Ben yıllardır aynı borazanı öttürüyorum: Oyunlar hikaye işidir. Nokta. Benim için “oynanış” dediğimiz şey, oyunun kuralları ve işleyiş biçimini kapsayan çatı sadece hikayeye ulaşmak için bir yoldur. Benim için bu değişmez bir şey ve sadece video oyunları için de geçerli değil. Kendiliğinden bir hikayesi olmayan oyunlarda da (isterseniz sporları düşünün örnek olarak, isterseniz tasoları) hikayeler önemlidir. Bu hikayeler oyunun kuralları dahilinde kendi kendilerine yaratılırlar ve gün bittiğinde aklınızda kalanlar da onlardır.
Diğer oyunlardan da söz ettim hep bunları anlatırken. İsterseniz oynadığınız şeyin adı seksek olsun, fark etmez. Oyunlar kendi hikayelerini yaratırlar. Bunu yapmalarının da en net yollarından biri, işin içine başarısız olma ve kaybetme fikrini sokmalarıdır. Biri kazanır, biri kaybederse; yani bu kurallar dahilinde mümkünse o ikilem arasında hikayeler yaşanmaya başlar. Hırslanan kaybedenler, son dakikada zaferini koruyamayan kazananlar, iki taraftan birini tutup hâle duygusal tepki veren izleyiciler…
Video oyunlarında git gide azalarak biten, biterken de bizi üzen bir trend bu. Evet, her oyunda illa ki bir “Game Over” koşulu var. Ya kurşun yemeyeceksiniz, ya da boşluğa düşmeyeceksiniz. Fakat bu gerçek bir kayıp mı hakikaten? Call of Duty’de serseri bir kurşundan kaçamayıp tekrar yükleme ekranını gördüğümüzde bir şeyleri kaybetmiş oluyor muyuz o yükleme ekranı iki dakika sonra bizi tekrar aynı yere koyunca?
Vakti zamanında buna benzer bir şey Prince of Persia’nın reboot’u esnasında konuşulmuştu. O oyunda boşluğa düşmek mümkün değildi, böyle bir durumda yanınızdaki sihirli hatun karakter sizi geri çekiyor, nereden düştüyseniz oraya tekrar yerleştiriyordu. Bununla ilgili “bu ne kolaylık?” diyenler olmuştu vakti zamanında, halbuki Prince of Persia’nın yaptığı tek şey aradaki yükleme ekranını çıkarmaktı. Zaten oyunlarda her seferinde sihirli bir karakter sizi en son ölmediğiniz yere alıp geri koyuyordu düzenli olarak.
Bunu “artık eskisi kadar zor değil oyunlar” gibi bir cümle olarak almayın, çünkü bu dediğim der Mega Man’de de, Ghosts & Goblins’de de var ama başarısız olmak mümkün değil çoğu video oyununda. O tip oyunlar sizi başka bir yerden yakalayıp, hikayelerini kendi elleriyle size beslemeye çalışıyorlar. Bu iyi, bu güzel. Bununla ilgili pek bir sıkıntım yok, ama bir noktadan sonra o sinemaya daha yakın bir şeye dönüşüyor. Oyunları oynama sebebimiz bu değil, oyunların tabiatı da bu olmamalı. Oyunlar sizin başarısız olma ihtimalinizi de yaratmak zorundalar. Ama daha da önemlisi, sizi bununla yüzleşmek zorunda bırakmalılar.
Football Manager 2015’te, daha önceki tüm FM oyunlarında deneyip yapmadığım bir şeye giriştiğim için anlatıyorum bunları. Evveliyatla hep ya Rangers’ı ya da Beşiktaş’ı alır, bildiğim oyuncularla bildiğim taktikleri uygular; zamanla kendimi genç oyuncu yetiştirmeye verip başarıya koşardım. Şüphesiz arada şampiyonluklar kaçardı, finaller penaltıyla kaybedilirdi; ama genelde kendi güvenli bölgemi pek terk etmemiştim. Bu sefer farklı bir şey deneyeyim istedim.
Aldım oyunu, yükledim. Şeytan dürttü bir anda. Orada hiç tıklamadığım o seçenekle göz göze geldim: “İşsiz başla”. Bir anda deli cesareti geldi, bastım butona. Menajerimin yeteneklerini ayarladım, antrenmandan falan pek anlamayan ama futbolcunun gözünden ruhunu okuyan, moral motivasyonu yüksek bir kişiydi benimkisi. A lisansı vardı, geçmişinde de tecrübeli bir futbolcuydu. İşsiz başladım. Bir süre sonra Fulham tarafından işe alındım. Ben ne bileyim Fulham’ı? Tek tük var bazı tanıdık oyuncuları ama, Championship’te oynuyor, kadronun yarısı uçmuş gitmiş. Ne taktik uygulayacağım? Kimi nereye koşturacağım?
