Edgar Wright’ın yeni filmi geliyor dediler, sevinç naraları attık. En azından ben attım. Sonra içinde Anya Taylor-Joy ve Matt Smith de olacak dediler, heyecanımız katlandı. Ne de olsa Matt Smith bir Doctor olarak kalbimizde apayrı bir yere sahip, üstelik Crown’dan beri kendisini özlemiştik. Anya Taylor-Joy ise son birkaç yıldır Hollywood’u fethetme yolunda emin adımlarla ilerliyor, üstelik falso veren performansı da henüz yok. Derken önce Anya’dan görseller sonra da fragman düşünce, eh artık yerimizde durmamız mümkün değil. Karşınızda, Last Night in Soho!
Londra’ya taşınan bir moda öğrencisi olan Eloise kendini bir gün 1960’larda bulur ancak hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Fragmanda da göreceğiniz üzere başrolleri Anya Taylor-Joy ve Jojo Rabbit’teki Elsa rolüyle tanıdığımız Thomasin McKenzie paylaşıyor. Onlara Matt Smith, Shadow and Bone’da Alina rolüyle gördüğümüz Jessie Mei Li ile usta oyuncular Diana Rigg ve Terence Stamp eşlik ediyor.
Fragmanı izlediğimde filme dair aklımda şu tanım canlandı: Midnight in Paris ve Black Swan’ın Edgar Wright yorumuyla korku janrasında birleşimi. Hem bir anda kendini 1960’larda bulan bir karakter gördüğümüz hem de Last Night in Soho isminin tınısı bana Midnight in Paris’i çağrıştırdı. Depresyon ve yalnızlığın sonucunda kendini daha özgüvenli ve karizmatik bir yabancı olarak görmek ve yavaşça ona dönüşmek ile psikolojik gerilimin birleşmesi de Black Swan’da Nina’nın Lily’e olan karşı tavrına ve ona dönüşmesine benziyor. Tabii bu benzetmeler sadece birer benzetme, bu izlediğimiz fragmandaki her şeye ayrıca bayılmadığım anlamına gelmiyor.
Fragmandaki detaylara olan hakimlik, mesela Anya Taylor-Joy’un kendi sesiyle söylediği şarkının sözlerinin fragmanın akışına birebir uyması, tam Edgar Wright’lık bir iş. Yatakta üstünü örterken geriye çekilen kamera daha önce Scott Pilgrim’in jeneriğinde ve Baby Driver’de Baby’nin kaçış sahnesinde de gördüğümüz bize Edgar Wright’ı anımsatacak hareketlerden bir tanesi. Renk kullanımı açısından ise kırmızının kullanımı Baby Driver’ın finalini anımsatıyor. Özetle her ne kadar fragmana bakıp filmin konusunu farklı filmlere benzetsem de Edgar Wright filmde oldukça kendini belli ediyor. Filmde 1960’lara yapılan bir yolculuk olması sebebiyle korku öğelerinin de Hitchcock’tan esinlenilmesi ise ayrıca hoşuma gitti .
Edgar Wright’ın jump cut ve match cut’ları kullanımı ile birlikte müzik ve sesi sekanslarına dahil edişiyle oluşturduğu stili korku ve psikolojik gerilim janralarına cuk oturacak türden. Daha önce kendi stilini Cornetto üçlemesi ve Scott Pilgrim vs The World filmleriyle komedide, Baby Driver’la da aksiyon janrasında görmüştük. Bu filmle de korku ve psikolojik gerilim janralarında göreceğiz. Stilini koruyarak farklı işler ile kendini zorlayan yönetmenlere saygımız sonsuz. Filminse Ekim ayında sinemalarda vizyona girmesi bekleniyor. Umarız Ekim ayı geldiğinde biz de vizyonda bu filmi izleme fırsatı buluruz.