Taika Waititi’nin kendine has bir mizah anlayışı olduğunu ve ortaya çıkardığı yapımlarda bunu hissedilir bir biçimde kullandığını biliyoruz. Bazılarımız bu mizah dilini çok severken bazılarımız çok sulu bulabiliyor. Ben de şahsen kendisinin kullandığı mizah dilini çok sevmezdim. Hatta yönettiği yapımlardan Thor Ragnarok’u ya da yakın zamandan örnek vermek gerekirse The Mandalorian’ın sezon finalinş mizah ve kurgu bakımından pek beğenmediğimi söylemeliyim.
Ancak ilk kez başından sonuna mizah anlayışını, işleyişini ve genel anlatım biçimini beğendiğim bir Taika Waititi filmiyle karşılaştım. Çok büyük beklentilerle gitmediğim Jojo Rabbit bana, beklemediğim kadar keyifli bir deneyim sundu. Kendi başına gayet tatmin edici bir seyir zevki sunan, kullandığı mizah dilini sevdiren, kendi içinde işleyen küçük hoş bir hikâye anlatan bir film olmuş Jojo Rabbit. Buraya kadar spoilersız yorum gibi oldu, bundan sonra bol bol spoiler olacak. Bakalım Taika Waititi bu filmle bize ne anlatmış?
Jojo Rabbit, The Caging Skies kitabından esinlenen ve Hitler’in son dönemlerinin işlendiği bir komedi-drama filmi. Filmin fragmanlarını izledikten sonra ilgimi çektiği için kitabına da şöyle bir göz attım ve biraz okuma fırsatı buldum. Filmi de kitabın bir kısmını okuduktan sonra izledim ve tabii ki her ne kadar bu kitap temel alınmış olsa da hikâyede değişiklikler yapılmış.
Başrolde Johannes Betzler isminde on yaşında Hitler fanatiği bir çocuğu görüyoruz. Ailesinden gördüğümüz tek üye de Scarlett Johansson’ın oynadığı karakter annesi Rosie Betzler. Betzler ailesinin diğer üyeleri filmde gördüğümüz kadarıyla hayatlarını kaybetmiş ve küçük nazi Johannes, annesi ile savaş içinde bir dönemde hayatlarını devam ettirmeye çalışıyor. Kitaptan farklı olarak on yaşında ve aile bireylerinin kalanlarının yaşamadığı kurguda bir hikâye ile açılış yapıyoruz. Ancak esinlenildiği kaynakta Johannes on yaşında iken ailesinden kız kardeşi, babası, büyükbabası ve büyükannesi de hayattalar. Film açısından çok büyük bir değişiklik sayılmaz, sadece bu şekilde bir tercih kullanılmış.
Hikâyemizde Hitler’in çöküşünü ve savaşın son demlerini, hem Hitler’in hem de Naziliğin bolca eleştirildiği ve alaycı bir şekilde ele alındığını görüyoruz. Filmin belki de en ilginç yönlerinden birisi de küçük nazimiz Johannes’in hayali arkadaşı oluyor; Hitler. Adolf Hitler karakterini bariz bir şekilde alaycı bir biçimde canlandıran Taika Waititi’nin performansı oldukça başarılı ve izlemesi keyifliydi.
Başrolümüz Johannes’in filmin adında da gördüğünüz üzere Jojo Rabbit lakabını alması da çocukların gönderildiği bir asker kampında gerçekleşiyor. Evet, çocukların gönderildiği bir asker kampı. Bu kampta Nazi askerlerinin nasıl eğitim aldığını ve ne gibi zorluklarla mücadele ettiklerini çocuklara anlatıyorlar, onlara bir takım eğitimler veriyorlar. Sam Rockwell’in canlandırdığı Captain Klenzendorf karakteri bu çocuklara deyim yerindeyse nasıl Nazi olunur ‘u gösteriyor.
Eğitimlerden birinde de çocukların bir canlıyı öldürebilecek kadar güçlü (!) olup olmadıkları test ediliyor. Denek olarak Johannes’in seçildiği bu eğitimde, kendisinden ormanda buldukları bir tavşanın boynunu kırması isteniyor ve küçük dostumuz vicdanlı olduğundan tavşanın boynunu kırmak yerine onu serbest bırakıyor. Ancak asıl hikâye, yine bir eğitim esnasında yaşadığı kazanın kendisinde ağır yaralar bırakması sebebiyle eve gönderilmesiyle başlıyor.
Eve gönderilen ve biraz iyileştikten sonra kendisine gitmiş olduğu askeri kampın ofisinde bir takım angarya işler verilen Jojo, bir gün bu angarya işlerden sonra evine dönüyor ve annesini ararken ölmüş kız kardeşinin odasından bir takım sesler duyuyor. Seslerin kaynağını araştıran Jojo duvarda gizli bir kapı keşfediyor ve bir de görüyor ki evinin duvarında yaşayan bir Yahudi kız var.
