anlattık. Bu yazının sorusu bu değil. Bu sefer sorduğumuz şey şu: Doğu Türkistan’da neler oluyor?
Çin’in resmi devlet erki tarafından “Xinjiang” olarak tanımlanan bölge bizim Doğu Türkistan dediğimiz yer. Çin bu tanımlamayı kesinlikle kabul etmiyor ve Doğu Türkistan tabirini bölücü addediyor. Meselenin temelinde, Çin devletinin uyguladığı kimlik bastırmaya yönelik yasaklar yatıyor. Meselede ÇHC’ye karşı bir taraf arayacaksak, muhtemelen buna en yakın kurum olarak Doğu Türkistan İslami Partisi çıkar karşımıza. İrili ufaklı pek çok grubun arasından, Çin ve dünya nezdinde konuyla ilintili olarak en ön plana çıkan organizasyon bu. Örgütün lideri, bildiğimiz kadarıyla Abdullah Mansur. Kendisi hiçbir şekilde niyetlerini gizlemiyor. 2009’da verdiği bir beyan, şöyle diyor:
“Kendi ülkemizi fethetmeli ve kafirlerden temizlemeliyiz. Bundan sonra, kafirlerin ülkelerini fethetmeli ve İslam’ı yaymalıyız. Ülkelerimize el koyan kafirler, İslam’a ve Müslümanlara karşı bir savaş ilan ettiler. Müslümanların İslam’ı terk edip, inançlarını bırakmalarını istiyorlar.”
DTİP bu beyanını gerçekleştirdiği pek çok bombalı saldırıyla destekledi bugüne kadar. Desteklemeye de devam ediyor. Liderleri Mansur’un beyanındaki kısmi doğru ise, Çin’in gerçekten de bu doğrultuda sert politikalara sahip olduğu gerçeği. Çin’in başkanı Xi Jinping, daha geçen Nisan ayında verdiği bir konuşmada bu coğrafyadaki Uygurlar ve Hanların “sosyal uyumunu” sağlayacak politikalardan vazgeçmeyeceklerini, buna karşı çıkacak “terörist” organizasyonlara karşı da “önce-vur” politikasıyla sert bir mücadele güdeceklerini açıkladı. Sık sık bölgede “dinin Çinlileştirilmesi” adına çabalar sarfediliyor. Çin Komünist Partisi’nin Doğu Türkistan’daki bir numaralı yetkilisi Zhang Chunxian, şöyle demiş mesela:
“Dinler Çinlileştirilmeli ve liderleri dini Çin sosyalizmine doğru yönlendirmeli. Dinler ekonomik kalkınma, sosyal uyum, etnik birlik ve vatan bölünmezliği için çalışmalı. Dini liderler Parti liderliğini desteklemeli, anavatanın birliği ve sosyal istikrarı korumalı. Ayrılıkçılığa, dini fanatikliğe ve yasadışı dni aktivitelere sert bir şekilde karşı koymalılar.”
Fakat tabii ki bu politikalara karşı direnmeye çalışan tek örgüt Mansur’unki değil. Sert polis ve asker müdahalesine karşı olarak, gelen raporların çoğu, ekseriyetle sivillerin çarpıştığını ortaya koyuyor. Siviller ellerinde baltalar, çiftlik aletleri ve ev yapımı bombalarla savaşmaya çalışıyorlar. Bu rahat batmış bir güruh insanın yapacağı bir şey değildir takdir edersiniz ki. Bu artık tahammülü kalmamış, hayatı ve temel haklarına geri dönülmez bir noktada müdahale edilmiş insanların isyanıdır.
