Yazan: İbrahim K. Demirsoy

Hayao Miyazaki, tartışmasız tarihin en önemli yönetmenlerinden biri. Yaşınız, etnik kökeniniz, diliniz, kültürünüz ve yaşam tarzınız ne olursa olsun, hepiniz, en az bir tane Miyazaki yapımı izlemişsinizdir hayatınızda. Kültür bariyerlerini ezip geçerek, dünyanın bütün koca gözlü çocuklarına ve yaşam sevinci öldürülmeye çalışılan yetişkinlerine dokunabilmek, öyle her sinemacının başarabileceği bir iş değil.

Peki, bu nasıl oluyor? Dünyanın en “anlaşılmaz” ve “sıradışı” toplumlarından biri olarak görülen Japon toplumundan çıkmış bir adam, nasıl oluyor da bütün dünyayı etkisi altına alabiliyor? İşte bu yazımda elimden geldiğince Miyazaki filmlerinin neden hepimizi bu kadar etkilediğini açıklamaya çalışacağım. Haydi bakalım!

Yaşamak İçin Tasarlanmış Masalsı Dünyalar

Wind Rises filminin yapım sürecini konu alan The Kingdom of Dreams and Madness belgeselinin sonlarına doğru, az sonra sözde emekliliğini basına duyuracak olan Miyazaki, kendisiyle röportaj yapan kadını bir pencere kenarına çekiyor ve şu sözleri söylüyor:

Şu sarmaşıkların olduğu evi görüyor musun? O çatıdan yandaki çatıya atlasan, şu mavi ve yeşil duvarın üzerinden sekip, oradaki borudan yukarıya doğru tırmandıktan sonra çatı boyunca koşsan ve tekrar yandakine zıplasan, nasıl olurdu? Animasyonla yapabilirsin. Eğer elektrik kablolarının üzerinde yürüyebilirsen, öteki tarafı görebilirsin. Gökyüzünden baktığında, pek çok şey kendini açığa çıkartır. Belki beton bir duvarın üstünde yarış yaparsın. Bir bakmışsın, yaşadığın sıkıcı köy büyülü bir filmin odak noktası oluvermiş. Hayata böyle bakmak daha eğlenceli değil mi? Sanki çok uzak diyarlara gidebilirmişsin gibi hissettiriyor. Belki de gerçekten gidebilirsin.”

Bu cümleler aslında Miyazaki’nin filmlerinin özünü anlamamızı sağlıyor. Bu adam etrafındaki dünyaya baktığında inanılmaz şeyler görüyor. Fakat içinde yaşadığımız gerçekliğin fizik kanunlarının bu inanılmaz şeylerin gerçekleşmesine engel olduğunu da görüyor. O yüzden aradaki boşlukları kendisi dolduruyor. Animasyon medyumunun sınırsız potansiyelini kullanarak hayalindeki dünyalara yaşam veriyor.

Çocuksu bir tutku ve hayal gücüyle çizdiği filmler büyülü bir peri masalına tanık oluyormuş hissi verirken, en ufak detaylarına bile özen gösterilerek inşa edilmiş dünyalar, sanki o masalların sunduğu gerçekliğin içinde dolaşıyormuşsunuz gibi hissettiriyor.

Yubaba’nın hamamının tüm katlarını, giriş-çıkışlarını, etrafındaki doğayı ve tren yolunun uzandığı yerleri avucumuzun içi gibi biliyoruz. Sosuke’nin evinden kasabaya giden yolu, kasabanın hangi köşesinde neyin bulunduğunu da çok iyi biliyoruz.

Geniş kamera açıları, karakter\lerin A noktasından B noktasına doğru hareket edişini neredeyse sıfır sahne atlaması, diyalog ve exposition ile göstermek, iki lokasyon arasındaki bağlantı noktalarını ayrıntılı bir şekilde seyircinin görmesini sağlamak gibi temelde basit olan teknikleri ustaca kullanarak, bu kurgusal mekânların zihnimizin içinde fizikselleşmesini sağlıyor. Bu da immersion dediğimiz, tükettiğiniz eserin dünyasına kendinizi kaptırma durumunu size harika bir şekilde yaşatıyor.

