Bunu duyuyor musunuz? Çok ama çok hafif bir ses, bir fısıltı bu. Sanki kötü eylemlere geçilmesini fısıldayan bir ses, en çirkin arzularımızı canlandıran bir dürtü, en büyük başkaldırıları alevlendiren bir kıvılcım… Bazı insanlar için çok tatlı bir ses, çok çekici bir çağrı ama bazıları için de nihai düşman, kusursuz kötülük, bir şeytan. Bazılarının kafasında boynuzlar var bazıları insan kılığında dolaşıyor, bir kısmı ise insanlığın dünyasına çarpık zihinlerin kurguları sayesinde yeni yeni girdi. Öyle ki Arapçası İblis, İspanyolcası Diablo; alkole ve Gulyabani’ye adını veren gullardan Şeytan Sultan Azathoth’a, Şamanizm’deki kör ruhlardan herkesin çok sevdiği Lucifer’a kadar, insan dünyasını ve tarihini pek çok kötücül kavramla isim doldurdu. Tabii tüm bu zaman boyunca da arkasında kalıcı izler bıraktı. İşte biz de bu yazıdan itibaren bu izleri takip etmek üzere kısa bir yolculuğa çıkıyoruz.
“Şeytan” tam olarak ne? Üstün bir iyicil gücün karşısında duran mutlak kötücül bir düşman mı? Her sevmediğimiz kavramı ve sınıflamayı onun başına yığdığımız mitolojilerin karanlık efendileri mi yoksa bizim etik doğrultumuza ters düşmüş ve bu duruma oldukça kırılmış birtakım üzgün periler mi? Bazı inançlar bu kavramı düşmüş melekler olarak tanımlarken başka inançlar da onu, insandan ayrık bir varoluş sergileyen, güçlü ve tuhaf toplumların başı olarak görüyor. Hollywood’un dadanma filmlerinde kurbanlarının yaşamını alt üst eden şeytanlar, bugün bizim korku filmlerimize dadanan cinler, Uzak Doğu’nun bin bir şekle giren yokaiları… Bu sınıflandırmalardan bir kısmı eski zamanların inançlarından kalmış tanrıların, yeni inanç sistemleri tarafından şeytanlaştırmasıyla ortaya çıkarken, bir kısmının ismi sadece “saklı olan” anlamına geliyor. Bu varlık nasıl doğuyor olursa olsun sonuç olarak hep aynı işlevi üstleniyor: İnsan denen yaratığın kötücül eylemlere geçmesine neden olmak.
Bu noktada da şunu sormak gerek: Şeytanlar, bizim kendi davranışlarımıza bulduğumuz bir bahane mi? “Bana Şeytan yaptırdı!” diyerek işten sıyırmamıza yarayan bir kavram mı bu?
Şu günlerde bile Şeytan’ın fiziksel bir biçim aldığını ve somut bir varlık gösterdiğini savunan, bunu kendi suçları için bir bahane olarak kullanan insanlar varken geçmişte bu yüzden nice parlak zihin yakıldı, savaşlar çıktı, koca toplumlar yok edildi. Tabii günümüze kadar bu durum olduğu gibi aynı kalmış da değil. Şu çağdaki inanç düzenlerinin çok ciddi bir kısmı şeytan denen varlığı tamamen soyut bir role indirgemiş durumda. İnsanların kendilerine bağlı kalması için bir düşman yaratıp, korkuyu kullanmak yerine şeytanı bireyin kendi içine yerleştirip daha etkin bir inanç süreci oluşturmaya çalışıyorlar. Yani kendi şeytanlarımız oluyor. Böylece işlediğimiz suçlar veya pişmanlığını çektiğimiz davranışlar için kendimizden başka bir kimliği suçlamak yerine, seçimlerimizi benimseyip sonuçlarını yüklenebiliriz. Yerkürenin her tarafında durum böyle olmasa da bazı konularda insanlık doğru yönde adımlar atıyor. Peki, ya yerkürenin dışında?
