Bu satırları okuyan siz, ya hâlâ düzenli olarak eğitim adına tahta sıralara oturan birisiniz ya da bu görevi çoktan tamamladınız. Ama öyle ya da böyle, kafanıza bir şeyler sokmaya çalıştılar veya hâlâ çalışıyorlar. Bazen bunu başarıyorlar. Bazen başaramıyorlar. Bu başarı oranı öğretmenden konuya, kullanılan materyalden içinde bulunulan mevsime kadar değişiyor. Biri fiziği yazılı olarak anlatınca anlamıyor olabilir. Yazın güneş ışıl ışılken ders dinlemek korkunç bir eziyete dönüşüyor da olabilir. Öyle ya da böyle sizin de beyninize girmeyen bir şey vardır. Bir de ben böyle anlıyorum dediğiniz bir yöntem. Bazı otoriteler diyor ki ‘Çocuklara önce örnek çözdürelim, kuralı kendileri bulsun’, bazıları da ‘Önce kuralı verin sonra örneği incelesinler’ diyor. Kimisi ben dinleyerek anlıyorum diyor, kimisi okuyarak, kimisi de yaşamadan öğrenemiyorum diyor. American Born Chinese’in yazarı Luen Yang da diyor ki ‘‘Ben çizgi romanla anlıyorum, hatta anlatıyorum.’’
Gene Luen Yang bir çizer olmasının yanı sıra bir matematik öğretmeni. Hem de işi üzerine kafa yoran bir matematik öğretmeni. Öğrencilerinin dikkatini çekmek için yapmadığı kalmıyor; derslerinde türlü şaklabanlıklar yapıyor, üzerine sırf dikkat çekici olsun diye bir sürü efekt koyduğu videolarla ders işlemeye çalışıyor. Ama olmuyor.
Öğrencilerin ilgisini çekmek bir yana, kendisinin de deyimiyle onları gıcık ediyor. Bakın, burası çok ilginç; video çağının çocuklarını videoyu kullanarak derse çekemiyor bu adam. Ne yapıyor dersiniz? Çizgi romana başvuruyor basbayağı. Anlatacağı dersi oturup çizerek, üstüne konuşma baloncukları ekleyerek çözüme kavuşuyor. Bir kere dersi görselleştirmiş oluyor. Binom açılımını anlattıklarında hiçbir şey anlamıyorum ben, oysa Pascal üçgenini görünce kafamda bir şeyler oturuyor.
Videolar da görseldi diyeceksiniz ama aslında değildi. Yang kendi ders anlatışını videoya kaydettiğinde canlı ders anlatmanın ötesine geçmiş olmuyor. Hatta daha kötüsü, soru sorma veya anlatıcıyı durdurma hakkını da dinleyiciden almış oluyor. Oysa çizgi romanda dizginler okuyucunun elinde; anlamadıysan, kafan başka yerde idi ise her zaman sayfayı bir geri çevirebilirsin. Çizgi roman, hikâye anlatırken zaman dilimini önümüze açık bir biçimde koyan bir tür sanat. Görselliği de zamanın kontrolünü de öğrencinin eline veriyor. Bu yüzden elimizde tutabileceğimiz belli sayıda sayfalar olması çok hoş, öğrenirken hız seviyesinin kişinin elinde olması çok güzel. Aynı şey kitaplarda da var diyebilirsiniz ama karşınızda küçük puntolu binlerce harf varken aynı büyü gerçekleşmiyor, ipin ucunu kaçırmak çok kolay. Bizim aradığımız şey resimli yazılar değil, görsellerin de yazı kadar önemli olduğu bir anlatım tekniği. Sırf bu yönüyle bile müthiş bir eğitim metodu olabilir çizgi roman. Ama henüz bitmedi.
Şimdi biraz da Worldwatch Enstitüsü‘nün Dünyanın Durumu 2017 – Yeryüzü Eğitimi: Değişen Gezegende Eğitimi Yeniden Düşünmek adlı yayınının bakış açısından bakalım. Çizgi roman iyi bir eğitim metodu çünkü hikâye anlatmak eğitimin bir numaralı silahıdır. Bunu anlamak için iki şey söyleyeceğim.
