Sinema tarihinin en uzun soluklu film serisi olan Marvel Cinematic Universe, bu hafta serisinin on üçüncü ve üçüncü fazın ikinci filmi olacak Doctor Strange filmini sevenlerine, sevmeyenlerine ya da karmaşık duygular içinde takip edenlerine sunacak. Biz Geekyapar! olarak ne şanslıyız ki Doctor Strange’i erkenden izledik, Geek Muhabbeti’ni yaptık ve SPOILERSIZ bir inceleme yazısı yazıyoruz. Duyurulduğu ilk günden beri farklı vaatler verip beklentiler yaratan, Marvel evreninin ilk büyü içerikli filmi olan, kadrosunu hiç çekinmeden yıldızlarla dolduran Doctor Strange’in bizde nasıl duygular uyandırdığını öğrenmek isteyen ve film öncesi samimi bir fikir edinmek isteyen herkesi sayfanın aşağı kısımlarına bekliyoruz.
Hakikaten az iddialar ortaya atmadı Doctor Strange. Zaman zaman iddialarını çeker gibi oldu ama ortaya gözden kaçmayacak bir beylik laf koyduğu da kesindi. Elbette bu beklentiyi daha dolu gösteren şey, koca MCU’nun en sorumlu kişisi Kevin Feige’nin favori kahramanının Doctor Strange olmasıydı. Ama bu bizi yerimizde doğrultmaya tek başına yetmezdi ve Marvel bunu iyi bildiğinden peşi sıra değişik hamlelerde bulundu.
Önce filmin başrolüne MCU’nun ilk halihazırda ünlü olan oyuncusu cast edildi, yönetmen koltuğuna filmografisinde korku filmlerinden başka film olmayan Scott Derrickson oturtuldu, hemen üstüne filmin korku doneleri taşıyacak ilk Marvel filmi olacağı ima edildi bizzat Feige tarafından, ana oyuncu kadrosu biri hariç her biri Oscar yolunda koşmuş oyuncularla dolduruldu ki hariç tuttuğumuz o tek kişi Cannes tarafından en iyi erkek oyuncu olarak ödüllendirilmiş Mads Mikkelsen’dı. Son ve en fan servis hamle, Marvel’ın çocuksu olup olmadığı hakkındaki tartışmaların en alevli olduğu günlerde yayınlanan fragmandaki Marvel logosunun kırmızıdan siyaha dönüştürülüp, bakın bu daha karanlık olacak, mesajının verilmesiydi.
Ortada değerlendirilecek bu kadar iddia varken gelin en merak edilen konudan başlayalım: Doctor Strange hakikaten diğerlerine nazaran daha karanlık bir Marvel filmi mi? Eğer karanlık olmaktan kastımız olgunluksa, cevabım kesinlikle hayır. Verdiğim bu net cevaptan pişman olmayacağımdan da eminim çünkü Marvel filmin başlangıcında gösterdiği logosunu ilk fragmanındaki hamlesine rağmen siyaha boyamayı tercih etmeyerek benim cevabımı kendisi tescillemiş.
Logo çok bir şey ifade etmemeli diyebilirsiniz, ben de filmin başlarında öyle düşünür gibi oldum. Film start alır almaz karşımıza çıkan baş kötü Kaecilius’un acımasız tavrı ve sonrasında izlediğimiz kısa aksiyon sahnesi, karanlık olma iddiasını doğrulayacak gibi duruyordu. Filmin asıl kahramanı Strange de -Tony Stark’a doğru eğilen kişiliğine rağmen- üzerinden daha büyük etik tartışmaları yapabileceğiniz bir karakter gibi resmedilmişti. Ancak film kahramanlık öyküsüne giriş yaptıktan bir süre sonra verilen imaj yıkıldı. Sonrasında başta verilen imajla istikrarlı hiçbir şey görmedik.
Karanlık hikaye anlatımını filmdeki espri sayısı ve tarzıyla ölçenler için de bir şeyler söyleyeyim: Doctor Strange genel Marvel filmlerinden daha az espriye sahipti, evet. Ama izlediğiniz Marvel filmi olduğunu uzaktan bir bakışla anlayacak kadar da espri vardı. Bunların bir kısmı ince görülerek yapılmıştı ve filme belli düzeyde bir kalite katıyordu. Hatta filmi olgunlaştıran birer parça sayılabilirdi bu espriler çünkü takip ve mizah seviyesi isteyen esprilerdi.
Geri kalan kısmı ise senaryoya stüdyo talebiyle eklenmiş olduğunu düşündüğüm çok kalıp esprilerdi ne yazık ki. Tabii bu komik değillerdi demek değil, sadece filmden beklenti olgunluksa bu beklentiye epey ters düşüyorlardı. Karanlık -karanlık yerine olgun kullanmaya başlasak her şey daha kolay olacak- anlatımı filmin kontrastına göre ölçenler içinse diyecek bir şeyim yok çünkü öyle olmuyor o işler arkadaşlar.
