Yılanlar ve Merdivenler, eski ve daha çok çocuklar için düşünülmüş bir oyun. Kutu oyunları ile ilgili olan dosya yazılarımdan birinde söz ona gelmiş fakat üzerinde çok duramamıştım. Hiç oynamamış olsam da son dosya yazımı ise bu oyun üzerine yazmak istedim. Çünkü her ne kadar ilk bakışta bir kutu oyunundan bahsetsek de Yılanlar ve Merdivenler bu konumunu aşıp pek çok düşünürün zihninde ve pek çok popüler kültür ürününde, hayatla olan benzerliği sebebiyle kendisine yer buluyor.
Oyun, birden yüze dek numaralandırılmış, ona on kare bir tahtanın üzerinde piyonlarla oynanıyor. Bazı karelerde yılanlar, bazı karelerde merdivenler var. Birden başlayarak zar atarak ilerlenen oyunda eğer yılana denk gelirseniz, yılan sizi yutarak kuyruğunun ucuna dek yolluyor, merdivene denk gelirseniz de merdivenin üstüne çıkıyorsunuz. Bu durum yüzüncü kareye ulaşana kadar böyle devam ediyor. Oyun, yapı olarak kendisinden eski olan satranç, dama gibi bir tahta yapısına sahip fakat kendisinden sonra gelecek olan pek çok kutu oyunu gibi piyonlar ve zarlarla oynanıyor. Ancak oyunu bu kutu oyunları tarihinde benzersiz bir yere koyan ve pek çok şarkı sözüne konu eden esas özellikleri, bunlardan bambaşka şeyler.
Bir kere oyunun fazlasıyla gergin bir yapısı var. Her an bir yılana denk gelip aşağıya çekilebilir ya da bir merdivene denk gelip yukarıya çıkabilirsiniz. Şans sizin yanınızdaysa, oyunu çok kısa sürelerde bitirmeniz bile mümkündür. Aynı şekilde, şans yanınızda değilse, sürekli olarak yılanlara takılıp içinizden beddualar okuyarak oyunu asla bitiremeyebilirsiniz de.
Diğer dosya yazılarında yaptığım gibi, bu kutu oyununu da hayatın kendisiyle kıyaslamaya cür’et edip, üzerine birkaç kelam edeceğim. Bu söylediğim, Salman Rüşti’nin hayatın bir Yılanlar ve Merdivenler oyunu olduğunu söylemesi gibi değil. Elbette hayatta da tıpkı bu oyundaki gibi inişler ve çıkışlar var, bir anda zirveye çıkabilirsiniz veya birden en dibe düşebilirsiniz. Ancak bu inişler ve çıkışlar, her zaman şansa bağlı değiller.
Oyunun odaklandığı mesele, hayatın belirsizliklerle dolu bir yol olduğu. Herhangi bir zamanda, belki hiçbir sebebi olmadan gerçekleşebilen bazı olayların, hayatımızın genel gidişatını etkileyebilecek olması kısaca. Bazen, bazı zamanlarımızda, hiç istemesek de tamamen o andaki şanssızlığımıza bağlı olarak hayatımız, bir veya birkaç olayla tepetaklak olabiliyor. Önem verdiğimiz her şeyi, belki de herkesi aniden kaybedebiliyoruz. Ancak bu tip olayların bizi düşürmesine izin vermemek gerek, çünkü bunun tam tersi bir şekilde, yine aniden yaşanan bir olayda düşünmediğimiz kadar çok şey kazanabiliriz.
Asıl mesele, bu oyunda ne kazanıp ne kaybettiğimiz değil. Asıl meselemiz, oyunu -veya hayatı- bırakmadan, başladığımız zamandaki şevk ve heyecan ile devam ettirerek bitiş noktasına ulaşmaktır. Tıpkı yılanların bu oyunda yaptığı gibi sizi birçok kişi ve olay aşağı çekmeye, hatta bitirmeye uğraşacaktır. Sonunda pes ettiğinizi görene dek asla vazgeçmeyeceklerdir bu amaçlarından çünkü siz onlara göre, yollarında aşılması gereken bir engelden başka bir şey değilsiniz.
Ancak aynı bu Yılanlar ve Merdivenler oyununda olduğu gibi hayatta da bazı olaylar ve kişiler, sizi daha üste taşımak için merdivenler uzatırlar. Asla doğrusal gitmeyen bu hayatta sizi hedefinize, o bitiş noktasına daha çabuk ulaştırmak için size fırsatlar sunarlar, değerlendirmesi ise size kalmıştır. En dip noktada bile her zaman yeniden başlamak ve yükselmek için bir umut olacaktır. Bu oyundaki hiçbir oyuncu, tam anlamıyla yalnızlığa ve kadersizliğe terk edilmez, terk edilemez. Hiçbir zaman ne oyun tahtasında ne de hayatta insanlardan yardım isteyemeyeceğiniz bir an bile yoktur aslında.
Konu hakkındaki diğer dosya yazılarımda da zaman zaman değindiğim gibi bu oyunların hayatın işleyişini, insanın doğasını ve kültürel farklılıklarını aslında fazlasıyla içinde barındırdığını; rekabetin, kurallı oynamanın, şansın ve risk almanın aslında ne kadar eğlenceli olabileceğine dair birer örnek oluşturduklarını düşünüyorum. Dilim döndüğünce de bunu anlatmaya çalışıyorum.
Fazlasıyla uzun ve tumturaklı cümlelerim arasında söylemeye çalıştığım şey basit aslında: Kutu oyunları, tıpkı diğer insan yapımı şeyler gibi insanın yaşadığı yeri, zamanı ve hayatı anlama, anlamlandırma çabasının birer ürünü olan, hayat görüşlerini taklit eden birer ayna. Bizler ise bu aynalara bakıp yaşamayı, en iyi öğrenme yolu olan taklit ile çözmeye çalışıyoruz. Öğrenmenin daha az zararlı ve daha eğlenceli olduğu bir dünya için yarattığımız bu araçların değerini anladığımıza pek de emin değilim şu son günlerde ancak oynayanlar adına içim rahat.