Geekyapar sitesi olarak bu zamana kadar konuşmaya değer gördüğümüz film ve diziler hakkında dilimiz döndüğünce bir şeyler söylemeye çalışıyoruz. Ama bugün, bu alışkanlığımızı biraz değiştirerek hiçbir zaman çekilmemiş bir filmden bahsedeceğiz. Böyle dediğim için sakın beklentilerinizi düşürmeyin zira bahsettiğim bu film çekilmemesine rağmen tarihin en büyük filmlerinden biri. Öyle bir film ki sadece filmin çekim aşaması bile bizim bugün kült dediğimiz birçok yapıma ilham olmuş. Beni biliyorsunuz, heyecanlı olduğum konularda lafı fazla geveleyemiyorum ağzımda o yüzden hemen ünlü yönetmen Alejandro Jodorowsky’nin hiçbir zaman çekilmemiş Dune filminden bahsedeceğiz.
Alejandro Jodorowsky, 7 Şubat 1929 Şili’de dünyaya gelmiş, gençliğini yüzlerce tiyatro oyunu yazarak geçirmiş birazcık farklı bir adam. Daha ilk filmi olan Fando Y Lis tüm Meksika’da büyük bir yankı uyandırıyor hatta bu yankı sonunda filmin yasaklanmasına neden oluyor. Yine de o, tıpkı bir resim, heykel ya da şiir gibi sanatın bir dalı olarak gördüğü sinemadan asla vazgeçmiyor ve daha sonra El Topo gibi bir şaheserde hem başrol hem de yönetmen olarak büyük bir başarı elde ederek bir anlamda rüştünü herkese ispatlıyor.
El Topo gibi bir filmi daha önce görmeyen Avrupa ve Amerikalı seyirciler Jodorowsky ’nin tarzından adeta büyüleniyorlar. Bu sırada Fransa’da bir yapımcı olan ve yıllar sonra Cyrano de Bergerac filminin yapımcılığını yapacak olan Michael Seydoux, Jodorowsky ’nin işlerinden büyük bir haz aldığı için onunla iletişime geçiyor. Seydoux’un “Sen ne istersen ben onu yapmaya hazırım” şeklindeki desteğini alan Jodorosky “DUNE” diyor başka bir şey demiyor. Jodorowsky , Seydoux’un bu desteğine düşünmeden Dune derken daha önce kitabı hiç okumadığını belirtiyor. Peki, kariyerinin yükselme döneminde olan bir yönetmen neden daha önce hiç okumadığı bir kitabın filmini bu kadar büyük bir coşkuyla istiyor?
Jodorowsky , sinemada kendini ispatladığı ilk film olan El Topo’da unutulmaz bir replik yazıyor kendisine: “Soy dios!” yani “Tanrı benim”. Bu replik her ne kadar bizim için basit bir replik gibi görünse de Jodorowsky için hiç de öyle değil. O gerçekten sinemanın tanrısı olmak istiyordu. Bunun için de bir peygamber, bir Mesih göndermeliydi insanlara. Artık parçaları yerine oturttuğunuzu düşünerek size soruyorum: Dune’dan daha iyi bir Mesih yaratma hikâyesi var mıdır sizce?
Seydoux ve Jodorowsky ikilisi derhal Dune filminin yapımı için çalışmalara başlıyorlar. Jodorowsky ilk olarak kitabı okuyup aklındaki senaryoyu çıkartıyor. Ünlü yönetmen filmi yapacak insanları seçerken “Bu film bir benim için bir savaştı,” diyor “bunun için benimle birlikte savaşacak ruhani savaşçılar bulmalıydım.” Yani Jodorowsky ’nin ekibinde aradığı özellikler yetenek, yaratıcılığın yanında aynı zamanda bir savaşçının ruhuydu.
Bu savaşçılardan ilki Jean Giraud ya da onu çizgi romanlarda kullandığı ismiyle tanıdığınız Moebius’du. Moebius ve Jodorowsky her gün sabahtan akşama kadar Dune filminin eskizini çıkartıyorlar. Jodorowsky , aklındaki her şeyi Moebius’a anlatıyor o da bunları kağıda dökerek filmde sahnelerin tam olarak nasıl olacağını detaylandırıyor. Bakın burada tamı tamına üç binden fazla çizimden bahsediyoruz. Jodorowsky tam olarak sahne sahne, an be an, kamera açıları ile, diyaloglar ile yani kısacası filmin tamamını Moebius’a çizdiriyor. Böylece ellerinde üç bin çizimden oluşan bir Dune filmi oluyor.
Dune gibi büyük bir bilimkurgu filminin en büyük sorunlarından bir tanesi elbette özel efektlerdir. Bu sorunu çözmek için Jodorowsky , o yıllarda 2001: A Space Odyssey filminin özel efekt uzmanı Douglas Trumbull ile görüşüyor ama daha sonra aradığı adamın bu olmadığını savunarak adeta zamanın özel efekt alanındaki mega starıyla iş yapma fırsatını elinin tersiyle itiyor. Aradığı o savaşçı özel efekt uzmanını ise daha sonra ilk kez Dark Star filminde gördüğü Dan O’bannon ile buluyor. Bakın bu isimleri iyi aklınızda tutun yazının sonunda bambaşka insanlar olacak hepsi.