İçerikten girdik içerikten devam edelim madem ve konuyu korku donesi iddiasına getirelim. Yine açıkça ve sanıyorum görecesiz bir şekilde, filmin korku donesi bulundurup bulundurmaması sorusuna olumsuz cevap vereceğim. Hatta öyle ki filmin korku hissi yaratmaya ya da o hissi yaratan filmleri andırmaya dair ufak bir çabası bile yok. Bunu filme bir eleştiri olarak belirtmiyorum, Feige’nin samimi olduğuna inandığım ama film hazırlık aşamasındayken unutulduğunu düşündüğüm iddiasının asılsız olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Evet, filmde korkuya dair bir şey göremiyoruz, peki görsek olur muymuş; bittabi olurmuş. Çünkü filmin ana aksiyonu gerçekliğin değiştirilmesi ve yanılsamalar. Bu aksiyona dayalı olarak bir korku -daha çok gerilim- ortamı yaratılmasına imkan varmış. Doctor Strange’in ilk öykülerinin korku temalı oluşunu da ele alırsak ortaya çıkan manzara absürt olmazmış aslında. Absürt olmamakla beraber filmin olgunluğuna ve özgünlüğüne de ciddi katkı sağlarmış. Özellikle de özgünlüğüne, çünkü…
Filmin özgün olmakla ilgili çok ciddi bir eksiği var. Baştan sona kadar daha önce çok kez gördüğümüz bir orijin hikayesi görüyoruz. Ukala doktor, ukala doktordan; kötü tarafa geçen öğrenci, kötü tarafa geçen öğrenciden; hızlı öğrenen büyücü, hızlı öğrenen büyücüden ne bekliyorsanız tıpta tıp aynısını, ne eksiğini ne de fazlasını ortaya koyuyor. Bir kahramanın evrilme hikayesini anlatacak orijin hikayesi de ana karakteri kahramanlık öncesinde kibirli bir profil çizen her kahramanın orijin hikayesinden farksız.
Kahramanın geliştiği aşamayı gördüğümüz sürecin her sahnesini bir önceki sahneden ezbere okuyabiliriz, neredeyse replikleri bile. Temel karakterlerin ve orijinin özgünlükten uzak oluşunu, kaynak materyalin eski oluşuna versek bile bunların günümüz için hikayeleştirilmesi de en az kendileri kadar özgünlükten uzak ve hiç yaratıcı değil. Senaryonun yaratıcılığı hakkında söyleyebileceğim tek iyi şey de finalle ilgili olduğundan ve bu yazıda spoiler vermekten kaçındığımdan bu paragrafı senaryo hakkında iyi bir şey diyemeden kapatıyorum.
Film çıkışı film hakkında kafa yorarken filmin Kung Fu Panda’nın ilk filmine ne kadar benzediğini fark ettim. İkisi de kahramanının kendi motivasyonunu geride bırakması gerektiği, ana kötüsünün yoldan çıkmış bir öğrenci olduğu, bilge kişisinin benzer tavırlar sergilediği ve başarılı öğrencinin çömeze imrendiği filmler. İnanın bu bir eleştiri değil çünkü ben Kung Fu Panda’yı çok severim. Buradan gelecek eleştiri şu: Kung Fu Panda kahramanının ustalığa kavuşmasını seyircisine çok daha iyi yediren bir filmdi, Doctor Strange bunu yapamadı. Gerçekten.
Strange’in büyüyü keşfettiği aşamalar özgünlükten yoksun ama en azından zevkli sahnelerdi. Büyüde uzmanlaşma aşamasına ise böyle bir yorum getirilemiyor çünkü film o aşamaları neredeyse göstermedi bile. Bize verilenler Strange’in çok zeki olduğu, büyünün harika bir şey olduğu ve nihayetinde Strange’in zekasıyla büyüyü kavramış olduğu bilgileriydi. Peki o iki öncül ne ara birleşip bu sonucu verdi pek bilmiyoruz. Kung Fu Panda’da ise elimizde Po’nun aç olduğu ve kung fu’nun kararlılıkla gerektirdiği öncülleri vardı. Nihayetinde Po kararlılıkla açlığını bastırmaya çalışırken kung fuya ulaşmıştı, bu hepi topu üç dakikalık bir seansta anlatıldı. Sinemanın en büyük hanedanının on üçüncü filmine böyle bir sahnenin yazılamaması büyük bir hayal kırıklığı.
