Leonardo Da Vinci’nin büyük bir sanatçı olmasının yanında inanılmaz bir mucit olduğunu artık biliyoruz diye tahmin ediyorum. Bunu elbette kendi araştırmalarınızla öğrenmiş, “Herkes biliyor bunu artık yahu, aman!” diye düşünüyor olabilirsiniz. Ya da bunu Assassin’s Creed’den öğrenmiş olabilirsiniz, Da Vinci’nin Şifresi‘nden, dizilerden, kitaplardan da öğrenmiş olabilirsiniz. Hiçbirini yargılamam. Zira Da Vinci öyle bir isim ki günümüzün popüler kültüründe bile hala bahsini geçiriyoruz. Tarih sahnesinde kendisi için silinmeyen bir iz bırakmayı en iyi başaran kişinin Da Vinci olması üzerine saatlerce tartışabilirim gerçekten. Böyle toplara girmeyeceğim, bu yazıda yalnızca size Da Vinci’nin beni en çok şaşırtan icadından bahsedeceğim.

Paraşüt, helikopter, makineli tüfek, dalış elbisesi… Bunların hepsi bilindik şeyler. Tabii ki takdire şayan ve hayranlığımı kat kat arttıran fikirler fakat bunlardan daha çok dikkatimi çeken tasarımları var Da Vinci’nin. Robotlar. Otomatizm üzerine birçok fikri olan Da Vinci’nin robotları vardı arkadaşlar.

Hikâyeye başından başlayalım. Da Vinci, insan vücuduna hayrandı. İnsan vücudunun yaptıklarını nasıl yaptığını bilmek istiyordu ve bu merakı da yalnızca basit bir sorudan ibaret değildi: cevapları almak için elinden geleni yapıyordu. Buna cesetleri parçalamak da dahil. Da Vinci, kemik ve kas yapılarını incelemek için cesetleri didik didik ediyor, öğrendiği şeyleri de not alıyordu. İnsan anatomisine o denli ilgiliydi ki ömrü boyunca otuz tane cesedin üzerinde çalışmalar yaptığını söylemiş. Kendisi söylemiş bunu.

Kas ve kemik yapısı üzerine duyduğu merak, onu terk etmedi. Bir süre sonra dikkatini iç organlar çekmeye başladı. Hayatın ve duyuların “motorları” olarak nitelendirdiği beyin, kalp ve ciğerler üzerine daha çok çalıştı. Anatomik çizimler yaptı, öğrendiklerini not aldı. Çizgileri yazılara üstün görüyordu, bu yüzden notlarının yanına hep bahsettiği şeyin çizimini yaptı. Buna örnek olarak vermek istediğim Vitruvian Man’i bilirsiniz hatta, yukarıya görselini bıraktım. Rönesans dönemindeki bilimsel gelişmelerin öncülerinin en önemli örneklerinden bazıları kendi elinden çıktı. Bütün bunlara rağmen kendini anatomi uzmanı olarak da görmüyordu, o yüzden bu çalışmalarını çoğunlukla gizlice yürüttü. İnsan anatomisine ilgi duyan birisiydi sadece.

Bunun yanında Da Vinci, askeriyede bir mühendis olarak çalışıyordu. Hem bir mühendis olarak hem de meraklı birisi olarak çoğunlukla harekete ilgi duydu. Hareket, nasıl oluyordu? Hangi kaslar hangi organları tetikliyordu? Kuşlar nasıl uçuyordu? (Paraşütü de icat etti bu adam, paraşütü!) Tersine mühendislik yaparsak biz de hareket eden bir cihaz yapabilir miydik?