Hitler ile yakın arkadaş olan ve fanatik bir Nazi olan Jojo, tabii ki bu durum karşısında hem şoka giriyor hem de kızı kendisine düşman belliyor. Jojo, Annesi Rosie’nin eve alıp yardım ettiği ve dışarıdaki tehlikeli dünyadan kurtardığı Elsa adındaki bu kızcağıza uzunca bir süre düşman gözüyle bakıyor. Kıza zaman zaman “Anlat bakalım Yahudi, nasıl yaratıklarsınız siz?” falan gibi aşırı Nazi ruhlu sorular yöneltiyor. Hatta ondan Yahudiler hakkında bilgiler toplayıp bunları Naziler için çok faydalı olacağını düşündüğü bir kitap hâline getirmeye çalışıyor. Bu esnada annesinin Johannes’in bu Yahudi kız ile iletişim kurduğundan haberi yok.
Jojo, askeri kamp ofisinin verdiği görevleri yerine getirmeye devam ediyor ama ara sıra Captain Klenzendorf’a Yahudilerle ilgili sorular yönetiliyor hatta bir keresinde Yahudilerle ilgili bilgiler içeren bir kitap yazdığından bile bahsediyor. Yahudilerle ilgili bunca konuşmadan sonra birileri şüphelenmiş olsa gerek, Jojo’nun evine Nazilerin gizli polis teşkilatı olan gestapo geliveriyor. Bir ihbar üzerine evinde Yahudi var mı yok mu diye araştırmaya gelen memurlar verdikleri “Heil Hitler!” selamlarıyla bize eğlenceli dakikalar yaşatıyor.
Böyle diyorum çünkü gerçekten filmin belki de en eğlenceli sahneleri bu sahneler. Gestapo memurları eve geliyor ve herkes ama herkes birbirine “Heil Hitler!” selamı veriyor. Tıpkı kız isteme faslında bütün aile bireylerinin birbirlerine “Nasılsınız?“, “İyiyiz, sizler nasılsınız?“, “Biz de iyiyiz, sizler nasılsınız?” şeklindeki limitsiz hâl hatır sorma anları gibi düşünün. Bir odada on kişi var ve herkes birbirine sırayla “Heil Hitler!” diyor, gerçekten hem alaycı hem de çok eğlenceli bir sahneydi.
Filmde eğlenceli sahneler olduğu kadar duygusal sahneler de vardı elbette. Mesela Jojo’nun annesinin asıldığını gördüğü sahne gibi. Annesi Rosie Betzler bir fanatik olmanın aksine tam anlamıyla iyi bir insan olduğu için ve hem düşünceleri hem de yaptıkları askeri yönetim tarafından hoş karşılanmadığı için olsa gerek, hayatı bu şekilde sona eriyor.
Tabii ki çok şaşırtıcı bir olay değil, belki beklenen bir durum olabilir ama yine de filmin duygusal anlarından biriydi ve oldukça üzücüydü. Bunun üzerine Jojo ve Yahudi kızımız Elsa ile yaşadıkları evde hayatlarına devam ediyor. Zamanla aralarındaki nefret duygusu şekil değiştiriyor ve bizim çocuk başlarda düşmanı gibi gördüğü Yahudi kızcağıza sevgi besler hâle geliyor. Hatta bu yüzden arkadaşı Hitler ile arası açılıyor -doğal olarak- ve zamanla ‘Yahudi’ diye ayırt ettiği insanlar ona normal gelmeye başlıyor.
Filmimiz bunca gelişmenin ardından sonlara geldiğimizde Hitler’in ölümü ve Nazilerin çöküşünü anlatıyor. Kaybedilen savaş sonrasında da ortaya çıkan yıkımın vahşiliği ve halkın hayatının normale dönmesi resmediliyor. Bizim eski Nazi, yeni hümanist çocuğumuz Jojo da Yahudi kız arkadaşı Elsa’ya artık özgür olduğunu söylüyor ve süslenip püslenip sokağa adım atıyorlar. Bu ikilinin dansı ile de film sona eriyor.
Genel bir değerlendirme yaparak yazımı yavaş yavaş noktalıyorum. Film baştan sona net bir şekilde Nazi eleştirisi yapıyor ve bunu çok eğlenceli bir dille yaptığı için izleyiciye keyifli dakikalar yaşatıyor. Kendi tarzını ön plana çıkaran ve kendi oyunculuk performansı ile de bizi memnun eden Taika Waititi, gerçekten keyifli bir film ortaya koymuş. Evet belki filmi izlediğinizde siz de derin izler bırakmıyor veya tekrar izleme isteği uyandırmıyor. Ama kendi içinde iyi işlenmiş hoş, tatlı bir hikâyesi olan ve sinematografik açıdan da gayet başarılı bir film var karşımızda.
Yani Jojo Rabbit, çok beklentiye girmeden keyifle izlenebilecek filmlerden. Mizahıyla, hikâyesiyle ve hem kullanılan şarkılar hem de Michael Giacchino’nun bestelediği soundtrackleri ile izleyiciyi memnun bırakıyor. Sinemada izlenir mi? Gayet keyifle izlenir. Ama mutlaka sinemada izlenmeli mi? Hayır.
Benden rahatlıkla 7.5/10 alan Jojo Rabbit, eminim sizi de memnun bırakacaktır. Taika Waititi seviyorsanız, biraz da sistem eleştirisi izlemek istiyorsanız hiç durmayın, izleyin efendim.