Bir; insanın en büyük özelliği hikâye anlatması zaten, akıllı olmasının en genel sonucu bu. Yalan söyler, uydurur, kurmaca anlatır. Kurguya bayılıyoruz, o yüzden film izleyip kitap okuyoruz. Sonra, bu anlattığımız kurguları gerçek sanıyoruz. Çok ciddiyim. Biri bize bir öykü anlattığında o öyküyü gerçekten yaşadığımızı sanıyoruz yani. Bu hem muhteşem hem de korkunç bir şey ama beynimiz gerçekten Hogwarts’a gittiğimizi ve TARDIS’e bindiğimizi sanıyor. Beynimizin MR sonuçlarına bakıyoruz ve hikâyeyi anlatan ile dinleyenin aynı tepkileri verdiğini görüyoruz. (Politikacıların milyonları uyutması, Hitler’in Alman halkını bu kadar manipüle edebilmesi tesadüf değilmiş). Hikâye demek, beynimizi empatiyle harekete geçirmenin yegâne yolu demek.
İki, Joseph Campbell’in müthiş bir kitabı var. Türkçeye Kahramanın Sonsuz Yolculuğu olarak geçmiş The Hero with A Thousand Faces, bu güne kadar anlatılmış bütün hikâyeleri belli başlı noktalara ayırıyor, bu fikre aşinayız. Maceraya çağrı ile başlıyor hikâye, bu çağrı reddediliyor, mentor aracılığıyla –Dumbledore gibi yani- verilen kutsal görev, seçilmiş kişi tarafından yerine getiriliyor, kötülük def ediliyor. Arada pek çok detay olsa da kahramanın en az bir kere yenilmesiyle, sonrasında da gerçek bir ders öğrenip nihai olarak kazanmasıyla bitiyor. Karakter bir kere yeniliyor, yanlış duyguyla hareket ediyor ya da en başından yanlış şeyi istediğini fark ediyor. Pixar animasyonlarının da sırrı bu, Açlık Oyunları’nın da.
Bu ikisini birleştirince elimizde yanılıp yenilen, sonrasında zor yoldan kazanan bir karakter ve bu karaktere yüksek seviyelerde empati kuran bir okur, bir öğrenci kalıyor. Bu da tam manasıyla öğrenmek demek. Eğitim ve öğretim budur. Öğrenme süreci de düz bir çizgi değil ki, tıpkı kahramanın yolculuğu gibi bir kere tokat yiyorsunuz o dersten. Özellikle ileri düzey konular öğrenirken bir kısmını yanlış anladığınızı, ufak dahi olsa bir parçanın zihninizde oturmadığını fark ediyorsunuz. Bazı şeyler o süzgeçten kolay kolay geçmiyor. Ama çizgi romanı kullanarak ilk kaybedişi sahte bir biçimde canlandırabiliriz. Bazen tek bir kablo doğru oturmadı diye sınavlarda çuvallıyoruz ve zor da olsa o aydınlanma anına kavuştuğumuz oluyor. Yani çizgi roman sayesinde o ‘evreka’ anını yapay bir şekilde canlandırmak mümkün.
Tüm bunları anlattıktan sonra neden çizgi romanın eğitimde kullanılmadığını sorabilirsiniz. Aslında özellikle Amerika’da çizgi romanın popülerleşmesiyle eğitimciler de bu konu hakkında düşünüyorlar. 1944’te Journal of Educational Sociology dergisi bundan bahsediyor mesela. Ancak Dr. Fredric Wertham sağ olsun başka bir fikir daha yayılıyor, çizgi romanlar suça teşvik eder diye. Ama o dönemde çizgi roman o kadar popüler ki suç işleyen çocukların çizgi roman okudukları için suç işledikleri iddiası, pek sağlam değil.
Ama sonuç olarak çizgi roman yaygın bir eğitim yolu değil. Zaten eğitim, insanlığın en yobaz olduğu konulardan biridir bence; asla yeni yollar ve farklı yordamlar bulmak ve kullanmak istemeyiz. Eğitimde belli başlı geleneksel fikirlerin dışına taşmak kadar zor bir şey yok. Açıkçası şu anda eğitim konusunda dünya olarak iyi bir noktada olduğumuzu düşünmüyorum. Henüz etkileşimli, öğrencinin de ağzını açmasına izin veren bir sisteme bile sahip değiliz, çizgi roman kullanmaya başlamak ciddi bir sıçrayış olurdu. Ama bununla ilgili çalışmalar yapılmıyor da diyemeyiz, hızlı bir Google aramasıyla karşımıza az da olsa çıkıyor bunlar. Ve gösterdiklerine göre çizgi roman, gerçekten de dersin kolay öğrenilmesine ve uzun süre akılda kalmasına yardımcı oluyor.
Belki bir gün gerçekten de çizgi roman gibi yeni ve pratik yollarla öğrenmeye başlarız, artık gerçekten eğitimde bir devrimin vakti geldi çünkü.