Nefesimin olumsuz eleştiri için çektiğim kısmını tüketmeden son bir olumsuz konudan bahsetmek istiyorum. Doctor Strange belki de tüm MCU filmlerinin bir kere işlediği o günahı işlemiş: Bayat aşk hikayesi… Stephen Strange’in Acil doktoru Christine’le yaşadığı aşk aslında filmin problemlerinin konsantre hali gibi. İlk gördüğünüzde ilginç, olgun ve yeni bir şey görecek gibi hissediyorsunuz; sonra özgün olmayan, ezbere okunacak bir ilişkiye dönüşüyor; daha sonra oldu bittiye getiriliyor. Özellikle Christine’in, Strange’in güçlerini kabullenişi oldu bittiye getirilme konusunda kendine özel bir ödül hak ediyor. İkinci bir Jane Foster vakası yaşadığımızı iddia etmemek için kendimi zor tutuyorum ama neyse ki Thor 2’yi biraz anmak işimi kolaylaştırıyor.
Şu satıra kadar film hakkında tek iyi laf etmemiş olmak beni biraz suçlu hissettiriyor çünkü filmin onu izlenmeye yeter kılacak kolonları da var. İlki malumunuz, görsel efektler. Doctor Strange görsel efektler konusunda kendine has bir lisan yaratmış. Bu da eleştirdiğim her olumsuz şey kadar kesin söylediğim bir yargı. Daha filmin açılış sekansında görsellik kendini kanıtlıyor ve film boyunca kendinden şüphe ettirmiyor. Sadece Inception’a bir teşekkürü borç bilmesi gereken ama boynuzun kulağı geçtiği o yapıları bükme sahnelerinden bahsetmiyorum. Elbette o sahnelerde inanılmaz etkileyici ve takdiri çokça hak ediyor ancak filmde beni en az gerçekliğin değiştirilmesi kadar etkileyen bir görsel lisan vardı ki bu da bizi filmin bir diğer taşıdığı yüke getiriyor.
Biliyorsunuz, Doctor Strange sırtını bilim-kurguya dayamış koca MCU’nun ilk net olarak fantastik etiketini yapıştırdığı film. Hem de bu etiket, en tartışmasız fantastik ögelerden; büyü sayesinde yapıştırılıyor. Film hakkında en merak edilen konulardan biri de fantastik bir eserin bilim-kurgu ağırlıklı bir hanedanda eğreti durup durmayacağı, kabul görüp görmeyeceğiydi. Doctor Strange bu kulvardaki ilk sınavını geçmiş, başarısına da en çok görsellik yardım etmiş.
Şöyle ki filmin kahramanının bilim adamı oluşu ve hikayenin, bilim adamının büyüyü keşfediyor oluşu film boyunca büyünün bilim metaforlarıyla açıklanmasına yol yapmış. Bu da bilim-kurgusal açıklamalar almaya alışık seyircileri büyüye ikna etmek için harika bir yol olmuş. Özellikle The Ancient One’ın Strange’i büyünün varlığına ikna ettiği bir sahne ve Strange’in hayal gücüyle şekillenen büyülerin olduğu sahneler; galaksi haritası veya hücreleri andıran büyülü şekillerle görsellik kazanmış. Bu sayede film eşsiz bir görsel ziyafete dönüşmüş.
Filmin verdiği bir diğer ziyafet ise oyunculuk performansları. Gerçi film afişinden kadroyu bir okumak bile durumu malum kılıyor. Filme ismini veren Doctor Strange’i canlandıran Benedict Cumberbatch cebinde biraz Sherlock kırıntılarıyla film setine girmiş olsa da gayet yerinde bir performans sergilemiş. Ukala cerrahtan çaresiz kazazedeye, büyüyle tanışan bilim insanından Dünya’nın mistik koruyucusuna kadar durması gereken her pozisyonda doğru pozu vermiş.
Chiwetel Ejiofor ise 12 Years A Slave’den bu yana kazandığı güveni boşa çıkarmamış. Yalnız karakteri Mordo’nun çizgi romandaki haline biraz zıt bir başlangıç yaptığını belirtmeliyim. Tilda Swinton tipleme açısından harika bir The Ancient One olarak karakterin cinsiyette bitmediğini cümle aleme kanıtlamış. Karakterinin ikna ediciliği sadece senaryo tarafından zedelenmiş. Beklenileni vermeyen tek oyuncu ise Mads Mikkelsen. Oyunculuğunu her nedense kendine saklamayı uygun görmüş Avrupa’nın tescilli aktörü. Mimiklerini kullanmaktan başka çaresi olmadığı tek bir sahne haricinde izlediğimizin Mads Mikkelsen olduğunu anlamamızı istememiş.
Film finali hakkında da bir görüş belirtip bu uzun kelamı sonlandırmak istiyorum. Film bütün senaryo günahlarına rağmen ilgi çekici bir yöntemle final yaptı. Ana kötüyle yapılan mücadele filmin geri kalanının aksine özgün sayılırdı. Öyle bir finalin filmi en azından koltuk altlarından tutup kaldırmaya çalışmasıyla film oyunculuk ve görselliğe de dayanarak tamamen yere düşmekten kurtulmuş. Sonuç olarak da okuduğunuz gibi bir izlenim bırakmış, en azından benim gözümde.