Jessica Jones’un yedinci bölümü Top Shelf Perverts, normal bir altıncı bölüm aslında. Aşağı yukarı izlediğimiz tüm Netflix dizilerinde tanık olduğumuz tempoyu yakalamayı başarıyor dizi. Efektif olarak dizinin ortası olduğunu düşündüğümüzde, bu sıradışı bir mevzu değil. Ama işte, bir yandan da dizinin kafa karışıklığı iyice ayyuka çıkmaya da başlıyor. Zira bu tempo, burada olması gerekiyor; ama dizide başından beri var. Ve o tempoyla birlikte, yan konular da aktığı için; onlar da esas mevzuya geçmemiz gereken bu dakikalarda zaman işgal etmeye devam ediyorlar. Ortaya da bir çorba çıkıyor böylece.
Ben çok net bir şey söyleyeyim. Jeri‘nin eski karısıyla olan muhabbetlerini, Robyn‘in triplerini, Malcolm‘un konuyla alakalı olmasına rağmen sergilediği hal ve tavırlar izlerken, dizi için not aldığım defterin üzerine yirmi beş tane şekil falan karaladım. Gerçekten. Kafamı dahi kaldırmadım yani bakmak için. Bunun bu mevzuların bayık olmasıyla, aktörlerin kötü tercihleriyle alakası yok. Herkes işini gayet güzel yapıyor, belki Colby Minifie haricinde. Ama işte dizinin yazarları beni affetsin, ilgilenemiyorum. Zira öteki tarafta pasparlak yanan bir alev var; ve gözümü ondan almam fizyolojik olarak mümkün değil.
Tekrar tekrar altını çiziyorum; ama bu bölümde iyice belirginleştiği için yapmayı bırakacak gibi de değilim. Yedinci bölüm, dizinin başından beri sahip olduğumuz tempoya sahipti. Burada bir sorun yok. Purple Man ve Jessica’nın yüzleşmesinin konması, olayın vahşetinin arttırılması, bir yedinci bölüme yakışan hareketlerdi. Sorun şu ki; biz bunu aşağı yukarı ilk bölümden beri izliyoruz. İlk bölümden beri ana odak noktamız bu. Eğer bu karar bu yönde verilmeseydi de, önce yan meselelere eğilinseydi; benim şu bölümde diğer karakterlerin dediklerine verecek daha fazla ehemmiyetim olurdu. Isınmış olurdum çünkü onlara, aramda bir bağ olurdu. İlk bölümden itibaren Purple Man’e kenetlendiğim için, otomatikman Purple Man’in sunduğu vahşete acil bir çözüm sunmayan hiç kimseye vakit ayıramıyorum zihinsel olarak.
Buna da dizinin sahip olduğu dev tematik kafa karışıklığının bir faydası dokunmuyor açıkçası. Yine Daredevil‘la kıyas olacak, ama o dizi bu tema tutarlılığını çok iyi yaptığı için, söylemem lazım: Biraz keşke seleflerine baksalarmış. Yani af buyurun, ama sen diziyi ana karakterin dış ses olarak durum izahı yaptığı ve vaka çözdüğü bir noir gibi açıyorsun, ondan sonra ilk bölümde karakterini baya ağlatıp duvardan duvara vuruyorsun; ama ikinci bölümden itibaren alaycı, sert yapısına döndürüyorsun. Ana karakterinden korkmamızı istemen çok haklı, ama yedinci bölümün başına sebepsizce işeme sahnesi ekliyorsun. Bir ceset var, o cesetin başında dev korku filmi çekimleri yapıyorsun; ondan sonra her şeyin bağlandığı şey gönül işleri olunca muhabbetler inanılmaz eğreti duruyor.
Yani çizgi romanlarda Purple Man çok mu matah? Değil. Zaten yana yakıla “bu benim aradığım mor değil” diyecek hâlim yok. Amma velakin, çizgi romanlarda çok doğru yapılan bir şeyi; hatta belki de Bendis’in Purple Man – Jessica Jones çizgisiyle ilgili en doğru yaptığı şeyi koymamayı tercih etmeleri beni baya üzüyor. Dizi, çizgi romanların rastgele kurbanlık meselesinden çıkartamadığı çarpıcılığı, elle tutulur ve sağlam bir şeyle değiştiremiyor. Değiştiremediği için de, biraz çıplak kalıyor Purple Man’in etrafı.
Bu yüzden de böyle beylik beylik gönül lafları falan dinliyoruz. Bilmiyorum, izleyicinin refleksine göre daha anlaşılabilir ve kabul edilebilir gelebilir belki. Ama benim için, “sen benim elimden tek kaçansın” sohbetleri bayağı ve sıkıcı geliyor. Belki benim kabahatimdir; belki dizinin bu karakteri çok daha erişilemez, anlamlandırılamaz ve bu yüzden korkutucu bir kötü adam olmasını bekliyordum. Baya Tinder’dan tanıştıktan sonra peşini bırakmayan sapık kıvamında olması, dürüst olmak gerekirse bende çok ciddi bir dilimi dudaklarımın arasına sıkıştırıp dışarıya “prrrrft” efektiyle hava üfleme isteği uyandırıyor…