Teknik ekipten bahsettiğimiz bu kadar yeterse biraz da gelin oyuncu kadrosundan bahsedelim. İlk olarak tabi ki serinin başrolü Paul Atreides. Jodorowsky, bu rolü tıpkı kendisine ün kazandıran El Toro filminde olduğu gibi oğlunun oynaması gerektiğini düşünmüş ve onu hazırlamaya başlamış. Tıpkı Paul’un çocukluğundan beri dövüş eğitimi alması gibi genç Jodorowsky ’e de özel hocalar tutulmuş ve gününün büyük bir çoğunluğunu bu role hazırlanarak geçirmiş. Yönetmenimiz daha sonra oğlunun hayatını mahvettiğini düşünüyor ama “O zaman bu film için kolumu kesmem gerekse keserdim” diyor. Bu da Jodorowsky’nin filme kendini ne kadar adadığını gösteriyor.
Filmin bana göre en ilginç ve en büyük oyuncu seçimini Jodorowsky , İmparator Shaddam için Salvador Dali’yi düşünerek yapıyor. Dünyada deli bir imparatoru Dali’den daha iyi kimsenin canlandıramayacağını savunan yönetmenimiz adeta Dali ile köşe kapmaca oynuyor. Dali sorduğu sorular ve bitmez tükenmez ertelemeler ile Jodorowsky ’i bezdirmeye çalışıyor ama Jodorowsky kafasına koyduğu işi tamamlamak için vazgeçmiyor. Benim bu köşe kapmacada en sevdiğim anektot; Dali bir gün Jodorowsky’i sınamak için “Gençken Picasso ile kumsala gider ve her gittiğimizde bir saat bulurduk. Söylesene sen hiç kumsalda saat buldun mu?” diye soruyor Jodorowsky ise “Hiç bulmadım ama çok kaybettim” diye cevap veriyor. Ve böylece Dali kafasında filmde oynamayı kabul ediyor.
Kabul ediyor etmesine ama Dali gibi devasa bir sanatçıyı filminizde o kadar kolay oynatamazsınız değil mi? Dali yanan zürafalar gibi ondan beklendik isteklerinin yanı sıra Hollywood’daki en fazla para kazanan aktör olmak istiyor. Filmde çalıştığı saat başına yüz bin dolar gibi bir rakam isteyen Dali’ye, filmde göründüğü dakika başına on bin dolar gibi bir ödeme yapılacağı söyleniyor ve ikna ediliyor. Bu da zaten üç, en fazla beş dakikaya tekabül ediyor. Dali son olarak ilham perisi Amanda Lear’ın da filmde Prenses Irulan karakterini oynaması gerektiğini söylüyor ve ona da eyvallah diyorlar.
Dali’nin bütün bu kaprislerinin yanında büyük bir faydası da dokunuyor Dune filmine. Jodorowsky’e o zamanlar beğendiği bir artist olan H. R. Giger’in çalışmalarını gösteren Dali böylece büyük bir dehayı daha Dune filmi kadrosuna katıyor. Giger’in çizdiği hastalıklı sanata tam anlamıyla aşık olan Jodorowsky, onun Harkonnenler’i tasarlayacak doğru adam olduğunu anlıyor. Böylece bir büyük deha daha filmde mükemmel bir yer buluyor kendine.
Peki, efendim filmin müziklerini kim yapıyor dersiniz? Eh böylesine büyük bir kadronun olduğu filmde Atreides Hanesi’nin müziklerini Pink Floyd yapacak desem şaşırmazsınız artık… Doğru duydunuz, Jodorowsky bizzat gidip Pink Floyd ile görüşüyor ve onları Dune için özel bir albüm çıkarmaya ikna ediyor. Ama bu sadece müziklerin sadece Atreides tarafı, Harkonnen Hanesi’nin müziklerini ise Magma grubunun yapması düşünülüyor.
Baron Harkonnen gibi büyük bir kötü adamı ise Jodorowsky, Orson Wells’de buluyor. Orson Wells’in bütün işlerine hayran olan yönetmenimiz onu bu filmde oynatmak için “sana istediğin şefi tutarım” diyerek ikna ediyor. Böylece Orson Wells gibi bir yıldız daha Dune kadrosuna katılıyor. Ya bütün bunlar iyi hoş ama film nasıl olacaktı film, dediğinizi duyar gibiyim. O yüzden biraz da filmimizden bahsetmeye başlayalım. Başlangıçta sizi uyarıyorum Jodorowsky’nin Dune’u çok ama çok farklı bir film olacakmış.
