Başlamadan önce, iki farklı konuya iki farklı paragraf ayırmak gerek. Öncelikle: Ghost in the Shell’in fragmanı muhteşem. Gerçekten Rupert Sanders’ın görsel lisanı da, aksiyon koreografisi de nefes kesici duruyor. Bir şehir aynı anda hem bu kadar “benim kökenlerim anime/manga“; hem de “gerçekçi ve modernim de he bu arada” diye bağırabilir bilmiyorum. Wachowski’lerin The Matrix’te yakaladığı; ve hemen akabinde kaybedip tekrar elde etmek için asırlarını harcadığı şeyi Sanders muazzam bir zerafetle kristalize etmiş.
İkincisi: Whitewashing nedir, biliyor musunuz? Hollywood sinemasında ciddi bir problem. Bir kaynak materyali alıp, beyaz ırka mensup olmayan karakterleri finanssal, politik veyahut da fena hâlde çarpık estetik sebeplerden dolayı beyazlaştırma pratiğine denir. Genelde bu tip durumlarda, esas oğlan ve kızlar beyazlaştırılır; kötü karakterlerin de ırkları muhafaza edilir. Örnek istiyorsanız, Mısırlı Hz. Musa ve annesinin yeni çamaşır makinesinden çıkmışçasına beyaz insanlar tarafından oynandığı Exodus’a ya da Shyamalan’ın iğrençler ötesi Avatar filmine bakabilirsiniz. İşte burada, Ghost in the Shell’de de bu whitewashing eleştirileri yapıldı çokça. O yüzden izah ediyoruz. Zira bize dünya ahiret saçma geliyor.
Herhalde şu satırları düzenli takip eden kimseye anlatmaya gerek yok, ama varsa da biz görevimizi ifa edelim: Pek çoklarının internette “o kadar da ciddiye alma canım” dediği lisan günahları bana yanlış geliyor. Bu yüzden burada da çok eleştirildim. Hâlâ o Batgirl kapağının cinsiyetçi olduğunu düşünüyorum. Hâlâ Ghostbusters’ın adil değerlendirilmediği kanaatindeyim. Sam Wilson’ın Captain America olmasıyla probleminiz varsa, kendinizi bir sorgulamanız gerektiği inancındayım hâlâ. Ancak aynı zamanda, bu spesifik enstantanede, Ghost in the Shell’in whitewashing kabahatinden yargılanamayacağını da düşünüyorum.
Peki neden? Çünkü bariz bir adaletsizlik var gerçekten de durumda: Johansson yerine elbette onun kadar yetenekli Asyalı bir aktris bulunabilirdi koskoca Hollywood’da. Neticede Amerika Asyalı kıtlığı çeken bir ülke değil. Bir yönetici Los Angeles sokağına inip üç saat dolaşsa, başrol olabilecek üç yüz kişiyle döner muhtemelen. Bunların yarısı gerçekten yetenekli de olacaktır, olmak zorunda. Çünkü Hollywood orası. Gerçekten oyuncu olmak isteyen herkes orada.
Ve elbette, Asya-Amerikanların Hollywood’da hak ettiklerinden daha az yer tuttukları da bir gerçek. Siyahiler ve kadınlar, son yıllarda en azından biraz daha yükselen bir çizgide çıkıyorlar karşımıza. Fakat dürüstçe söyleyin, başrolünde Asya kökenli birinin olduğu bir film izlediniz mi son beş yılda Hollywood’da? 80’lerin Kung Fu furyası Jackie Chan’in elini eteğini sinema işlerinden çekmesiyle 2000’lerin ortaları gibi yekten bitince, hiç başka janrlarda gördünüz mü Asyalı aktörleri? Mesela Çin kökenli bir aktörün başını çektiği bir romantik film anımsıyor musunuz? Bir süper kahraman filmi? Bir fantastik film?
Bütün bunlar yine de Ghost in the Shell’i çok ciddi olan, ve çok ciddi eleştirilmesi gereken whitewashing günahından sorumlu yapmıyor. Çünkü whitewashing’i, basitçe kültürel uyarlama konseptinden ayıran çok basit bir detay var: Orijinaline erişilebilirlik. Eğer bu uyarlama, kaynak materyalin kitlesini hayal bile edemeyeceği noktalara getirecekse; kültürel olarak kaynak materyalin temsiliyet detaylarına dikkat etmek zorunda. Çünkü aksi her hareket, o kültürü bilerek ve isteyerek bastırmak demek. Aloha mesela, bu konuda çok eleştirilmişti. Haklıydı da eleştiriler. Büyük stüdyo yapımı romantik bir filmin başrolünde yarı Çinli, yarı Hawaii’li bir karakter görmek büyük bir adım olur, üstelik ne zaman birileri cinsiyet-takaslı reboot yapsa gelen “aslına sadık kalın!!” eleştirilerinin de uzağında olurdu. Ama onun yerine Allison Ng’i, Emma Stone’a verdiler ve o an bu tip bir kökene sahip karakterlerin karşımıza çıkmıyor oldukları gerçeğini olumladılar.
Ghost in the Shell’de böyle bir durum yok. Ghost in the Shell zaten Scarlett Johansson başrolü olarak belirlenmeden önce de mega-popüler bir işti. Yarın Sanders filmi vizyona girince de insanlar bir anda “Aa bu filmin animesi varmış” olmayacak. Burada sadece bir kültürel uyarlama var. Halihazırda güçlü ve kuvvetli bir işi alıp, lokalize etmekten ibaret bu filmdeki niyet. Orijinalini bastırmak, temsil ettiklerini sindirmek gibi bir şeye zaten cürmü yetmez. Kusanagi her zaman Asyalı bir karakter, Johansson’unki ise bir Amerikan yorumu olarak kalacak.
Netleşmedi mi? Şöyle netleştireyim: Johansson’un Kusanagi’siyle, orijinali arasındaki fark; Haluk Bilginer’in İhsan Yıldırım‘ıyla Sherman Hemsley’nin George Jefferson‘ı arasındaki farkla birebir aynı. The Jeffersons’ın beyaz, Müslüman ve Türkiyeli bir versiyonu diye, Tatlı Hayat’a whitewashing demek akla yatıyor mu?
Hayır. Dolayısıyla bizim de buna demek aklımıza pek yatmıyor.