Diziler söz konusu olduğu zaman, gerçekler kolay yeniden yazılabilen şeylerdir aslında. Çok dizi için “abi başlarda kötü, ama sonra düzeltiyor” dersiniz. Ama Netflix için bu söz konusu değil. Bir sezonun on üç bölüm tekten yayınlandığı bir dünyada; net konuşayım, onuncu bölüm gerçeğini on birinci bölümde unutmanız mümkün değil bu yüzden. Bölümün doğru düzgün yaptığı bazı şeyler var; ama geçen bölümden taşıdığı moronluklar, on bir bölümdür düzgün kuramadığı strüktürün altında ezilip; karmakarşık tonlama çorbasında boğulunca, ortaya yine yetersiz bir bölüm çıkıyor.
Aradan çıkartayım. Jessica ve Trish’in geçmişine yönelik flashback’leri izlemesi keyifli. Daha önce söylediğim şeyin hâlâ arkasındayım. Etrafında anlattıkları hikayeler çerçöp kıvamında bir karmaşıklığa doğru yelken açsalar dahi; dizinin karakterizasyonları başarılı. Trish’in anne travmaları da, Jessica’nın özür dilemez, alaycı tavrı da anlaşılabilir ve yerli yerinde. Bu flashback’lerle onların ilişkisi de perçinlenince, bu artı hanesine bir çentik daha atıldı. Hakeza, Trish’in ilk bölümlerde altı çizilen Krav Maga eğitimi falan da önceden gösterildiği için, bu bölüm hapı atıp Will’e saldırınca, izleyiciye gerçekçi geldi. Yalnız bu karakterlerin gerçekçiliği ve ete kemiğe bürünmeleriyle ilgili ne kadar çaba gösterildiyse; Will ve Robyn için de o kadar tersi akıntıya kürek çekildi resmen.
Ya Allah kitap aşkına, biri bana Will’e ne oluyor söyleyebilir mi? Bir tutarlılık gösterebilir misiniz ya? İlaçlar gözlerini karartıyor diyor dizi. Peki. Ne derecede? Baya kelime tekrarı edişine ve ahlaki sınırları atla aşmasına bakarsak, ölümüne karartıyor değil mi? Ee, o zaman yani Trish’e dokunmamalar, o pişmanlıklar falan ne? Yani ya bu karakter Trish’in kendisi için değerli olduğunu anlayacak kadar aklı başında; ya da Jessica’nın artık Kilgrave’i öldürmek istediğini göremeyecek veya bunu umursamayacak kadar sapık vaziyette. İkisinin ortası diye bir yer yok. Ha yeri gelmişken söyleyelim; Jessica’nın birilerini dövememesi için bahane buldukları ikinci bölüm bu. Geçerli ya da geçersiz. Geçen bölüm hippi kıza süper kahraman dövdürten senarist, isteseydi Jones’a da Nuke’u pataklattırırdı. Sen elli dakika önce öyle götünden kavga sonucu uydurursan, ben de burada aynını yapmanı beklerim, af buyur. Zaten sonda kararından vazgeçtin, tövbe bismillah kıza bir güç geldi, o bitirdi kavgayı. Niye uzatıyorsun boşu boşuna?
Şu Kilgrave’i öldürmeme meselesini de aradan çıkartalım. Ben dizinin bu “şu dakikaya kadar öldürmeyeyim” bahanesini, inanılmaz hoyrat kullandığı kanaatindeyim. Daha doğrusu şöyle; bu gerçekten de Jessica’nın bir empatisi olabilir. Metinde daha da barizdir belki bu, bilmiyoruz. Ama çekilmiş hâliyle, bunun altı çizilmedi. Gereği geldiğinde de o kadar ani bir şekilde denklemden çıkardı ki; geriye elimizde on bölümlük anlamlı bir hikaye değil, baya dizi senaristlerinin “en az final öncesi bölüme kadar ölmemesi lazım, napsak?” dediğini hissettirten bir gelişmeler bütünü kaldı. Daha vurgusu yapılabilirdi, Jessica bunun çekişmesini yaşayıp, izleyiciye de yaşatıp, öteki tarafta kararından hem izleyicilerin, hem de kendisinin daha emin çıkmasını sağlayabilirdi. Yok, kendisi bir an öyle karar verdi, şimdi de vazgeçti.
Ve Robyn. Allah belasını versin şu karakteri bu diziye koyanların. Ben hayatımda bu kadar ton sağırı bir karakter görmedim. Etrafında olan şeyler inanılmaz çarpık, çok yazık, çok ürkütücü; ama ablamızı ısrarla “komik ve egzantrik hippi kız” gibi resmetmeye devam ediyorlar. Abla zaten hayat değiştiren travmatik bir acı mı yaşadı; yoksa bakkaldan dönerken yoğurt almayı mı unuttu belli değil. Kızın ağzına koydukları espriler, ettirdikleri laflar, soktukları ortamlar inanılmaz sırıtıyor dizinin geri kalanıyla yan yana koyunca. Ve yani yazarlar odasında kimse bunu fark etmiyor mu, gerçekten anlayamıyorum ya. Hani 90’lar dizilerinde sadece sizi gıcık etmek için gerçeklikten kopuk derecede irrasyonel ve gerizekalı karakterler olurdu ya? Yazarlar sonunda onun haddini öğrenmesinden ucuz bir zevk alın diye mantık sınırlarından çıkartıp salaklaştırırlardı? Sene 2015, Jessica Jones o taktiği kullanıyor. Silme helal olsun emeği geçen herkese.
Bu kadar gömdük, bari yazıyı bir artıyla sonlandıralım. Mike Colter ekrana dev yakışıyor. Çok yakışıyor, çok güzel duruyor, çok muhteşem yani. Öyle böyle değil. Ben o son sahneden sonra iyice emin oldum; bu dizinin yaptığı en hayırlı şey; beni bir Luke Cage dizisi için heyecanlandırmak oldu. Colter resmen çizgi romanlarda Cage’i nasıl hayal ettiysem, aynen öyle. Kararlılığı, sakinliği, olgunluğu, temkinli ama yakan öfkesi… Yemin ediyorum on ikinci bölümde görünecek olması, benim için o bölümü açmak için birincil sebep yani…