Oscar Wilde’ı hiç okumadığınızı düşünüyorsanız hafızanızı bir defa daha yoklayın derim zira çoğu kişi onu Mutlu Prens ismindeki çocuk kitabı veya Her İnsan Öldürür Sevdiğini (nam-ı diğer The Ballad of Reading Gaol) şiiriyle tanır. Elbette bir yazarın eserlerinin hepsinde yazarın kendisinden parçalar bulabileceğimizi savunabiliriz, bir noktaya kadar da haklıyızdır. Sonuçta bir yazarın ortaya koyduğu eserden kendini tümüyle soyutlayabilmesi ne derece mümkün olabilir ki? Wilde için, kesin yargılara varmaktan kaçınarak konuşuyorum, kendini en iyi ifade ettiği eserin Dorian Gray’in Portresi olduğunu söylemek daha doğru olur gibi duruyor.

Dorian Gray’in Portresi’ni üç yazıda anlatacağım. Kitaptaki üç karakteri de tek tek inceleyecek ve onların kitabın gelişimine ve bilhassa Dorian’ın karakterinin kökten değişimine nasıl katkıda bulunduklarını açıklamaya çalışacağım. Edebiyat inekliği yapacağım yani, umarım hala benimlesinizdir!

Basil Hallward, benim olduğumu düşündüğüm kişi. Lord Henry, dünyanın olduğumu sandığı kişi. Dorian ise benim olmak istediğim kişi- başka zamanlarda, tabii.

Oscar Wilde. The Letters of Oscar Wilde, Ed. R. Hart-Davis.

Wilde’ın “toplum ahlakını bozduğu” gerekçesiyle sert eleştiriler alıp sansürleyerek yayınlamak zorunda kaldığı bir kitap Dorian Gray’in Portresi. Aldığı eleştiriler sonrasında kitabı yeniden gözden geçirerek uzatıyor ve tekrar basıyor. 1890 ve 1891’de iki defa çıkıyor yani aynı kitap. Bunun yanında bir de şunu belirteyim: İlginçtir ki 2011 yılına kadar bu kitabın orijinal yani sansürsüz versiyonuna ulaşamıyoruz. 2011’de Harvard University Press, o zamanlarda yaygın olan on üç bölümlük kitabın yirmi bölümlük versiyonunu bulup düzenleyerek “The Uncensored Picture of Dorian Gray” ismiyle yeniden çıkartıyor. Türkçeye de “Dorian Gray’in Sansürsüz Portresi” ismiyle geçmiş. Anlayacağınız bayağı dertli bir kitap, hatta direkt olarak Wilde’ın başına da dert açan bir kitap.

Ne varmış bu kitabın içinde de bu kadar dert olmuş diye soruyorsanız da kitabı okumamışsınızdır demektir, ben de spoiler vermemek adına size bu yazının gerisini okumanızı önermediğimi söylemek zorunda hissederim. Okuyun kesinlikle, büyülenirsiniz. Faust’tan esinlenilmiş bir konuyu büyüleyici bir biçimde anlatıyor Wilde. Özgürlüğün, ahlakın sorgulandığı ve bunu doğaüstü elementlerle beraber gerçekçiliğin dışına çıkmamış bir şekilde sunan bir kitap. Yeniden söylüyorum, yazının devamında bolca spoiler var.

Elbette böyle bir yazıya baş karakterin kendisi ile başlamak en doğru hamle olur: Dorian’ın kim olduğunu hatırlayalım, diğer karakterler onu nasıl görüyorlardı, nereden başladı ve nereye gitti hepsini teker teker yeniden bir gözden geçirelim istiyorum. Kitaba geldiği ilk sayfalardan itibaren güzel, saf ve genç bir dostumuzdu Dorian. Öyle ki Lord Henry’nin onu ilk gördüğünde bir Yunan mitolojisi karakteri olan Adonis’e benzettiğini size hatırlatmak isterim. Yalnız bu konuda Henry, kesinlikle Basil’in eline su dökemez zira Basil Dorian’ı adeta tanrılaştırıyor, ona tapıyordu. Onu sanatının ta kendisi olarak görüyor, sanatçı kişiliğini neredeyse tamamen Dorian’a atfediyordu. Dorian onun için sanatının bir dönüm noktasıydı, Basil’in kendini tanımasına da yardımcı olmuştu belki de.