Öyle bir başarısız oldum ki sevgili geekyaparlar, inanamazsınız. Prandelli gelip muhtemelen elimi öperdi “sağ olasın beni daha iyi gösterdin” diye. Birkaç ayda kovdular beni. O sıralar Aberdeen kötü gidiyordu, beni onun başına getirdiler. Britanya’nın Yılmaz Vural’ı olmama ramak kalmış gibi hissediyordum kendimi, zira orada da olmadı; olduramadık. Bir süre işsiz gezdim. Türkiye ümit milli takımını bile düşündüm bir süre. Arada küçük takımlardan teklif geliyordu ama reddettim.
Sonra şansım dönmeye başladı. Allem ettim, kallem ettim, nereyse hava parasına Sociedad’da kendimi işe sokturdum. Orada bir sene iyi işler çıkarttım. Valencia denk geldi. Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynadık onlarla beraber. Oradaki performansımı gören Manchester City beni takımın başına getirdi. Lig şampiyonu olduk iki sene üst üste. Son şampiyonluktan sonra ben ekranın başında bir sigara yaktım. Şöyle bir dönüp baktım Fulham günlerime, işsiz aylarıma. İşte o bakış var ya? O bakışın içerisinde yirmi tane Last of Us, kırk beş tane Call of Duty vardı.
O bakış kazanıldı çünkü. Başarısız olabildiğim için değil, bu başarısızlığın ceremesini “Tekrar start’a basmak zorundayım”dan daha ağır bir şekilde çektiğim için dünyanın en kıymetli bakışı oldu o. O yüzden gelin hep beraber sizinle Football Manager 2015’e, XCOM: Enemy Unknown’a, This War of Mine’a bir selam çakalım. Siz çok yaşayın başarsız olmayı mümkün kılan oyunlar. Hiç azalmayın, hiç de bitmeyin!
4 Comments
Başarısızlıkla alakalı değil ama (ben başarısız olunca sinirlenir kapatırım 🙂 ) ben de oyunlarda hep bir gerçekçilik aradığım için FM’ye asla büyük bir takımla başlamam. Bulabilirsem ikinci üçüncü ligden mümkünse az da olsa parası olan bir Ankara takımı (eve yakın olsun diye 🙂 ) seçer, onunla yükselmeyi tercih ederim. Mesela en son BUGSAS spor’la kısa sürede süper lige yükselmiştim. Benim genç ve potansiyel kadromum bu ligi kaldırmayacağı anında ortaya çıktı. Ligde kalmak için deneyimli oyuncuların peşinde koştum gelmediler, milli olmuş yabancılar desen onlara da param yetmedi. Sonuçta ilk yarı bitmeden dayanamadım ve istifa ettim. Önceki başarılarımı takip eden Kasımpaşa beni hemen takımının başına getirdi ve kendileriyle ligde ikinci olup şampiyonlar ligi ön elemelerine katıldık. Başarı güzeldi ama BUGSAS’la yaptığımız maçı 4-0 kazanırken gözümden bir damla yaş akmadı diyemem. (Sezonu tuttuğum takım olmasına rağmen bana şans vermeyip bir de bana gülen Beşiktaş’ımın üstünde bitirdim, ilk maçımda kendilerini de 6-1 yenmiştim. Hey gidi hey..)
This War of Mine dedin, beni benden aldın.
Merhabalar, nasıl buraya düşüp nasıl bu yazıya yorum attım bilmiyorum. Kendi hikayelerimi anlatmaktan vazgeçip direk sizinkine odaklanıyorum. En neticesinde bu size kendisini oynatmak isteyen bir oyun. İşsiz başlamışsınız güzel hoş. Sizce FULHAM gibi bir kulüp işsiz 30 yaşlarında bir menajere emanet eder mi kulubünü? Cevap HAYIR. Sizin izleyeci olmamanız için bu mümkün. FM -CM- oyunlarında işsiz başladığında seni bir kulübe yerleştirmek için kontenjanlar açılıyor illaki. Şayet ben 02-03ten beri oynuyorum ama ” kanka işsiz başladım ıııh real madrid kötü başladı 3 mağlubiyet 1 beraberlik menajerde kendine yediremedi istifa etti, yerine de ben geçtim” diye bir şey duymadım. Açtığınız liglerlerin en kötü takımlarından biri Fulham. Dolayısıyla kötü bir yerden başlıyorsunuz aslında. Ama sizi açtığınız liglerden dolayı iyi bir yere gitmenize ramak kalmış. Fulhamdan bir iyisi Sociedad ondan bir iyisi Valencia ondan bir iyisi Manchester City. Umarım bir gün Dag & Red ile başlar, Başarı ve Başarısızlık arasındaki kavram genişliğini fark edebilirsiniz ve Umarım 60 yaşına geldiğinizde Cityi yönetmiş olursunuz :). Eleştiri yapmadan önce bir şeyde uzman ya ad bütün derinliklerini bildiğiniz konularda eleştiri yapmanızı öneririm.
Çok güzel bir yazı, FM-FIFA gibi oyunlarda yazdığımız kendi hikayelerimizin tadı başka yerde yok