“Kızı getir ve borcunu sil.”
2013 yılında Irrational Games tarafından piyasaya sürülen Ken Levine imzalı Bioshock: Infinite oyununun hikâyesi, işte böyle başladı. Booker Dewitt adlı karakterimiz yüklü miktarda borçları olan alkolik bir özel dedektifti ve günahlar ile pişmanlıklarla dolu bir hayatı vardı. Kirli geçmişi, zihnine kazınmış bir durumdaydı ve kendisine getirilen bu teklif onun için mucizevi bir fırsat niteliğindeydi. Serinin ilk oyunu Bioshock’ta da imzası bulunan Ken Levine, bu oyunda da izlerini bırakmıştı ve çevremize serilen bu dünyada onun izlerini bulmak, o izlerin peşinden koşmak hiç de zor olmadı. Bir kez daha zavallı bir ruh, şüphe uyandıran bir deniz fenerinde bir yolculuğa başlamıştı. Yolculuk çok tuhaf ve sıra dışı bir şehirde devam edecek ve bizim anılarımızda kalıcı bir yer edinecek bir şekilde bitecekti.
Dikkat: Bu yazı bol miktarda spoiler, teoloji ve kuantum fiziği içerir.
Booker Dewitt’in bulması gereken kızın ismi Elizabeth ve o kız da Columbia şehrinde, Anıt Adası adlı bir yapıda yer alıyor. Columbia aynı zamanda da ABD’den bağımsızlığını ilan etmiş bir şehir devleti. Sıradan şehir insanı inancına son derece sadık ve manevi değerlerini çok önemsiyor. Bu aydınlık, renkli ve parlak şehrin ardında saklanan gerçeği görmemiz için ise aradan çok fazla vakit geçmesi gerekmiyor. Gerçekte tüm bu renkliliği ve canlılığı ayakta tutan asıl güç, fabrikalarda ve hizmet alanlarında ağır koşullarda köle gibi çalıştırılan Afrika, İrlanda ve Asya kökenli insanlar. Şehrin peygamberi Zachary Comstock, bu ayrımcılığın doğasının Tanrı’dan geldiğini söyleyerek diğer insanları da çevresine topluyor ve bu uygulamanın üzerine bir yaşam standartı, kültür ve endüstri inşa ediyor. Bu ikilemin ve çatışmanın ortasında kalan karakter ise Booker Dewitt, kendisinin ne bir dini ne de bir siyasi görüşü var ve sadece Elizabeth’i bulup borcundan kurtulmak istiyor. İnandığı tek şey kızı bulduğu zaman bu borcunun silineceği. Tüm bu acılı maceranın herhangi bir noktasında “Başlarım böyle işe, ben borçlu yaşamıma dönüyorum” diyebilir ama bunu yapmıyor.
Bu noktada bir yanlış yapmayalım, Comstock gerçekten de ileride meydana gelecek olayları büyük bir doğruluk oranı ile öngörebilen birisi. Bu öngörü yeteneğini de sıradan halka açıklarken çeşitli meleklerin kendisine yardım ettiğini ve Tanrı’nın onu seçtiğini söylüyor. Onun söylemlerinden anladığımız kadarıyla Comstock’ın geçmişi de Booker’ın yaşamına paralel birtakım olaylarla kesişiyor, en azından öyle olması gerekiyor. Sonradan öğreniyoruz ki onun bu öngörü yeteneği aslında tamamen matematik bazlı ve ona kehanetlerini getiren melekler de kuantum fiziği üzerinde uzmanlaşmış bilimciler. Bu gerçeğin ortaya çıkmasından korkmuş olacak ki Comstock en sonunda bu bilim insanlarını kendi icatları ile ortadan kaldırmaya çalışıyor ve böylece onları da büyük resimden çıkarıyor. Siz siz olun size geleceği gösteren meleklerinize kazık atmayın çünkü bu melekler daha sonra olasılıklar uzayına yayılmış bir durumda buluyorlar kendilerini. En sonunda da Booker DeWitt’e Comstock’ı alt edip Elizabeth’i yeryüzüne ulaştırma konusunda yardım ediyorlar. Peki Booker’a borcunu silme teklifini getiren kimlerdi dersiniz? Yine bu iyilik melekleriydi.
Comstock bu macera boyunca kendi kutsal metinlerine ve söylemlerine sahip ama aslında en önemli olanlarını kendi kutsal kitabı aracılığıyla halka aktarmıyor. En önemli noktalar duvarlara asılan posterlerden, eğlence sektörünün kollarından ve oyundaki sayısız propaganda aygıtı üzerinden insanlara ulaştırılıyor. Hatta bu toplumun en aşağı tabakalarında yer alan ve bu inanç bazlı yönetimin doğrudan karşısında yer alan insanlar bile bu propagandaya maruz kalıyor. Muhalif bir tavıra sahip olanlar bile böylece en azından yönetime karşı hareket etmeyecek bir konumda tutuluyor. Bu aktarım aygıtlarının başındaki isimlerden birisi de Jeremiah Fink, kendisi şehrin endüstrisini elinin altındaki işçi-köle gücüyle tek başına yükleniyor ve bundan akıl almaz miktarlarda para kazanıyor. Fink Bey ne kadar inançlı? Hiç değil çünkü gerçeğin o da farkında. Yine de yakaladığı fırsat ile beraber döndürdükleri oyuna hemen uyum sağlıyor ve bu inanç düzeni içinde doya doya kendi günahları ile yaşamaya devam ediyor.