Bu mücadele, son yedi sene içerisinde 900 ölümün gerçekleşmesine sebep oldu. Yaralı sayıları, kayıp sayıları yok bunun içinde. Büyük bir çoğunluğu son on sekiz ayda gerçekleşmiş 900 ölüm var. Bu rakam, Uygur isyanlarını 20. yüzyılın diğer kanlı ayrılıkçı hareketleri İrlanda ve Bask ayaklanmalarına benzer bir yere yerleştiriyor. Bu üç hareketin de ortak noktasının kimlik olması, günümüz devletleri için en büyük güvenlik probleminin bünyesindeki farklı kimliklere uyguladığı sert asimilasyon politikalarının geri dönüşü olacağını ve olmaya devam edeceğini ortaya koyuyor.
Peki o hâlde bir şey soracağım. Bu hikayenin herhangi bir kısmı size tanıdık geliyor mu?
Gelmesi lazım. O kadar net ve açık bir biçimde gelmesi lazım ki, benim burada tane tane söylememe bile gerek olmamalı. Temel kimlik sıkıntılarına istinaden silahlı bir ayaklanmayı tercih etmiş, toplumun çeperine itilip, çeperde olduğu için itilip kakılmış; çaresiz bırakıldıktan sonra çaresizce hareket ettiği için yargılanmış tek etnik grup Uygur Türkleri değil. Bunu yapan tek devlet de Çin Halk Cumhuriyeti değil. Dini, dili, yaşam tarzını hatta yerel halkın kendi toprağına verdiği adı ayıp, yasak, tabu hâline getirmeyi, ilk defa Doğu Türkistan’da görmüyoruz.
Bu yazının hiçbir noktası size Doğu Türkistan’la ilgili meselelerde tepki vermeyin demiyor. Bilakis. Verin. En doğal hakkınız olduğu gibi, en alkışlanabilir niyetinizdir de aynı zamanda. Orada devlet eliyle sırf devletin tasarlığı kusursuz Çin vatandaşından farklı doğmak günahını işlediği için ezilen, baskı gören, öldürülen insanların haklarını arayın. Ama affedin, bunu yaparken birileri de başka bir yerde “Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Zazalar, Yahudiler, eşcinseller, translar, kadınlar?” diyerek başka bir şeyler de anlatmaya çalışıyorsa ve siz onlara yönelik olarak “Doğu Türkistan’dakiler soydaşımız bir kere, önce onları halledelim“‘den daha “anlamlı” bir ayıplama bulamıyorsanız, bir oturup düşünün. Yere örtmeye çalıştığınız tuzak, sizin ayağınıza dolanmış olabilir mi? İstemeden ya da isteyerek, soy paylaştığınız kişilerin acısını anmayı, başkalarınınkine tercih ediyor olabilir misiniz?
Doğu Türkistan’da Uygurların yaşadıkları korkun. Gel gelelim bu, aynı acıları başkalarının çektiği gerçeğini de değiştirmiyor. Empati yoksunu klavye tiradlarıyla, kimsenin kendine yakın hissettiği acıların altını çizme çabalarına set çekmeyin. Gerek yok. Sorunlara “önem dağıtırken”, Türk/Kürt, LGBT/heteroseksüel, Müslüman/gayrımüslim diye ayırmadan, herkesin kendi meselesini, kendi davasını, kendi kaygısını gütmesinin okey olduğu bir gelecek bizim hayalimiz.
Başka bir şey değil.
Önemli Ek Not: Bu yazı, büyük bir gafletle internette dolaşan “Doğu Türkistan fotoğraflarından” çok da bahsetmeden yazılmıştır. Yazı içerisinde verilen yedi yılda 900 kişi rakamı doğrudur, fakat internette gördüğünüz resimlerin büyük bir çoğunluğu o 900 kişiden birini resmetmemektedir. Pek çok resim internette daha önce görülmüş ve başka olaylarla ilişkilendirilmiş sahte resimlerdir, aynı şekilde Tokyo’da gerçekleştirildiği iddia edilen Doğu Türkistan destek yürüyüşü de güncel değildir. Tartışmanın daha bilgili yaşanması açısından bu notu düşmeyi uygun bulduk.