Hepimize Hellboy’un gamsızlığından nasip olması dileğiyle Hellboy: The Crooked Man Film İncelemesi
Mike Mignola tarafından yaratılan ve Dark Horse sayfalarında kendine yer bulan Hellboy, yeni bir film uyarlamasına kavuştu. Brian Taylor tarafından yönetilen Hellboy: The Crooked Man, öncül filmlerinden farklı bir türe evrilirken; tonu ve anlatımıyla çizgi romana biraz daha yaklaşıyor. Biraz gerilim, biraz gizem ve çözülmeyi bekleyen bir lanetle birlikte doğaüstü bir dedektiflik hikayesi ortaya çıkıyor. Spoiler‘sız Hellboy: The Crooked Man incelemesi için alt satırlara geçiyoruz.
Hellboy çizgi roman sayfalarında ilk defa 1993’te boy gösterdi ama çoğumuz onu 2004 yapımı Guillermo del Toro filminde ekrana sıçramış haliyle ilk defa tanıdık. Dört yıl sonra Golden Army ismiyle ikinci filmi geldi, seri bir üçleme olacaktı ama del Toro ve Mignola’nın bozuşması sonucunda üçüncü film 2019 yılında, Neil Marshall tarafından, bir remake olarak geldi. Yeni uyarlamada karaktere hayat veren Ron Perlman’ın yerini David Harbour aldı ve onunla ilk serideki aksiyona dalan süper kahraman masalına bir miktar korku unsuru eklendi.
İlk ikisi Hellboy için biçilmiş kaftan olan bu iki oyuncudan sonra karakteri son olarak Jack Kesky devraldı ve iki efsanenin ardından Kesky de yeni remake’le Hellboy’un umursamaz tavırlarının ve üzerinden hiç çıkarmadığı trençkotu gibi karakteriyle bütünleşen sarkastik mizah anlayışının hakkını verdi.
Karakter portresi bildiğimiz, sevdiğimiz gibi olsa da onun filmin içindeki vasfı veya gerekliliği bu filmde sorgulanmaya açık hale geliyor. İlk iki seride olayların bizzat ortasında olan veya bir şekilde kendini ortaya atan Hellboy’un yerini burada ne olup bittiğini anlamlandırmaya çalışarak etrafa bakınan bir Hellboy alıyor. Filmin başında bunu söylemekten uzak olsak da anlatmak istediği hikayeye fazla gelen bir buçuk saatlik ekran süresi boyunca filmde Hellboy’u biraz tutuk buluyoruz. Karşısında yılanlarla lanetlenen biri olduğunda da doğrudan filmin ana kötüsüyle yüz yüze geldiğinde de harekete geçmek veya silahını çıkarıp ateşlemek için fazlasıyla bekliyor. Bir noktadan sonra yan karakterler olaylar karşısında Hellboy’dan daha büyük kararlar alıyor.
Banka hesabımızda bir anda belirecek olsa hayatımız nasıl baştan yazılırdı gibi bir soruya bize uzun mesailer harcatan 20 milyon dolar gibi bir bütçeye sahip olan film, en düşük bütçeli Hellboy filmi olarak; karakterlerin/yaratıkların görsel efektlerinden, aksiyon sahnelerine ekonomik kararlarla çekildiğini belli ediyor. Filmin görece düşük bütçeli olması; diyalogların aksiyonun önüne geçmesine sebep oluyor ve artık sıkıldığımız süper kahraman filmleri yerine gizemli bir dedektiflik filminin ortaya çıkmasına fırsat verse de bu fırsatı değerlendirmek söylemesi kadar kolay olmuyor. Bir yandan senaryonun bir buçuk saate yayılacak bir yoğunluk barındırmaması, bir yandan da yönetmenin elindekini ekrana yansıtırken sinema deneyimi anlamında kreatif kararlar verme cesaretini göstermek varken sırtını jump scare‘lara dayaması, fırsata dönebilecek birçok şeyi sıradanlaştırıyor.
Filmin ilk yarım saatinde bırakın ikinci, üçüncü filmi beş tane olsa beşini de o gün izletecek bir atmosfer ortaya konmuşken ilerleyen dakikalar sakız gibi uzamaya başlıyor. Filmin ortalarına doğru uzun bir kilise sekansı bulunuyor. Bir ölüyü gömmek, bir gizemi aydınlatmak ve bir laneti çözmek için kiliseye uğrayan karakterlerimiz burada bir yeni yan karakterle ve bir de filmin antagonistiyle tanışıyor. Issız bir mekanda geçen bu süre zarfında gerilim tavana çıkıyor ve film kırılma noktasını burada yaşıyor. Tarantino’nun yazıp Robert Rodriguez’in yönettiği From Dusk Till Down‘ın ikinci yarısını andıran bu kilise sekansında gerilimin de mizahın da üst düzey olabileceği anlar ufak ufak seyircinin saati kontrol etmeye başladığı anlara dönüşüyor.
Olayların çözümlenişi tüm basitliğiyle, filmin o ana kadarki yolculuğunu bir noktada boşa çıkarıyor ve Hellboy arka planda kalıyor. Film gişede ne yapar, devam filmi gelir mi bilmiyoruz. Deadpool kadar büyük bir başarı göstermese de kendini kurtaracak kadar izlenip de devam filmine girişildiğinde, bu ekibin çıtayı biraz daha yükseltecek motivasyonu bulacağına inanıyoruz.
Hellboy: The Crooked Man yazısının ekrana geldiği ilk andan, müzik seçimleri ve sahneler arası kesmeleriyle 50’lerin atmosferini canlandıran film, gayet ilgimizi çekmekle birlikte listelerimizde b filmlerinin arasına giriyor. Korku filmi olarak değerlendirdiğimizde yakın zamanda çıkan Longlegs ve Alien: Romulus gibi filmler kadar dikkat çekmeyecek olsa da benzer kendisiyle benzer kontrastlara sahip Borderlands kadar da hayranını üzmeyecektir.