Efendim, film çok büyük bir sekansla açılacakmış. Kamera evrenin uzak diyarlarından geçmeye başlayacak, o geçerken biz de evrende olan bitene şahit olacakmışız. Meteorlar kafamızın üstünden geçecek, sağda solda baharat ticaretine engel olmaya çalışan uzay korsanlarını görecekmişiz. Bu çekim bizi sonunda ana gezegenlerimizden birine getirecek ve film böyle başlayacakmış.
Jodorowsky’nin Dune uyarlamasında Dük Leto Atreides bir hadım olarak düşünülmüş. Leydi Jessica onun vücudundan aldığı bir kan damlasını sperme dönüştürüp hamile kalacakmış. Böylece Paul Atreides, cinsel bir hazzın değil kozmik veya ruhani bir hazzın meyvesi olarak dünyaya gelecekmiş. Demiştik ya bu film Mesih filmi diye. Jodorowsky her fırsatta bunun böyle olduğunu vurgulamak istemiş.
Ünlü yönetmenin filmin başlangıcında yaptığı bu ufak değişiklik bir yanda dursun asıl büyük değişikliği filmin sonunda yapıyor. Jodorowsky filmin sonunda Paul’ü öldürüyor ama onun bilincine bir ölümsüzlük veriyor. Dune gezegeninde bulunan herkes bir ağızdan “Ben öldürülemem. Ben Muad’Dib’im” diye bağırmaya başlıyor. Aynı anda Dune gezegeni de cana geliyor ve ortasından ırmaklar fışkırmaya, ağaçlar yeşermeye, çöller kaybolmaya başlıyor. Mesih ile başlayıp Mesih ile bitiriyor filmi anlayacağınız.
Ama olmuyor işte. Jodorowsky’nin çizimlerle doldurduğu Dune kitabını Seydoux bütün büyük yapım şirketlerine veriyor. Onlar da inceleyip beğenilerini dile getiriyorlar. Kimileri filmin süresinin kısaltılmasını istiyor kimileri ise Jodorowsky’nin bu filmin başında olmaması gerektiğini savunuyor. Tabi ki iki seçeneği de kabul etmeyen ekip sonuç olarak filmi rafa kaldırmak zorunda kalıyor. Dünya sinema tarihi belki de ömründeki en büyük fırsatı kaçırmış oluyor.
Yine de böylesine büyük bir olayın arkasında etki bırakmadan tamamen hiçliğe karışması imkânsızdır. Jodorowsky, denize bir damla atmıştı ve o damla illa ki dalgalanmalar yaratacaktı. Dune, bir anda insanların bilimkurgu filmlerindeki potansiyeli görmelerini sağladı. Jodorowsky’nin Moebius’a çizdirip bütün stüdyolara dağıttığı Dune kitabı bilimkurgu filmi yapmak isteyen herkesin başvurduğu ilk kaynak oluyor ve şimdiye kadar gördüğümüz birçok bilimkurgu klasiği çekilmemiş Dune filminden sahneler kullanıyorlar. Bu sahneleri kullanan filmler arasında Jodorowsky’nin Dune filminden yalnızca iki yıl sonra çıkan Star Wars’ın da olduğunu söylememiz gerekiyor.
Öte yandan Jodorowsky’nin topladığı ve ilham verdiği ekibe de ayrı bir parantez açmamız gerekiyor. Zira filmin iptal olmasından sonra Dan O’bannon ve H.R. Giger gidip Alien’ı beraber yaptılar. Hatta Giger, Harkonnenler için tasarladığı birçok çizimi Alien ve Prometheus filmlerinde kullandı. Öte yandan Moebius ismiyle andığımız Jean Giraud, Tron ve The Fifth Element gibi kült bilimkurgu eserlerinde çalıştı. Ayrıca Jodorowsky ile çizdiği Dune kitabındaki birçok çizimi küçük değişikliklerle Incal adlı çizgi romanı yaptı. Yani Jodorowsky Dune filmini çıkartamasa da aslında bizim bugünkü film ve dizi zevklerimizde büyük değişikliklere yol açtı.
İşte insan tam da bu noktada kendine sormadan edemiyor: ya bilimkurgu sinemasının altın çağları Star Wars ile değil de Dune ile başlasaydı? O zaman neler olurdu? Gerçekten şimdiye kadar gördüğümüz franchiselar ve multimilyonluk şirketler ne derece etkilenirdi bundan? Yani muhtemelen onların hayatında pek bir şey değişmezdi ama belki de biz geçen sene Rise of The Skywalker filmi yerine Butleryan Cihadı’nı anlatan bir Dune prequeli izlemiş olurduk. Yani belki de daha güzel olurdu ha her şey? Ne dersiniz?
Efendim burada okuduğunuz bütün bilgileri ve bunlardan çok daha fazlasını 2013 yılında çekilen “Jodorowsky’s Dune” belgeselinde bulabilirsiniz ki izlemenizi mutlaka öneririm. Öte yandan belgeselin Youtube’da Türkçe altyazılı olarak bulunduğunu söyleyebilirim ama orijinal sayfa paylaşmadığı için link veremem. Siz bir arkadaştan duyduk dersiniz. Yakalanırsanız da beni tanımıyorsunuz.