Tarihin bir noktasında bir insan, gece göğünde asılı duran Ay’a baktı ve dedi ki: “Bu bir tanrı ve ben, buna tapacağım!”
Tarihin başka bir noktasındaki başka bir insan ise o Ay’a ayak bastı.
Neden birden bu konuyu konuşmaya başladık? Çünkü Ay’ın da tarih içinde şeytanlaştırıldığı noktalar oldu. Sürekli başka bir tanrının geldiği gibi, sürekli başka bir şeytan da geldi. Bu şeytan ise büyük bir ihtimalle yeni tanrının eski rakipleri, düşmanları arasından seçildi. Ay gibi Güneş de aynı şekilde tanrısallaştırılan bir gök cismi oldu. Her ne kadar insan soyu Ay’ı da Güneş’i de günümüzde sadece gök cismi olarak tanımlasa da bu nesnelerin tanrısal nitelikleri değişmedi. İki güç de yerküre üstündeki yaşam üzerinde kozmik etkilere sahipler. Her ne kadar onların bizim yakarışlarımızı veya isyanlarımızı duymadıklarını bilsek de bu etkiler devam ediyor ve o iki varlığın kaderi boyunca devam da edecek. Tamam da şeytan bunun neresinde?
Gece göğüne baktığımızda karanlık bir tarlaya yayılan sayısız tanrısal varlık görürüz. Adlarını koyduğumuz gezegenlerden yıldız takımlarına, her birinin ayrı bir hikâyesi vardır. Hiç kuşkusuz bir kısmı da şeytanlaştırılmıştır. Yine de tüm bu ışıklar şöleninden ayrı kalan ve kesinlikle insan gözüne yakalanmayan bazı varlıklar da vardır. Gök cisimleri nasıl tanrısal niteliklere sahip oluyorlarsa şeytani niteliklere de sahip olabilirler.
Tanrı diye bin yıllarca taptığımız uyduları, gezegenleri ve yıldızları bitmek bilmez bir açlıkla yiyen ve yedikçe de güçlenen, şişip duran varlıklardır bunlar. Bunlara kara delikler diyoruz ve her geçen gün daha fazla tanrıyı yemeye devam ediyorlar. Karanlığın yüreğini oluşturuyorlar ve açlık denen bir günahı akıldan yoksun, tekil bir kararlılıkla sürdürmeye de devam ediyorlar. İnsanlığın şeytanı kendi kimliğinin içine hapsettiğini düşündüğü şu zamanlarda böylesine acımasız davranışlar sergileyen, daha güçlü bir varlıktan bahsedilebilir miydi? Şu ana kadar nasıl tanrılar ve şeytanlar hakkında konuşmuş olursak olalım, kara delikler hiç kuşkusuz bunların hepsinin üzerine çıkan varlıklardır.
Çok tanrılı inançlardaki efendilerin birbirlerini kötüleme çabaları, pusuda yemeğini bekleyen ve kendini her daim saklı tutan avcılar, özünü kaybetmiş melekler, insanın kendi ahlakını sorgulama çabaları ve daha konuşamadığımız niceleri… Daha uzun bir yolculukta daha fazlasına değineceğimizden eminim ama şu kısa yolun sonunda geldiğimiz noktada, diğer her konuda olduğu gibi bir seçimin eşiğine geliyoruz. Şeytan nedir? İyiliğin karşısında mutlak bir tavırla duran bir düşman mı? Kendi suçlarımız için ürettiğimiz bir bahane mi? Başka boyutlarda bizi avlamak üzere bekleyen türler mi? Yapmak istemediğimiz bir tercih mi? Yoksa uygarlığın gittiği bu yolda bizleri biraz daha ileride bekleyen, daha yeni bir varlık mı? Dediğim gibi, seçim sizin.