Eğer gerçekten var olan mekânlar olsalardı, içerisinde nasıl rahatlıkla dolaşabileceğinizi biliyormuşsunuz gibi hissettiriyor. Bu tarz şeyler sayesinde kendinizi filme daha çok kaptırıyorsunuz. Kendinizi daha çok kaptırdıkça, yaşanan olaylar ve bu olayların duygusal etkileri çok daha gerçek oluyor. Bütün bunlar birleşince de her bir Miyazaki filmi, unutulması imkânsız bir deneyim oluyor.

İnsan Duygularının Mükemmel Bir Yansıması

My Neighbour Totoro’nun en sevdiğim kısımlarından biri, Satsuki ve Mei’in yeni taşındıkları evlerini keşfetmek için etrafta koştukları sahne. Göz alıcı arka plan ve renk paleti bir yana, o çocukların basit heyecanını izlemek içimi ısıtıyor. Çünkü çok gerçek. Seslendirmelerden tutun, hareket animasyonlarına kadar, baştan aşağı doğallık akıyor karakterlerden. Miyazaki’nin en sıradan insan etkileşimlerini oldukça otantik bir şekilde yansıtmak gibi bir yeteneği var. Karakterler başka hiçbir animasyon işinde görmediğim kadar canlı hareket ediyorlar. Mimikleri, beden dilleri o kadar yaşam dolu ki, resmen gerçek insanları izliyormuşsunuz gibi hissettiriyor.

Bir annenin evladıyla oynarken ona duyduğu ciğerden sevgiyi, birbirinden hoşlanan iki çocuğun duydukları o saf heyecanı, küçük bir çocuğun gökyüzündeki uçakları huşu ile izleyişi, ve bunun gibi pek çok duyguyu size aşırı iyi yansıtıyor. Adeta gündelik hayatınızdan koparılmış bir kare gibi. Ben açıkçası Sosuke ve Lisa’nın ilişkisinde kendi çocukluğumu görmedim değil!

Gözleriniz İçin Bir Ziyafet

Ya bunu uzun uzun açıklamama gerek var mı? Ben şuraya birkaç görsel atayım, siz de cevap verin; bunlar şaheser değil de nedir?

Etkileyici Hikâyeler ve Mesajlar

Miyazaki filmleri peri masallarına benziyor demiştim yazının başlarında. Ben şahsen masalları hiç sevmem. Çocukken de sevmezdim, şimdi de sevmem. Bana çok zorlama gelirler çünkü. Bütün masallar çocuklara bir ders vermek için uydurulmuştur ve bunu da olabilecek en bayağı şekilde; çocuklara tepeden bakarak yaparlar.

Oysa ki aklı başında herkes birinin suratına doğru parmak sallamanın ve boş nutuklar atmanın hiçbir işe yaramadığını biliyor. Yarasaydı dünya bu hâlde mi olurdu zaten? İnsan sığ bir varlık ve pek çok şeyi kendisi yaşamadan veya yaşamış gibi hissetmeden anlamıyor ne yazık ki. Sanatın da olayı bu zaten. Ve Miyazaki’nin filmlerini basit masallardan daha değerli kılan şey de bu aslında.

Bu filmlerin hepsinin temelde vermek istediği mesajlar var, evet ama bunlar, seyircinin kafasına çekiçle vurulan şeyler değiller. Hikâyenin ilerleyişi ve karakterlerin gelişimiyle organik bir şekilde ortaya çıkan temalar bunlar.

Yukarıdaki başlıklarda da anlattığım gibi zaten filmler sizi kendi dünyalarına sürüklüyorlar. Siz bu iki buçuk saat boyunca yaşanan her şeye inanıyorsunuz. Karakterlerin yaşadığı duygular size de tesir ediyor. Prenses Mononoke’de insanın doğaya verdiği zararı ve savaşın anlamsızlığını görüyorsunuz. Howl’s Moving Castle’da “önemli olan iç güzellik” gibi oldukça bayat verilebilecek bir mesajı gerçekten içselleştirip, bakış açınızı değiştiriyorsunuz.

Bu sayede izlediğiniz her Miyazaki filminden sonra yeni bir hayat dersi öğrenmiş, daha olgun bir birey olarak hayatınıza devam ediyorsunuz.

Author

Geekyapar okurları Yazı Çağrısı altında toplaşıyor, belirlenen konularda kalem coşturuyor. Sen de parçası olmak istiyorsan, duyuruları takip et!

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.