Böylesine saf ve güzel bir karakterden kendisinin tam zıttı olan bir versiyonuna evrilmesi de kitabın en ilginç noktası olabilir. Wilde’ın bu değişimi tasvir ederken, bunu bir şalter atmışçasına yapmaması, yavaş yavaş ve alıştırarak yapması bu kitabı benim gözümde diğerlerinden ayırıyor. Neyse, Wilde övmeyi yavaşlatalım biraz. Dorian’ı Adonis’e kıyaslamıştı Henry hani, hatırladınız mı? Kıyasladığı tek mitolojik karakter Adonis değildi. Henry, onu ayrıca Narcissus ile kıyaslamıştı. Dorian’ın Narcissus’a benzetilmesi önemli zira bu yazarın alelade aldığı bir karar değil, Narcissus Dorian’ın kaderini okuyucuya önceden haber ediyor. Dorian da aynı onun gibi kendine aşık oluyor, sonunda da güzelliği kendisini ölümüne götürüyor.

Dorian kitabın bir noktasında kendi gençliğinden vazgeçmemek ve portre ile yer değiştirmek için her şeyi yapabileceğini ilan ediyor. Sonuç olarak bu dileği gerçekleşiyor, yaptığı eylemlerin sonuçlarını kendi hayatında değil Basil’in ona verdiği portrenin üzerinde görüyor. Kendisi sonsuz güzellik ve gençlik ile yaşamaya devam ederken portre yaşlanıyor ve çirkinleşiyor. Böylece Wilde bize hiçbir güzelliğin saf olmadığını, o saf gözüken perdenin altında adeta çürüyen bir cesedin yer aldığını göstermeye çalışıyor.

Yaptığına hayran olmadığı sürece birinin yararlı şeyler yapmasını bağışlayabiliriz. Yararsız şeyler yapmanın tek bağışlanacak yanı, yapanın ona körkütük hayran olmasıdır.
Sanatın tümü hepten yararsızdır.

Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi, Ötüken Yayınları, Çev: Belma Aksun

Bunun yanında yazarımızın bir dönem kabul gören “Sanat bir şeyler öğretmek amacı taşımalıdır” anlayışını Romantik ve Victorian dönemlerindeki diğer sanatçıların da yaptığı gibi eleştirmeye çalıştığını da söyleyebiliriz. Yani kitabın önsözünde kendisinin de bahsettiği gibi, Wilde “sanatın hepten yararsızlığını” göstermek için Dorian’ın portresini kullanıyor aslında. Peki sanatın yararsız olması…

Şöyle ki, eğer sanat bize bir şey öğretmek zorundaysa, sanat yararlı bir şey olmak zorundadır, o halde Dorian’ın çürüyen portresi de kusursuz bir sanat eseri olmak zorundadır zira Dorian’a hayatının belki de en önemli dersini veriyordur. Buna rağmen, o portre kusursuz olmaktan çok uzakta çünkü Dorian’ın işlediği her günahla, yaptığı her eylemle çirkinleşiyor, estetik olmaktan uzaklaşıyor. Wilde burda bize bir paradoks sunuyor. Portrenin çirkinleşmesi, onu ayrıca güzelleştiriyor mu? O halde saf güzellik nedir?

Saf güzellik yoktur, diyor Wilde bize aslında. Sanat eseri yararlı olmak zorunda değildir, dünyanın en yararlı sanat eseri, dünyanın en çirkin eseriyse biz o sanat eseri için saf güzellikten bahsedemeyiz. Dorian’ın da portrenin de kaderi aynı. Kitabın sonunda, Dorian’ın portreyi bir “redemption” hevesiyle bıçaklamasını da göz önünde bulundurursak bu kitabı bir metafor olarak okumak da mümkün oluyor. Bir sanat eseri gibi yaşamak mümkün değildir, saf güzellik saf değildir.

Sanat konusunu herhangi bir şekilde genişletmeye çalışmak, toplumda tatsızlık yaratır. Buna rağmen sanatın gelişmesi ve canlılığı, konusunun devamlı olarak gelişmesine bağlıdır.

Oscar Wilde, The Soul of Man Under Socialism

Sanatın sınırsızlığına ve değişimin doğallığına inanan birisi olan Oscar Wilde’ın bu eseri onun bu inancına dair bir kanıt gibi. Victorian dönemi İngiliz edebiyatını derinden etkileyen, dönemin ahlaki ve sanatsal yaklaşımlarını yeniden tanımlayan, sorgulayan bir kitap ayrıca. Baksanıza, tek bir karakteri inceleyerek nerelere vardık! Eh, benim bu konuda söyleyeceklerim bu kadar. Dorian Gray üzerine daha fazla muhabbet etmek isterseniz sizi yorumlara alalım- böyle bir sohbeti asla reddetmem! Bir sonraki yazıda da Basil Hallward’ın Dorian’ı nasıl körelttiğini ve bunun kendi sonunu nasıl getirdiğini inceleyelim diyorum. O zamana kadar kendinize çok iyi bakın!

Author

Batı Edebiyatları okur, kedi sever. Bir de buralarda yazıp çizer. @mightbeyagmur

1 Comment

  1. SecoTheWise Reply

    Çok güzel bir yazı olmuş, devamını merakla bekliyorum.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.