Bir dakika.
Bunun böyle olmaması gerekiyordu. Gerçekten. Yıllar önce çıkmış ve hem yönetmenine, hem de başrol oyuncularına büyük şöhret kazandırmış bir filmin; hem o yönetmen hem de o başrol oyuncuları bambaşka kariyerler inşa ettikten 20 yıl sonra gelen devamının berbat gözükmesi gerekiyordu. Daha ilk fragmanından, elimizi yüzümüze kapatıp duvarlara karşı ‘Ne istediler gençliğimden‘ diye ağlamamız gerekiyordu bu fragmanı izlerken.
Ee… Öyle olmadı.
Onun yerine, daha birinci dakikadan Danny Boyle’un Trainspotting ’96‘nın kendine has puslu estetiğini, yirmi birinci yüzyıla ne kadar neon ve başarılı bir şekilde taşıdığı gerçeğiyle yüzleşirken bulduk. Daha onu sindirememişken, Ewan McGregor bizim bugüne kadar herhangi bir fragmanda gördüğümüz en iyi, film özetleyici ve heyecan verici tiradlardan birini attı arka planda. Filmin çok kemik bir biçimde, bağımlı olmanın sanal varoluşların çağında ne anlam ifade ettiğini sorgulayacağını söyledi.
İlk film de bunun üzerineydi esasında. Ancak orada kast ettiği sanal varoluş, kendini belirli bir rutine kilitlemek ve senden bekleneni sağlamak üzerineydi bir parça, gençlikten yetişkinliğe geçmekti yani. Burada Boyle işin içerisine gerçekten sanal dünyayı da katık etmiş. Belli ki film bu tip soruları soracak, onların peşinden cevap arayacak. Ve yani, altını çizmek istiyorum, bütün bunları fragmandan anladık ha. Bir de bütün bunları anlatırken garip bir şekilde, filmin konusu veya hikayesi hakkında da herhangi bir şey anlatmamayı becerdi.
Yani, bunun gerçekten böyle olmaması gerekiyordu ya. Trainspotting 2’nin kesinlikle vasat, iktidarsız, samimiyetsiz bir film olarak berbat çıkması ve onun selefine dair hislerimizi de değiştirmesi gerekiyordu. Gerçekten nefessiz ve soluksuz kaldım. Eğer film de böyle iyi çıkarsa… Ne diyeyim, bir madalya falan mı yaptırıp veririz artık Boyle’a? Film 3 Mart 2017’de vizyona girecek. Beklemelerdeyiz. Ay Allah iyi mi çıkacak yoksa lan film harbiden?!