Böylece modern otomobilin öncüsü olan bir mekanizma tasarladı. Basıldığında hareket eden ve “Da Vinci’s self-propelled cart” olarak bildiğimiz bu mekanizma, önceden belirlenmiş bir yolu takip ediyordu. İleri, sağa veya sola gibi önceden ayarlayacağınız şekilde hareket ediyordu yani. Günümüz otomobillerine bu denli yakın olması çok şaşırtıcı değil mi? Öyle ki 2006 yılında Floransa’da, Da Vinci’nin eskizlerine ve notlarına bakarak aynı mekanizmayı yeniden icat etmeyi denemişler ve ortaya çıkan icat gerçekten de çalışıyormuş. Bu yetmez, ben bu “otomobili” görmek istiyorum diyorsanız da Fransa’da bir replikasının sergilendiğini söyleyeyim. Mekanizmanın Mars’taki Rover’a benzediği de söyleniyor, bilemeyeceğim artık.

Bu mekanizmanın 1470’ler civarında hayata geçirildiği ve çoğunlukla eğlence amaçlarıyla kullanıldığı biliniyor. Çarklara ve iplere, birbirini tetikleyen sistemlere bu çalışma ile aşina oldu Da Vinci. O halde, şimdi de asıl büyük olaya gelelim. Eğer bu otomobil modeli sizi etkilediyse, sonunda ağzımı açık bırakan olaydan bahsediyorum size. Yani Da Vinci’nin otomobilinden yirmi yıl kadar sonra tasarladığı Robotic Knight’tan!

Da Vinci, insan vücudu üzerine yaptığı çalışmaları olabildiğince basite indirgeyip çarklar ve ipler kullanarak kendi başına hareket edebilen bir mekanizma tasarlamıştı. Bu mekanizmayı daha sonra bir şövalye zırhının içine yerleştirdi. İşte size kendi kendine hareket edebilen bir robot! Hem de şövalye! İnanılmaz havalı, değil mi? Bir tek ben mi çıldırdım burada?

Robot iki farklı sistemden oluşuyordu: Omuzları, kolları ve elleri hareket ettirebilen üst sistem ve bacakları kontrol eden alt sistem. Bu sistemlerin kontrolleri önceden programlanabiliyordu, kocaman bir oyuncak gibi düşünün yani. Hatta kocaman bir kukla gibi düşünün. Havalı. İnsan anatomisi üzerine yaptığı çalışmaları, mühendislik bilgisiyle birleştirmişti Da Vinci. Aslında bu çalışmasıyla da insan vücudunu inceleyerek bilimsel anlamda ne kadar ilerleyebileceğimizi de göstermiş oldu diyebiliriz. Bu robot da Da Vinci’nin anatomi inceleyerek öğrendiklerinin minik bir gösterisi gibi.

Peki bu robot ne yapabiliyordu? Dümdüz oturuyor muydu yani, ne içindi bu koskoca iki sistem? Dümdüz oturmuyordu elbette. Yazılanlara göre bu robot yürüyebiliyordu, oturabiliyordu ve konuşurmuş gibi çenesini oynatabiliyordu. Bütün bunların yanında kalem tutup resim çizebilmek gibi kompleks işler yaptığı da söyleniyor fakat elbette bunların hepsi söylentiden ibaret. Zira Da Vinci’nin robotu maalesef ki günümüze ulaşmadı. Yalnız 2002 yılında Mark Rosheim, Da Vinci’nin çizimlerini örnek alarak bu robotu yeniden canlandırmaya çalıştı- başarılı da oldu. Rosheim, bu çalışmadan o kadar etkilendi ki NASA için keşif robotları inşa ederken Da Vinci’nin sistemini baz aldı.

İşte beni en çok etkileyen tasarımı da bu. Robot yapmış adam, robot! 1400’lü yıllardan bıraktıklarıyla NASA’yı etkileyen bir insandan bahsediyoruz arkadaşlar. İnanılmaz değil mi? Artık Mona Lisa’ya, Son Akşam Yemeği’ne, Vitruvius Man’e, Salvator Mundi’ye bakarken aklımıza Da Vinci’nin bir çizerden çok, çok daha fazlası olduğu gelecektir eminim. Büyük adamsın Leonardo Da Vinci!

Kaynaklar: 1, 2, 3

Author

Batı Edebiyatları okur, kedi sever. Bir de buralarda yazıp çizer. @mightbeyagmur

2 Comments

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.