İnanç cetvelinin diğer tarafında ise bambaşka bir güç bulunuyor. Comstock’ın ayrımcı yalanları ve Fink’in kölelik seviyesine inen çalışma şartlarına karşı harekete geçen Daisy Fitzroy ve onun kurduğu Vox Populi. Bu Vox Populi fraksiyonu, hikayenin sonuna doğru Columbia yönetimine karşı bütün gücüyle ayaklanıyor ve tüm şehri vahşi bir savaş kuşatıyor. Maceranın belirli bir anına kadar Vox Populi ile benzer hedefleriniz olduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz ve bir noktaya kadar da haklısınız. Hatta Booker DeWitt, bir ara Vox Populi’ın şehit bir kahramanı ilan ediliyor ve posterleri şehrin her tarafına asılıyor. Tabii buradaki sıkıntıyı siz de görüyor olmalısınız çünkü hâla Booker’ı oynuyorsunuz, kendisi yaşıyor. Ortada bir karışıklık var ve Vox Populi’ın önderi Daisy Fitzroy’un Booker’a karşı tavır almasının da nedeni tam olarak bu. “Sen sadece anlatıyı karıştırıyorsun” diyor Daisy ve o noktadan sonra hem Columbia’ın askerlerine hem de Vox Populi’ın güçlerine karşı savaşmaya başlıyoruz. Zaten sonraki bölümlerde de görülüyor ki Daisy’nin daha iyi bir düzen kurulmuş kurulmamış diye bir derdi yok, sadece kendi taraftarlarına ezilmiş oldukları zamanlar için bir intikam fırsatı veriyor. En nihayetinde Daisy Fitzroy’un Vox Populi’ı ve Comstock’ın Columbia’sı arasındaki tek fark isimler ve renkler oluyor.
Oyunda gördüğümüz kadarıyla şehirdeki insanların bir kısmı kendilerinden üstün bir güce ve bu gücün yaşamlarını değiştirebileceğine inanırken bir kısmı kendi çıkarlarına inanıyor, başka bir kısmı ise hınçlarına ve intikamlarına. Aslında her bölümün, her savaşın, her hikaye parçasının sonunda tüm bu inançlar farklı kişilerin görüşlerine ve çevreye yaydıkları duygulara, düşüncelere indirgeniyor. Herkesin aklında farklı bir düşünce, yüreklerinde farklı bir duygu, üstlerinde farklı bir renk var. Herkes aynı seçimin farklı bir varyantını yapıyor. Tüm bu karmaşanın ortasında kalan kişi Booker olunca da, düşünceler, duygular ve renkler bizlere onun üzerinden yansıyor. Tüm oyun bir ayna görevi üstleniyor ve bu aynada dünyanın kendi üzerinden yine bizlere yansımasını görüyoruz.
Hikâyenin sonunda öğreniyoruz ki Booker aslında borcunu silmek için bu kızı bulmaya çalışmıyor. Booker zaten uzun zaman önce bir borç için kendi kızını vermiş ve bunun pişmanlığını çekiyor, bu günahın altında eziliyor. Zamanında borçlu kaldığı kişi Zachary Comstock’ın kendisi, aracılığı gören kişiler de Comstock’ın melekleri. Daha sonra Booker’a bu günahını temizleme ve kızını bulmak üzere Columbia’ya gitme şansını verenler de yine bu melekler. Yani Booker aslında bir para meselesi için karmaşık bir işi görmeye gitmiyor, kendi kefaretinin olasılığına inandığı için tek kişilik bir sefere çıkıyor. Tabii işin içine kuantum fiziği, olasılık denizleri ve çoklu evrenler girdiği için Booker’ın kafası iyice bulanıyor ve oyuncu da bu şekilde her şeyden habersiz tutuluyor.
Bay DeWitt’i bu noktaya kadar sürükleyen şey kızını terk etmesinden de önce işlediği sayısız savaş günahlarından sonra gelen bir kefaret anı idi. Bu anda yaptığı bir seçim yüzünden Columbia şehrindeki durum ortaya çıktı, yapmadığı bir seçim yüzünden de kendi zavallılığında boğuldu. İşte Booker da tüm bu karmaşa boyunca aslında bu seçim anından kaçıyordu. Kendisine baştan bir seçim şansı verilmesi için değil, işleri düzeltebilmesi için değil, zamanında yaptığı tüm bu seçimleri artık yüklenebilmesi için, sonuçları ile karşılaşabilmesi için. İşte Bioshock: Infinite’in hikayesinde, dünyasında bizlere yansıyan tüm bu komplolar, karmaşa ve savaş ise insanların kendi seçimlerini yüklenememesi, tam aksine bu sonuçları karşı tarafa yükleyip onlara bu varsayımdan dolayı nefret duymaları yüzünden. Oyunun en sonunda yapılan nihai bir seçimle birlikte de hepsi son buluyor ve Booker DeWitt bu sefer kendi kefareti içinde boğuluyor.
Bioshock: Infinite gerçekten müthiş bir oyun ve mükemmel bir hikâyeye sahip. Şu an için oyunun pek az bir kısmını konuşabildik ve daha bu konu hakkında incelenecek çok detay, sorulacak çok soru var ama artık onlar da başka bir içeriğin konusu.
Siz hangi seçimlerin yüklerini taşıyorsunuz?
3 Comments
İlk ikisi oynanmadan girilir mi? Yıllardır merak ediyorum hikayesini ama öncekileri oynamadığım için çekingen kalıyorum hep.
Üçüncü oyunun hikâyesi ilk iki oyundan tamamen bağımsız. Fakat üçüncü oyunun DLC’leri, tüm seriyi bir loopa sokuyor o açıdan da ilk iki oyun oynansa daha iyi olur. Sonuç olarak bence oynayabilirsin ama ilk oyunu oynasan daha çok zevk alırsın. 🙂
Eyvallah, tamamdır.